15 Aralık 2015

Hareketten umrana

Aristo, madde ve form teorisiyle varlıktaki kinetik veya genetik gelişme durumunu dinamik ve içten gelen bir sebebiyet ile açıklar. Formun maddedeki belirişi hareketi var eder. Yani potansiyel olan, dinamizm kazanarak varlığa çıkar. Bu süreçte maddi sebep, formel sebep, hareket ettiren sebep ve nihayet gaye sebebi ortaya çıkar. Bütün bunların terkibi varoluşsal durumu açıklar. Bu yaklaşımı siyasete aktarırsak umranda bulunan toprak, halk, şehirler vs. her şey maddi sebeptir. Bunların neticesi olan mülk/devlet ise formel sebeptir. Bunu gerçekleştiren insan hareket ettiren sebep iken o harekete yol açan temel düşünce/bağ/insiyak/ iman yani asabiye ise gaye nedenidir. Netice de umranda maddi unsurlara dair şekillendirici haller varsa asabiye özünde bunun gaye sebebini verir.

İbn Haldun, Mukaddime'de, “Mülk ve hanedanlık asabiyetin ulaşmak istediği bir gayedir. Haderet de bedeviliğin ulaşmak istediği bir gayedir. Hanedanlık ve mülk, âlemin ve umranın sureti (formu)dir. Tebaa, şehirler ve sair ahval (itibariyle âlem ve umran) da tümü ile o suretin maddesini teşkil eder. Vergi gelirleri döne dolaşa tebaya gider. Mülk iki esas üzerine bina kılınmıştır. Bir mülkte bu iki esasın mevcudiyeti zaruridir. Birincisi asker ve ordu tabir edilen şevket ve asabiyettir. İkincisi, bu ordunun ayakta durabilmesi ve mülkün ihtiyaç duyduğu ahvalin (ve devletin temel masraflarının) görülebilmesi için lüzumlu olan mal ve paradır” tespitiyle asabiye ve umranın var oluş açısından nasıl bir yerde durduğunu belirler.

İbn Haldun'un bu yaklaşımı İslam umranı içinde devlet ve şehir ilişkileri içinde asabiyenin rolünü bize anlatan aktüel bir açılımdır. Ortak kültür havzasının intikal eden özü başka bir otantik zeminde zuhur edecek ve ruhunu İslam çerçevesinin maddeye aktardığı yapıda bulacaktır. Türk ve Arap gibi unsurlar ise bu hareketin sebeplerinden biri olarak bir geçekliği göstereceklerdir. Böylece millet gerçeği etnik bir konu olmanın ötesinde bir yere ulaşmış olacaktır.

Nurettin Topçu merhum İsyan Âhlakı'nın en başında “Her hareket, kemâle, daha mükemmel harekete doğru bir atılıştır. İradenin kendi kuvvetini denediği bir mümaresedir. Bir harekette, hatta en az cehd sarfını isteyende bile, uzviyetin bütün temayülleri birikmiş bulunur. Hareket, derûnî bir halin, bir kuvvetin kendinden çıkıp dış muhitte yayılması halinde belirir. Kendinden çıkabilmek için önceden kazanılmış bütün temayüllerle, bütün uzvî itiyatlarla çarpışması lazımdır. Hareket kendiliğinden oluşur; fakat bu engelsiz değildir, hareketin oluşu zincirlenmiştir. Bu oluş; şahsî hayatın içinde hareket eden ferdi iradenin hülasasıdır” yaklaşımıyla hareketin bir oluş ve kemale eriş olduğunu asabiyenin bir kemal olan devlet ve bedavet cihetiyle kemal olan hadarete evrilmek hareketinin mahiyetini bize gösterir.

Hülasa, asabiyesi olmayanın umranı olmaz. Zira tüm sebeplerin muharrik gücü orada barınır. Devlet, şehir ve insan bu çerçevede hareket edip maddesinden formuna evrilir. İnsan olmakla Hz. İnsan olmak arasındaki ilişkide bir madde suret alakası değil midir?

Biyolojik bir halden ruhi bir dereceye dönüşmek insan varoluşunun potansiyel imkânının gerçeğe dönüşmesidir. Bunu erenlerden Hacı Bayram Veli ne güzel de söylemiş zamanın kadim sonsuzluğunda:

Çalabım bir şar yaratmış; İki cihan aresinde; Bakıcak didar görünür; Ol şarın kenaresinde; Nagehân ol şara vardım; Ol şarı yapılır gördüm; Ben dahi bile yapıldum; Taşı toprak aresinde; Ol şarda oklar atılur; Gelür ciğere batılur; Arifler sözü satılur; Ol şarın bazaresinde; Şagirdleri taş yonarlar; Yonup üstada sunarlar; Çalabun ismün anarlar; Ol taşun her pâresinde; Bu sözü ârifler anlar; Cahiller bilmeyüp tanlar; Hacı Bayram kendi banlar; Ol şarın menâresinde…

İnsan da şehir de bir umrandır. Doğru usulle vusul olur ancak. Yapılır olması yapacak asabiyenin iradeye dönüşmesi ile mümkündür. Mesela, pazarında arifler sözü satılır olmak; kapısı besmeleyle açılıp duvarlarına hat asılan ticarethaneler ötesinde; mutaffifin olup ölçüyü kaçırmamak, yalanla çok satıp bereketi giden mallara talip olup haksızca başkalarının emeklerinin gasp edip kazanca koşmamanın peşinde olunmasıdır.

Bu esfeliyetle eşrefiyet arasında bir seyri anlatır. Daha önemlisi bize yol gösterir yolumuzu açar anlayana idrak edene. Hala şekillerle oynaşmayı muhafazakârlık addeden akıl ise bu şehrin kenarında dolaşmaya devam edecektir.

Aristo'dan Hacı Bayram'a kadimle ile kurulan zihni alaka bizi bir şehrin kenarına getirir. Umranımız bu kadim deryanın tam karşısında bizi çağırırken biz inatla asabiyemiz üstünde tepinmeye devam mı edeceğiz? Görüp bizim dahi yapılacağımız bazarlarında erenler sözü satılan, taşlarında hakkın yontulduğu, Çalabın maddesini verip suretine dönüşmeye bizi çağırdığı umrandan daha ne kadar kaçağız?