Hatırlayışlar Modellenirken…
Olaylar zamana sığmıyor. Genelde kitleleri ilgilendiren olaylar, özelde gündelik telaşımız… hiçbiri zamana sığmıyor artık. Onun için unutmak kolay, hatırlamak zor.
Olay üstüne olay yaşanıyor,
yaşanan olaylar haberleştiriliyor, yorumlanıyor. Olayın hatırda kalma değerine
göre hatırlanma standardı belirleniyor ve ona göre göre hatırlanıyor,
hatırlatılıyor. Anmalar ve hafıza tazelemeler…
Hatırlamaktan maksat idrak etmek.
Olay insana ve mekâna nasıl tesir ettiğinin, hangi görüntülerle hatırda
kaldığının, zamana göre ağırlığının idraki…
Her hatırlamada idraki
kotarabiliyor muyuz, orası meçhul.
Nihayetinde belli bir standarda
uyarlanmış ve sistematik olarak topluma sunulmuş her hatırlama/hatırlatma,
kitleleri kısa bir zaman için de olsa durduruyor, duraksatıyor. Hatırlananla
ünsiyeti olanı kısmen hayattan alıkoyuyor, hiçbir bağı olmayanı biran için
dönüp baktırıyor.
Oralı olalım olmayalım topluca
hatırlama talimatı verilmiş her olay, gündemimizi yeniden kurguluyor. Dolayısıyla
toplumda hatırlatılan şeyin kayda değmesi ve iz bırakması beklentisi oluşması
normal.
Modern zamanlara kadar
tarihçiler kahramanlıkları yazmakla mükellefti. Çünkü insanlık ağızdan ağıza
dolaşan destanlardan, efsanelerden öğrendiği mitolojik metinlerden etkileniyor,
her anlatı bu heyecanı gelecek zamana taşıyordu. Kur’ân-ı Kerim hariç, Allah’ın
indirdiği ilahî metinlerin bile günümüzde son derece tahrif edilmiş hâliyle
ulaştığı düşünülürse, tarihin sözlü kahramanlık metinleri de elbette abartıya
gark oldu ve sınırını aştı. Yine de bu tanık olmadığımız kahramanlıkları
hatırlatan metinler, toplumların başarı ve kahramanlık adına motivasyon aracı
sayıldı, temel eğitimin vazgeçilmezlerinden oldu.
Destanların ve efsanelerin tarih
yazıcılığının rolünü belirlediğini söylemek bu bakımdan yanlış olmaz.
Mesela Kanunî’nin Süleymannameleri,
birer şehname olarak padişaha addedilen bütün başarıları ve kahramanlıkları
ihtiva eder. En ünlülerinden biri Arifî Fethullah Çelebi’nin Süleymanname’sidir.
Farsça yazılan beş ciltlik Şâhnâme-i Âl-i ʿOs̱mân’ın V. Cildi tamamen
Kanunî devrine ayrılmış Süleymanname’dir. Şehnamelerin manzum yazılma
geleneğine uygun kaleme alınan Şâhnâme-i Âl-i ʿOs̱mân’ın I. cildi peygamberler tarihine, II. cildi
İslâmiyet’in doğuşuna, III. cildi Selçuklular’a kadar eski Türk devletlerine,
IV. cildi Kanûnî’ye kadar Osmanlı tarihini anlatır. V. ciltte tahta geçmesinden
1555 yılına kadar Kanûnî dönemi anlatılır. Dönemin en ünlü sanatkârları tarafından
süslenen ve minyatürlerle bezenmiş, kitap olarak özel bir yere konumlanmıştır.
Süleymanname, tarih
yazıcılığının geçirdiği evrelerin ortancası sayılabilir. Hükümdarlıklar,
tarihleri yazdırırken yalnızca kendi halklarını ve tebaalarının düşüncelerini dikkate
almadılar, amaçları insanlığa iftihar edecekleri bir eser ve tarih anlatısı
bırakmaktı. Batı’da da durum böyleydi. Tarih yazıcıları, hükümdarlar tarafından
seçilir, yaşanan olayları hükümdarların denetiminde kayda geçerdi.
Modern zamanlar olarak
adlandırılan ve sanayi devrimini içine alan süreçte medyadaki gelişmelerin,
fotoğraf makinesinin ve kameranın icadıyla beraber, “delil” niteliği taşıyan
kayıt şekli, tarih yazıcılığının seyrini değiştirdi. Dahası gündelik haber alma
ihtiyacıyla günlük gazeteler yayıma başladı.
20. yüzyılda büyük savaşlar
görüntülenebilince yalancı kahramanlık girişimleri pek karşılık bulamadı, savaş
suçları da görünür hâle geldi. Yönetimler bunun da önüne geçebilmek için tarih
yazıcılığını kendi iradelerinde seçilmiş kişilerden müteşekkil devlet
kurumlarına yüklediler ve denetlediler. Zaman zaman delilleri kararttılar. Her
devlet, kendi milletinin motivasyonunu ve bekasını gözeterek metinler oluşturdu.
Yani değişen fazla bir şey olmadı. Zaman zaman devletler arasında tek bir olaya
bakıştaki farklar, yani olaya ilişkin oluşturulan tarih metinleri diplomatik
krizlere, sosyolojik darboğazlara sebep oldu. Nihayetinde bir tarih metni,
toplum algısını şekillendirmede temel teşkil etti, toplumun yürütüleceği
çizgiyi belirledi, birçoğu sosyolojik verileri gözardı etti.
Nitekim, böyle bir dünya
düzeninde bugünlere geldik. Sosyal medya toplumlara birçok açıdan zarar verdi,
diyoruz; ancak görünen o ki 21. yüzyılda haberleşme, yorumlama, ifade etme,
hatırlama ve kaynak paylaşmada sivilleşmenin önünü açan önemli bir mekanizmaya
dönüştü. Devlet güdümünde hatırlayış ve unutuşlara tâbi olmadan da kendi
kıymetlilerimizi hatırlayabileceğimiz, iyi zannedilen kötüleri görmezden
gelebileceğimiz ya da unutabileceğimiz ortamlar tahsis etti.
Her şey iyi güzel de…
Şimdilerde fark ediliyor ki
sosyal medya ortamındaki hatırlayışlar da giderek basmakalıp ve tesirsiz
yayılımlara sebep oluyor. Yani burada da artık başa dönüyormuşuz gibi. Çünkü
sivil zannettiğimiz ortamlarda da güdümlü tesirler çok fazla…
Ve anlaşılıyor ki en güzel
hatırlatıcı ayet ve hadis, kalıcı bir sanat eseri, sağlam bir tarihî delilden
başkası olmadı, olamıyor.