Hayâl Hiç Susmaz

Hayal yalnızca olmayacak, olmasına imkân bulunmayanlar değildir; olabilen, olmuş, olmaya yüz tutmuş, olması çok mümkün olanlar da hayale dâhildir. Mümkün olandır bazen, sıklıkla da mümkün ötesi… Kabul edilmeli ki, az miktarda da imkânsızdır.

Enine boyuna düşünülünce insan muhayyilesinin imkânsıza epey uzakta kaldığı anlaşılır. Çünkü insan bilebildiği, görebildiği, hissedebildiği, duyabildiği ölçüde hayâl eder. Mevcutlar içinden ihtimaller seçer, kurgular. Özel zaman ayırması gerekmeden, bunu en zor şartlarda bile rahatlıkla başarır. İmkânsız varsaydıklarımız, aslında “inanılmaz” kurgulardır. Onlar da dünyanın türlü hâllerine öykünmeden hayal olmayı başaramaz.

İnsanın önce kalbini sonra da beynini yavaş yavaş işgal eden o ses yahut görüntü her ne ise, zihnin içinde hiç bitip tükenmeden, ardı arkası kesilmeden katmer katmer açılır, çoğalır, coşar. Kupkuru topraktan yeşerir, bulutsuz gökten yağar, karsız dağlardan çağıldar. Bir neşe bahçesini kum fırtınaları, çatlamış toprakları buz kaplar. An ile sınırlıdır her bir deveran. Bütün serüven anlarda başlar ve biter. 

Zihin durmaksızın akar kendi genişliğince. İnsan da zihni beraberinde kalbi, fikri, ilmi genişliğince akar… Ki durmaz, hiç kesilmez, bitmez, solmaz, bir günden öbürüne fazladan artmaz ya da azalmaz. Hep içten içe kaynayan, nerden fışkırdığı belli olmayan bir sınırsız âlemin katreleri açılır, büyür, yok olur. Yok oluşların evvelinde yenileri peyda olmuştur bile. Bütün anlar ve anlara damlayanlar birbirini dürter.

Aslında kimse hayalsiz kalamaz. Her kapalı kapının ardında sezdiği, bazen gerçeğe çok yakın bazen de çok uzak ihtimaller vardır. Hiç bitmez ihtimalleri, hiç bitmez seçenekleri, insanları, mekânları, sesleri... Zamandan azade, sınırsız ölçüler içinde kendi hatlarını kendi belirleyen her birinden sonrakine türlü serüvenler ulanır. Taşınır birinden ötekine.

İnsan sınırsızın, sonsuzun küçük bir resmidir. Takdir edilip dünyaya aksetmiş hâline, varlığının acizliğine ve küçüklüğüne rağmen sınırsız genişleyen bir muhayyile bahşedilmiştir. Onun içine doldurabildikleri ile dünyasını genişletir, büyür, arzu edilene ulaşır, vazifesini yerine getirir.

Hayali susturmak ister miyiz? Peki, hiçbir görüntünün peşine takılmadan, zihindeki zamanı da, akışı da durdurabilir miyiz?

İnsan ki, her türlü açlığına gem vurabilmekteyken neden çoğu kere disiplinsiz, başıboş gezinen hayal dünyasını sessizleştirmeyi ve tek renkle söndürmeyi istemesin… Bu sessizlik neticesinde ortaya çıkan yaradılış numunesinin açılan boşluklara akışını seyrelemesin… Niçin mutlak sükûneti özlemesin…

Hep sanılır ki, âlemin kazananı hayali galip gelendir.  Ve sanılır ki, âlemde kazanan olmaktan öte yol yoktur. Ve öyle sanıldıkça hayalin kendisi susmaktan yana olmaz. Hatta fazlasını ister. Çünkü beşerî kurallar, konuşmayan bir zihni tasvip etmez. Kalbimiz susabilir, ama zihniniz gevezeliği hiç bırakmamalıdır. Ka'le aldığımız yegâne yasa, insanlara ait olduğu müddetçe hayale dil öğretecekken, onun dilimizi döndürmesine muhtaç kalırız. Kalp hangi kanunun emrindeyse zihni ve dolayısıyla muhayyileyi o kanun şekillendirir, lisan-ı hâl onunla bütünleşir.

Her adım önce hayal edilir…

Delili mi?

Bu kelimeler de zihinde konvoy oluşturan bir hayaldi yalnızca. Az önce, yani  “Az önce”yi yazmadan an'ın hemen öncesinde. Kaydoldukları anda gerçeğe dönüştüler, meydana geldiler. “Şimdi” ise bu kudreti ve nasibi bahşedene nasıl şükredebiliriz'i bulabilmek için çabalamanın, sükûnun zamanı.

Kim veya ne, nasıl az yahut eksik yaratılmış olabilir ki zira? Herkes ve her şey mutlaka tam hâlindedir, olması gerektiği kadardır. Aslında kimse hayallerini gerçekleştirmeye tam yetkili değildir. Olması gerekenin dışında… bize sonsuz genişlikte ve üstündeki varlığımız uzun zaman sürecekmiş gibi görünen bir hayalhanenin ortasında, kaderden payımıza düşeni yaşarken üstelik…