Hayalimizdeki ve Hayatımızdaki Çocuklarımız
Birbirinden farklı gerekçelerle olsa da pek çok insan için önemli bir yaşam amacıdır, “çocuklarının olması”. Fıtratımızın bir sonucu olarak, varoluşsal bir gerekçeyle, belki psikolojik bir yakınlık ve bağ arayışıyla ya da daha mutlu olacağımız varsayımıyla çocuklarımızın olmasını isteriz. İnsanların evlenme isteğinin altında yatan en güçlü motivasyonlardan da biridir bu istek.
“Hayalimizdeki çocuk” metaforu, uzun süredir üzerinde
düşündüğüm bir mevzu aslında. Okumaların, gözlemlerin, görüşmelerin ve
deneyimlerin bir sonucu olduğunu da söyleyebilirim. Tüm bunların sonucu olarak herkesin zihninde, çocuklarına dair
oluşturduğu bir “ideal çocuk profili” olduğunu düşünüyorum. Bunu Carl Rogers’ın
“ideal benlik” ve “gerçek benlik” görüşüne de benzetebiliriz aslında.
Her insanın zihninde bir çocuğunun veya çocuklarının var olduğunu
düşünüyorum. Bu çocuğun kişilik
özellikleri, davranış özellikleri, beğeni ve ilgileri, yetenekleri hatta
fiziksel özellikleri dahi belli. Zihnimizdeki
bu çocuğu besler, büyütür ve yetiştiririz. Ve bir gün gerçek çocuklarımız olur.
Hayatımızdaki, evimizdeki, gözümüzün önündeki çocuklarımız. Sonra, hayalimizdeki
ve hayatımızdaki çocuklar arasında kıyasıya bir rekabet ve çekişme başlar.
Hayatımızdaki çocuklarımızı, hayalimizdeki çocuklarımızla kıyaslar
bazen de yarıştırırız. Hayatımızdaki çocuklarımızı, hayalimizdeki çocukların
kalıbına sokmaya, onlara benzetmeye, onlar gibi düşünmeye ve onlar gibi
davranmaya zorlarız. Hayatımızdaki çocukları bu kalıba sokmaya çalışırken
çoğunlukla onları örseler, kırar ve incitiriz. Hayatımızdaki çocuklarımız bazen
bu kalıbın içinde kaybolup giderken bazen de bu kalıba sığmaz, kalıbın dışına
taşarlar.
Haylimizdeki çocuklarımız, yaşamları
boyunca referansları olur hayatımızdaki çocuklarımızın. Hayalimizdeki çocukları
adeta bir ölçü aleti gibi tutarız hayatımızdaki çocuklarımızın üzerine. Bazen
uzun, bazen kısa, bazen kilolu bazen zayıf, bazen zeki bazen yetersiz kalırlar
hayatımızdaki çocuklarımız. Bazılarımız bir türlü kabullenemeyiz hayatımızdaki
çocuklarımızı ve yaşamımız boyunca sürecek, kazananın olmayacağı bir çekişmenin
fitilini ateşleriz.
Ebeveyn çocuk ilişkisinin bozan ve
sağlıksız aile iletişiminde sıklıkla görülen eleştirme, kıyaslama, etiketleme
ve eleştirme davranışlarının altında da çoğunlukla “hayalimizdeki çocuklar”
metaforu yatar. Daha önce
yazdığım “komşunun çocuğu” yazısında belirtiğim gibi bazı ebeveynler işi biraz
daha büyütür ve çocuklarını başka çocuklarla da kıyaslamaya başlarlar.
Sürekli eleştirilen, etiketlenen, kabul
görmeyen ve takdir edilmeyen bir çocukta zamanla değersizlik hissi oluşur ve
sevilmediğini düşünmeye başlar. Kendini ebeveynlerine kapatarak yakınlık ve
sevgi ihtiyacını başka kaynaklardan temin etmeye çalışır ki bu çoğunlukla
çıkmaz bir sokağa girmek gibidir. Ve sonuçları her iki taraf içinde pek iç
açıcı olmaz.
Ebeveynler olarak çocuklarımızı kabul etmek, onlara sevgi ve anlayışla
yaklaşmak, bilgi, sabır ve merhametle olumlu özellikler kazandırmaya çalışmak
en doğru yol. Ebeveynlik de bu yüzden var zaten. Yani bizim merhametimize, anlayışımıza ve rehberliğimize muhtaç
yavrularımızı, azgın dalgalarla dolu bu dünya denizinde sahil-i selamete
çıkarmak.
Unutmamak gerekir ki, biz çocuklarımızın
sahibi değil, emanetçisiyiz. Onların, bizim ve tüm varlıklar aleminin sahibi
Allah’tır. Bilinçli ve duyarlı
ebeveynler olmak için çaba sarf edelim, çocuklarımızı hakkıyla yetiştirmek için
gayret edelim ve Allah’ın yardımını dileyelim. Bu dünya bahçesinde bırakabileceğimiz en güzel eser bilgili ve
donanımlı, milli ve manevi değerlere sahip, kendisi ve insanlar için faydalı
işler yapan, evlatlarımız olacaktır.
Hakkıyla yaşanmamış bir çocukluğun
telafisi mümkün değildir…
Vesselam…