VF kat sol
VF kat sağ

22 Temmuz 2022

Hayatı Etkileşim ve Deneyim Temelli mi Yoksa Bilgi Temelli mi Düzenlemeli?

Psikolojide önemli kavramlardan biri “öz düzenlemedir”. Öz düzenleme; bireyin kendini gözlemlemesi, kendini kayıt altına alması ve değerlendirmesi olmak üzere üç önemli aşamada gerçekleşir. Kendini düzenlemenin sayısız faydaları vardır.  İnsanların kendilerini düzenlemeleri bir gerçeklikken toplumların da kendilerini düzenlemeleri bir diğer gerçekliktir. Daha sağlıklı, üretken, gelişmiş bireylere ve toplumlara ulaşmanın en önemli aracı öz düzenlemedir. Ancak bu konuda gerek bireysel gerekse toplumsal olarak çok da başarılı olduğumuz söylenemez. Neden acaba?

Türkiye, gerek kültürel zenginlikleri gerek yer üstü ve yer altı kaynakları gerekse doğal güzellikleri açılarından ender ülkelerden biridir. Bu yönüyle pek çok dünya insanının yaşamak istediği bir ülkedir. Ancak günlük yaşam içerisinde “sel felaketleri”, “deprem”, “maden kazaları” gibi felaketlerde bina yapısının yetersizliği, dere yataklarına ev yapılması gibi tekrar eden olaylarla insanlar yaşamlarını yitirirler. Bu kadar zengin bir ülkenin pek çok sorunu tekrar tekrar yaşadığı düşünüldüğünde, ilginç bir soru gelir aklımıza: “Biz nerede hata yapıyoruz?”. İşte bu tekrarlı hatalar, bizlere yaşamı ve kendimizi düzenlerken bir yerlerde hata yaptığımızı gösterir.

İnsanların ömürleri hızla geçerken toplumların da ömürleri hızla geçmektedir. İnsanlar, kendi ömürlerinde sürekli gelişerek ve geliştirdiklerini yeni kuşaklara aktararak toplumsal gelişime de katkıda bulunmaktadır. Bu aktarımın iki önemli aracı vardır: “Deneyim ve bilgi”. Psikoloji, deneyimin önemli etki alanlarından birisinin bilişsel gelişim alanı olduğunu gösterir. Öyle ki Piaget, deneyimi bilişsel gelişimin dört önemli öncülünden biri olarak kabul eder. Deneyim özellikle 0-6 yaş dönemindeki bilişsel gelişim için vazgeçilmezdir. Orta çocukluktan (7-12 yaş) başlayarak artan bilişsel kapasite ile birlikte deneyimin yerini bilgi almaya başlar. Yaşanan her sorunu bir deneyim olarak gördüğümüzde, bu sorunu bilimsel ve problem çözme basamakları ile çözdüğümüzde doğru bilgi ile deneyime yön vermiş oluruz. İşte tam bu noktada yaşanan toplumsal sorunlarda, “deneyim mi bilgi mi?” çelişkisini yaşarız.

Yaşanan bir felaket durumunda, toplumun hemen her ferdi eşsiz fikirler üretir. Bu fikirleri de yaşanan olayın etkisiyle kısa bir süre yoğun olarak birbirlerine anlatır dururlar. Böylece insanlar, duygularını ve düşüncelerini ifade ederek rahatlar. Hâlbuki bizlere bu deneyimler bilgi üretmek için eşsiz fırsatlar sunar. Ancak bu deneyime ilişkin olarak asıl sorulması gereken soruları unuturuz: “Sorun nedir?”, “Sorunun nedenleri nelerdir”, “Bu sorunu bir daha yaşamamak için bireysel ve toplumsal olarak ne gibi düzenlemeler yapılmalıdır”, “Bu deneyimden ne öğrendik”, “Deneyimden öğrendiklerimizi yazılı hale getirerek nasıl bilgiye dönüştürürüz”.

Bu tür tepkisel yanımız, bizim bilgi toplumu değil de deneyim toplumu olduğumuzu kanıtlar. Çünkü dere yatağına ev yaparken ya başkalarına sorarız ya da anlık ihtiyaçlarımız baskın olur. Bu seçimin olumsuz sonuçlarına yönelik üretilen bilgilere başvurmadan karar veririz. Neden bu şekilde karar veririz? Bu sorunun yanıtı toplumsal tarihimizde gizlidir. Çok ilginçtir ki Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1923 ile 1975 yılları arasında nüfusumuzun %90’ı kırsal alanda yaşamıştır. 1975’ten sonra hızla şehirlere göç başlar ve tam tersi bir tablo ortaya çıkar. Eğitim-öğretim düzeyi düşük bireylerin şehirlere gelerek kendi deneyimleri ile yaşam kurma telaşında oldukları bilinir. Çok daha ilginci bu insanlara yön verecek ve uyumlarını sağlayacak bilgi temelli uyum programlarının neredeyse hiç olmadığı görülür. Sonuç olarak; gecekondulaşma, gettolaşma, çarpık yapılaşma vb. sorunlar ortaya çıkar. Bu deneyimler, bize bireysel ve toplumsal dönüşümlerin neden yavaş olduğu gerçeğini göstermektedir.

Sonuç olarak, yaşam hızla akmaktadır. Gelişimin en önemli ilkesi, “gelişimin geri döndürülemez” olduğudur. İnsanları diğer varlıklardan ayırt eden en önemli özellik, insanların yüksek düzeyde öz düzenleme kapasitesine sahip olmalarıdır. Ayrıca bütün ilahi dinlere göre, insanların bu dünyada var olmalarının en önemli amacı onlara emanet olarak verilen öz düzenleme kapasitesini kullanarak, onların sonsuzluktaki yerlerini belirlemeleridir. Bu gerçekler, bize her iki dünya için gerek bireysel gerekse toplumsal olarak bilgi temelli öz düzenleme yapmamız gerçeğini haykırmaktadır. Bütün dünya bilgi çağından teknoloji çağına dönüşürken bizim bu sürece duyarsız kalmamız mümkün değildir. Bu cennet vatanda yaşayan biz de geleceğe güvenle bakabilmek ve tekrar tekrar aynı sorunları yaşamamak için her bir deneyimi, bilgi üretmenin eşsiz bir fırsatı olarak görmeliyiz. Benmerkezci bir şekilde düşünmekten vazgeçip bilgiye başvurup, ortak akıl oluşturup geleceğe yürümeliyiz.