Hayatı Etkileşim ve Deneyim Temelli mi Yoksa Bilgi Temelli mi Düzenlemeli?
Psikolojide önemli kavramlardan biri “öz düzenlemedir”. Öz düzenleme; bireyin kendini gözlemlemesi, kendini kayıt altına alması ve değerlendirmesi olmak üzere üç önemli aşamada gerçekleşir. Kendini düzenlemenin sayısız faydaları vardır. İnsanların kendilerini düzenlemeleri bir gerçeklikken toplumların da kendilerini düzenlemeleri bir diğer gerçekliktir. Daha sağlıklı, üretken, gelişmiş bireylere ve toplumlara ulaşmanın en önemli aracı öz düzenlemedir. Ancak bu konuda gerek bireysel gerekse toplumsal olarak çok da başarılı olduğumuz söylenemez. Neden acaba?
Türkiye, gerek kültürel zenginlikleri gerek yer üstü ve yer altı
kaynakları gerekse doğal güzellikleri açılarından ender ülkelerden biridir. Bu
yönüyle pek çok dünya insanının yaşamak istediği bir ülkedir. Ancak günlük
yaşam içerisinde “sel felaketleri”, “deprem”, “maden kazaları” gibi
felaketlerde bina yapısının yetersizliği, dere yataklarına ev yapılması gibi
tekrar eden olaylarla insanlar yaşamlarını yitirirler. Bu kadar zengin bir
ülkenin pek çok sorunu tekrar tekrar yaşadığı düşünüldüğünde, ilginç bir soru
gelir aklımıza: “Biz nerede hata yapıyoruz?”. İşte bu tekrarlı hatalar, bizlere yaşamı
ve kendimizi düzenlerken bir yerlerde hata yaptığımızı gösterir.
İnsanların ömürleri hızla geçerken toplumların da ömürleri hızla
geçmektedir. İnsanlar, kendi ömürlerinde sürekli gelişerek ve geliştirdiklerini
yeni kuşaklara aktararak toplumsal gelişime de katkıda bulunmaktadır. Bu
aktarımın iki önemli aracı vardır: “Deneyim
ve bilgi”. Psikoloji, deneyimin önemli etki alanlarından birisinin bilişsel
gelişim alanı olduğunu gösterir. Öyle ki Piaget, deneyimi bilişsel gelişimin
dört önemli öncülünden biri olarak kabul eder. Deneyim özellikle 0-6 yaş
dönemindeki bilişsel gelişim için vazgeçilmezdir. Orta çocukluktan
(7-12 yaş) başlayarak artan bilişsel kapasite ile birlikte deneyimin yerini
bilgi almaya başlar. Yaşanan her sorunu bir deneyim olarak
gördüğümüzde, bu sorunu bilimsel ve problem çözme basamakları ile çözdüğümüzde
doğru bilgi ile deneyime yön vermiş oluruz. İşte tam bu noktada yaşanan
toplumsal sorunlarda, “deneyim mi bilgi mi?” çelişkisini yaşarız.
Yaşanan bir felaket durumunda, toplumun hemen her ferdi eşsiz fikirler
üretir. Bu fikirleri de yaşanan olayın etkisiyle kısa bir süre yoğun olarak
birbirlerine anlatır dururlar. Böylece insanlar, duygularını ve düşüncelerini
ifade ederek rahatlar. Hâlbuki bizlere bu deneyimler bilgi üretmek için eşsiz
fırsatlar sunar. Ancak bu deneyime ilişkin olarak asıl sorulması gereken soruları
unuturuz: “Sorun nedir?”, “Sorunun nedenleri nelerdir”, “Bu sorunu bir daha
yaşamamak için bireysel ve toplumsal olarak ne gibi düzenlemeler yapılmalıdır”,
“Bu deneyimden ne öğrendik”, “Deneyimden öğrendiklerimizi yazılı hale getirerek
nasıl bilgiye dönüştürürüz”.
Bu tür tepkisel yanımız, bizim bilgi toplumu değil de deneyim toplumu
olduğumuzu kanıtlar. Çünkü dere yatağına ev yaparken ya başkalarına sorarız ya
da anlık ihtiyaçlarımız baskın olur. Bu seçimin olumsuz sonuçlarına yönelik
üretilen bilgilere başvurmadan karar veririz. Neden bu şekilde karar veririz?
Bu sorunun yanıtı toplumsal tarihimizde gizlidir. Çok ilginçtir ki Türkiye
İstatistik Kurumu verilerine göre, 1923 ile 1975 yılları arasında nüfusumuzun
%90’ı kırsal alanda yaşamıştır. 1975’ten sonra hızla şehirlere göç
başlar ve tam tersi bir tablo ortaya çıkar. Eğitim-öğretim düzeyi düşük
bireylerin şehirlere gelerek kendi deneyimleri ile yaşam kurma telaşında
oldukları bilinir. Çok daha ilginci bu insanlara yön verecek ve uyumlarını
sağlayacak bilgi temelli uyum programlarının neredeyse hiç olmadığı görülür.
Sonuç olarak; gecekondulaşma, gettolaşma, çarpık yapılaşma vb. sorunlar ortaya
çıkar. Bu deneyimler, bize bireysel ve toplumsal dönüşümlerin neden yavaş
olduğu gerçeğini göstermektedir.
Sonuç olarak, yaşam hızla akmaktadır. Gelişimin en önemli ilkesi,
“gelişimin geri döndürülemez” olduğudur. İnsanları diğer varlıklardan ayırt eden en önemli özellik, insanların
yüksek düzeyde öz düzenleme kapasitesine sahip olmalarıdır. Ayrıca
bütün ilahi dinlere göre, insanların bu dünyada var olmalarının en önemli amacı
onlara emanet olarak verilen öz düzenleme kapasitesini kullanarak, onların
sonsuzluktaki yerlerini belirlemeleridir. Bu gerçekler, bize her iki
dünya için gerek bireysel gerekse toplumsal olarak bilgi temelli öz düzenleme
yapmamız gerçeğini haykırmaktadır. Bütün dünya bilgi çağından teknoloji çağına
dönüşürken bizim bu sürece duyarsız kalmamız mümkün değildir. Bu cennet vatanda
yaşayan biz de geleceğe güvenle bakabilmek ve tekrar tekrar aynı sorunları
yaşamamak için her bir deneyimi, bilgi üretmenin eşsiz bir fırsatı olarak
görmeliyiz. Benmerkezci bir şekilde düşünmekten vazgeçip bilgiye
başvurup, ortak akıl oluşturup geleceğe yürümeliyiz.