Hayret -1
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Görüntünün kanıt sayıldığı, eğlencenin baş tacı, birinci sınıf haber
muhtevası ve inandırıcılığın ölçüsü olduğu şimdiki zaman, geçmiş zamanda bir
ekim alanıydı. Ne oldu da anımızı yaşamaktan anımızı paylaşmaya giden bir yolda
bulduk kendimizi; bu yolun yolcusu olmayınca oyun dışı bırakıldık, pasif ve
korkak sayıldık? Yolun sonu neresiydi, bizi ne bekliyordu?
Alışmaya alışmak, değerlerin değersizleşmesi gibi… Hem biçim hem de
mana itibariyle birbirine çok yakın iki söyleyiş. Çağrışımları olumlu, fakat
kendilerinden türeme bir olumsuzla sınandıklarında âdeta yok oluyorlar. Sıfırla
çarpılan her rakamın başına geldiği gibi… Birbirini yok ederek varlık göstermeye
çabalayan bir kelime oyunu. Tıpkı anı yaşamaktan çok paylaşmayı reva gören yol
düzeneği gibi… Bugünkü “biz” olma savaşında, “biz” olmaya kalkışırken sağdan
soldan kimi yavaş kimi hızlı azalışımızı, parçalanışımızı anlatıyor en
kestirmeden.
Günümüzde değerlerin değersizleşmesi üzerine kafa yorunca ilk önce
insanlığın yeni ayinesi sanal medya geliyor hatıra. Muhatap olan herkes gördü
ve bildi ki o sayfalarda çokça değer ve değerli değersizleşti. Nadideleri ve
nadirleri, en cüretkâr biçimde “alışıldık” hâle getirdi.
Oysa bizi sonsuz biçimlenme ihtimalleriyle şımartan sanal medya, bir
sonuçtu. Süregiden bir yapılanmanın sosyolojik bir sonucu. Sosyolojik demek,
meseleye yersiz bir sınırlama getirip sancılı hâline terk etmek gibi geliyor.
Elbette bu görünen bir sonuç. Bir de içimizde ve yalnızca kendimize yansıyan
hissî sonuçlar var. Diğer taraftan insanlık tarihine duygu durumu yaralı,
insafı eksik, bencilleşmiş portreler ekleyerek antropolojik başka sonuçlar da
çiziyor.
Nitekim sanal medya ve oradaki var olma tercihlerimizin, insanlığın
görsel/görüntü imtihanları ve tecrübeleriyle ilişkilendiği gerçeği
küçümsenmemeli. Bu sürecin de genetik bir tarafı var. İletişimin
kromozomlarındaki sapmayla yoğrulu bir sebep, bugünkü sonucu doğurdu. Fecaatin
âlâsını içerse de bunun suçlusu sanal ortamlar da değildi. Olan biten bütün
sıkıntılar kullanıcılardan ileri geliyordu. Ancak bu kullanıcıların da
kendilerine dönük birer hikâyesi vardı. Öyleyse aşikârla gizlinin hükmünü
birbirine karıştıran, insanın değerini azaltan bu sapma neden ileri geliyordu?
Sapmaların kişisellikten bütüne aktarılan sancıları hakkında konuşmak,
bu yazının harcı değil. Ancak yapay görüntü tecrübelerinin devasa domino
taşlarını düşürmesine sebep kelebek etkileri üzerinde durma imkânımız var.
“Anlık”la kuvvetli bir bağlam oluşturan sanal medya alanlarını daha
net kavramak için, eskimiş olan, tozlu ve uzak raflara kaldırılan “naklen”
deyişine bir uzanmak lazım önce. Televizyonların reyting savaşını perçinleyen ve
televizyonla insan ilişkisine yeni heyecanlar getiren naklen yayınların,
“paylaşım” sınırsızlığını ortaya koymakla sıkı bir ilgisi var.
Aya çıkan ilk insanın görüntülerinin meydana getirdiği heyecan, naklen
görüntünün değerini küresel bir noktaya taşıdı. Yaşandığı anda bütün dünya ile
beraber o tecrübeye tanıklık etmenin meydana getirdiği ortak bir heyecandı bu.
Teknolojiye ve onun sağladığı görüntü cihazlarına bambaşka bir değer
yüklüyordu. Çünkü imkânsız olduğu düşünülen bir iş gerçekleştiriliyor ve hayal
kadar imkânsız olan bir tanıklık yaşanıyordu. Bu yollar bizi, bugün internet
dilinde “live: canlı” olarak isimlendirilen, neredeyse her yaştan kişinin
başarabildiği basit ve interaktif bir alışkanlığa taşıdı. Ayda yürüyen ilk
insanı izlerken koltukta kahve içmeye ve aynı anda ayda olmaya imkân veren bir
keşifti bu. Nerde olursanız olun, olduğunuz yerden bütün dünyaya ulaşabilmenin
ilk işaretiydi.
***
Künye: Hayret; Bir durum veya
bir şey karşısında ne yapacağını, ne hüküm vereceğini bilememe, şaşırma,
şaşırıp kalma, şaşkınlık; şaşkınlık ifadesi olarak kullanılır; şaşılacak şey
anlamlarına gelir (Kubbealtı Lügatı)