​Hazım

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

Doğu’yu sefil ve hastalıklı gören yaklaşım, Batılılaşmayı “hastalığa” merhem ya da kalkındırıcı güç olarak baktığından beri, bu fikirden yana ve karşısında olmak iki ayrı kutbu temsil etti. Tanzimat bu tartışmaların çatısına yerleşti ve ayrışmayı başlattı. Sonraki Jön-Türk, İttihat ve Terakki gibi oluşumlar, bunu bir şekilde devam ettirdi. Nitekim Cumhuriyet Batılılaşmanın en keskin dönemeci oldu. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir, anlayışıyla Batılılaşma şiddetini arttırdı.

Toplumun özüne ve irfanına sıkıca bağlı kalma arzusunu diri tutanlar, fazlasıyla Batılılaştığımızı ve bunun aşındırıcılığını düşünürken toplumsal bölünme, çatışma ve yitimler Batıcılara yetmedi. Ne zaman irfan yürüyecek yol bulsa balyozu indi tepesine. Temel taşlarına dinamit kondu. Bu darbe ve sabotajlar yüzünden kimi yapılar zar zor ayakta kaldı, kimileri ayakta görünse de sallantıya müptela oldu, kimileri de zaten yıkıldı.

Yıkıcı manada, kökü ve özü inkâr eden Batıcılığın ve Batılılaşmanın artık nerde başlayıp nerde bittiğine vâkıf olduğumuz söylenemez. Kapitalizm, çizgileri silikleştirdiğinden bu yana pragmatist (faydacı) ya da oportünist (çıkarcı) bakış, toplum içinde “kitabına uydurma” formülünü besledi. Evet, bu küçümsenmeyi hak eden ideal kısırlığına, kolaycılığa, bencilliğe delalet ediyordu. Teknolojinin kıyı köşe yerleşmesinden sonra Batılaşma ile ilgili tartışmalar da farklı yönlere kaymaya başladı.

Mehmed Âkif’in beyanında netleşen “yalnızca tekniği alalım” anlayışı, teknoloji ve iletişim çağında kendini imha ediyor neredeyse. Artık kültür, tekniğin/teknolojinin bir parçası olarak geliyor. Akıllı telefonları alıp onları yöneten yapay zekânın yaptırımlarından kendinizi arındıramıyorsunuz. Yaklaşık 10 santimetrekarelik ekranlardan yayılan baskın kültürden kaçmanın bir yolu yok. Bu akışa malzeme olmak ya da aracılık etmekle etmemek arasındaki sıkışmışlık Doğulu muyuz yoksa Batılı mı, sorgusunu gölgede bırakıyor.

Peki bütün bu tartışmalar hangi insan için sürüp gidiyor?

Okullarda coğrafya ve kültür aidiyetini ortaya koyan kuşatıcı bir öğretim sisteminden yoksunuz. Teknolojik bütün imkân ve ona aracılık eden fikirleri, doyasıya eğlenceyi Batı’dan alan gençliğin algısındaki Batı, üst seviyedeki yerini koruyor. Çünkü kendi üretiminin dahi yer yer maskotu hâline gelen, sistem kurgusunu insanilikten uzaklaştırdıkça şiddete ve hayvaniliğe meyleden Batı, bütün yenilgilerine rağmen bir ideal merkez olmayı sürdürüyor. K-pop gibi yeni binyıl bağımlıklarının coğrafyası Doğu olsa da Batı güdümlü tasarımları ve insanı malzeme yapan ve iradesini askıya alan kodları yüzünden Batı’dan başka bir şeyi anlatmıyor ve özendirmiyor.

Mekânlar, yerler, kültürler birbiriyle hiç olmadığı kadar yaklaştı ve karıştı. Lakin dijital dünyanın bu yaklaştırıcılığının en önemli kısmını sanal imkânlar sağlıyor ve her biri birer yansıma olarak hayatımıza giriyor. Kişi olarak o mekân ve kültürlerin, o insanların ve geleneklerin içinde var olmuyoruz. Yansımalardan kendimize göre bir yorum çıkarıyor ve yansıtılan miktarınca bilgi sahibi oluyoruz. Popüler kültürün küreselleşme süreci de bu şekilde yaşandı. Cazip olanın çoğunluğun tercihi olduğu kadar arzın da kitlesel kabulü olduğunu sık sık unutuyoruz. Günün sonunda kimliğimize ve özümüze dair geriye ne kaldığı, bize en iyi gelecek şekilde günü yaşayıp bitirme noktasında muhasebe yakmak, bu iletişim cinnetinde her gün biraz daha zorlaşıyor.

Gündelik, sıradan hayatın içinde kendinin kendine yetip yetemediğine, etrafına bir faydası olup olmadığına, tecrübelerinin onu hangi noktaya taşıdığına dair fikir yürütmeye -iletişim yoğunluğu yüzünden- vakit bulamayan kişi için, geçmiş, bugün ve gelecek adına bir yorum getirmek, kök ve âti bilincini inşa etmek nasıl mümkün olur?

Sahi Batıcılık ya da Batı karşıtlığının temel noktasını oluşturan manevi kazanç ve kayıp noktasında neredeyiz, tartışmaları hangi insan için sürüp gidiyor?

Hiç şüpheniz olmasın, Batı’nın tekniğine de kültürüne de inanç geleneğine de teslim topluluklardan biriyiz. Çünkü yaşadığımız aşınmanın farkına varamadık hâlen. Her gün medyaya yansıyan olaylar, tartışmalar, suçlar, nöbetçi mahkeme ihtiyacının doğması, hızlı yozlaşma, manevi çatışmalar, maddeye tapma eğilimi bunu gösteriyor.

Gününü hazmedip kendini yeni güne hazırlamak pratiği eksik, ancak bu eksiğinin şuurunda olmayan biri için uzak ve yakın dünya ve insanlık hâllerine dair kayda değer bir yorum getirmek ne kadar mümkün?

Tespit, çare ve hazım ne kadar mümkün?

***

Künye: Hazım; Arapça kökenli bir kelime olup yenen şeylerin vücutta değişikliklere uğrayarak kana karışacak duruma gelmesi işi, sindirim; şikâyet etmeden katlanma, basit kusurları mesele yapmama, içinde eriterek tahammül etme anlamlarına geliyor (Kubbealtı Lügatı).