29 Ekim 2015

HDP’nin ‘İnadına İnat’ı…

HDP'nin 1 Kasım Genel Seçimleri için seçtiği slogan ‘İnadına…' sözüyle başlıyor.  

İnadına beraber… İnadına umut, sevda, kardeş, barış, ağaç, hayat, insan, kavga, özgür

Bizim solun büyük bir kibirle her daim tekelinde tuttuğu ve adeta başkalarını kullanmaktan men ettiği kulağa hoş gelen kavramların hepsi var anlayacağınız. Bunların ‘İnadına…' isteniyor olması sizde ne çağrıştırıyor bilemem ama benim takıldığım ‘inatçılığın' çok matrah bir şey sanılmasının düşünmelere inatla devam ediliyor olmasındaki ironi.

Sloganda olumlu bir niyet yükleniyor da olsa ‘inat' ve onun eyleme dökülmüş hali olan ‘inatçılık' oldum olası sevimsiz gelmiştir bana.

İnadına sevmek de inadına özgürlük de inadına kardeşlik de arızalı görünür ve maalesef sözcüklerin ardına gizlenmiş buyurganlık, bedhah bir zorbalığın varlığını hissettirir hep.

İnat, daha işin başında ‘dediğim dedik' diyen bir istibdatçılığın adıdır aslında.

Diyalogları reddetmenin, müzakerelere yanaşmamanın, düşünsel farklılıklara aklı ve yüreği kapatmanın, mülâhaza alışverişlerine yasak koymanın da.

Çünkü bir şeyin doğru veya yanlışlığına insanın (ve de grupların) kendi kıymet, birikim ve deneyimden öte beklenti, çıkar ya da hesapları ışığında karar vermesinin iflah olmaz iddiacılığıdır inatçılık.

‘Nuh deyip peygamber dememek' haline ömürleri gönüllü törpületmenin halidir.

Karmaşık bir ruh halinin biçimlendirdiği düşünce ve isteklerde inadına direnmek, çok mühim bir şeymiş gibi sorunlu ve hastalıklı bir tavrı her defasında sergilemenin sersemliğidir.

Kibrin, gururun, cahilliğin, bencilliğin, kendini beğenmişliğin tavan yaptığı bir karakterin bezdirici dışa vurumudur.

İnsanın içine düşen kurttur da inat. İnat edeni yiyip bitirirken, ona dert anlatma konusunda deveye hendek atlatmak zorunda kalanın da tükenmesine sebep olur.

Karanlık bir kuyunun içinde ışığa ayak diremektir de inat. Işık yandığında dahi gözü kapalı tutup ‘görmüyorum' diye çığlıkla direnmenin en ahmak halidir.

Ya da narsislikle boğuşandır inatçı. Hastalık düzeyinde kendisini beğenenin büyüklük kuruntusunu kuşanması, kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Aşırı önemseme duygusunun insanı gerçeklikten koparmasıyla ortaya çıkan abartılı özgüvene teslim olmasıdır.

Çıkarcı ve bencildir de inatçı olan. İnsanın marazi ölçülerde kendine önem vermesidir, burundan kıl aldırmama halidir. Kendisine dair isteklerde körü körüne diretmesi diğerlerinin istek, düşünce ve duygularını kaale almamasıdır. 

Cahilliğinin en önde giden halidir. Aklın, bilginin ve deneyimin gücünden ve erdeminden yararlanmak yerine ömürleri yararsız ve lüzumsuz bir hisle talana sunmanın mantıksızlığıdır.

Bütün bunlar varken doğal olarak inatçı kişilerle yaşanacak huzurlu anların süresi kelebeğin ömründen dahi kısadır. İnatçıyla yaşam diken üzerinde oturmak gibidir çünkü. Hayatı hiç ummadığınız bir zamanda hiç olmayacak bir sebepten ötürü zehir etme potansiyelini taşır.

HDP'nin İnadının bende ilk çağrıştırdıkları bunlar maalesef.

Kürt Halkı ve Türkiye Solu adına 7 Haziran'da kazanılan tarihi fırsatı büyük bir inatla yok ‘Devrimci Halk Savaşı' gösterişçiliğine, yok ‘Özyönetim' komedilerine, yok ‘Seni Başkan yaptırmayacağız' saçmalıklarına kurban edilmesine şahit olduktan sonra inada dair düşüncelerimin yanlış olmadığımı görüyorum.

Hele de ‘İnadına…' sözcüğünün ardına bütün o değerli kavramları dizmenin pratikte hiçbir anlamının olmadığını gösterircesine son 4-5 aydır yaşanan ‘cehennemsi' zamanlarda HDP'li yöneticilerin takındıkları tavır ve söylemler ortadayken.

Sonuç olarak sabır, şecaat,  gayret, azim, metanet gibi ‘mücadele'ye daha yakışır haller varken sürekli geçimsizliğin, bencilliğin, kibrin, üstenciliğin dilinin tercih edilmesi gerçek niyetleri sloganlar da dahi gizleyemiyor.

Tıpkı ‘Dervişin fikri neyse zikri de odur' misalinde olduğu gibi.