Her gün Aşura

Ramazan ayını iftar sofrasına, Muharrem ayını aşure tatlısına indirgediğimizden beri toplumca pek bir rahat içimiz.

Diyet havasındaki oruçlarımızı iftar mönüleri konuşarak tutuyoruz.

İslam tarihinin en trajik olayını, aşure pişirip sosyal medyada paylaşarak uzaklaştırıyoruz hafızamızdan…

Aşura'yı kastediyorum, evet.

Hicretin 61'inci yılında, Muharrem'in 10'uncu günü yaşanan o kanlı katliamı…

Tarih kitapları aşağı yukarı aynı anlatıyor…

Hz. Peygamberin torunu Hüseyin, Muaviye'nin zorla iktidara gelen oğlu Yezid'e boyun eğmeyi reddettiği için 72 yol arkadaşıyla birlikte Kûfe'ye gitmek üzere yola düşer.

Ancak zalimin ölümcül gücü, doğrunun yanında olanları sindirmeyi, onlara geri adım attırmayı başarır.

Peygamber torunu, ailesi ve beraberindekiler, katliam öncesinde kuşatmaya maruz kalır, bir damla suya muhtaç bırakılır.

Sonrası malum… Tarihe yeni bir utanç sayfası açan kanlı bir katliam ve günümüze kadar ulaşan matem…

Peki, katledilmemenin bir yolu yok muydu?

Hüseyin, ailesini ve yanındakileri ölüme sürüklemekten geri duramaz mıydı?

Elbette olabilirdi.

Önlerinde başka seçenekler de vardı.

Zulme boyun eğebilir, hatta politik davranıp zalim hükümdarın kanatları altında rahat ve konforlu bir hayat sürebilirlerdi.

Ama yapmadılar.

Zillet içinde yaşamak ve inandıkları doğrulara ihanet etmektense, önce mücadeleyi, sonra izzetli bir ölümü tercih ettiler.

Aradaki güç dengesizliği, karşılarında duran tam teçhizatlı binlerce asker, içlerinde kadın ve çocukların, hatta bebeklerin bulunması onları yollarından döndürmedi.

Çağlar boyu, nesilden nesle aktarılacak bir özgürlük mesajı bıraktılar miras olarak…

Zalimin karşısında eğilmemeyi öğrettiler.

Zulme sessiz kalmanın, o zulme ortak olmak anlamına geleceğini anlattılar…

O mirasa, bugün de sahip çıkıyor Müslümanlar.

Yüreğinde Ehl-i Beyt sevgisi taşıyan milyonlar; Filistin'de, Suriye'de, Mısır'da zulme boyun eğmemek için canları pahasına mücadele verdiler, veriyorlar…

Üstelik bunu yaparken karşılarında benzer düşmanlar var.

“Ben de Müslümanım” diyen zalimler, Allah resulünün yolundan yürüyen Müslümanları katletmekten zerre kadar imtina etmiyor.

Her yer Kerbela artık ve her gün de aşura…

Kâh Rabia meydanında akıyor inananların kanı, kâh Şam'da, Hama'da…

Hüseyin'in kundaktaki bebeği nasıl katledildiyse, öyle can veriyor masum çocuklar bombardımanların yerle bir ettiği evlerin enkazında…

Yezid'i örnek alan zalimler, zulümlerinde öyle ileri gidiyor ki vahşetlerini anlatacak, yüzlerine karşı iktidarlarını yalanlayacak Zeynep'ler bile kalmıyor geride…

Kerbela çölünden yayılan ateş, bütün bir İslam coğrafyasını kavurmaya devam ediyor.

Zulüm var oldukça, mücadele de var olacak.

Ancak zulme karşı çıkmak için, zulmü unutmamak, unutturmamak önemli.

Elbette aşure pişirelim, Nuh tufanından kurtuluşu anlatalım çocuklarımıza, geleneklerimizi yaşatmaya devam edelim.

Ama Kerbela'yı anlatmayı, zulme karşı durmanın önemini öğretmeyi de unutmayalım.

Yoksa “şeker” bayramından farkı kalmayacak “Aşura'nın”…