16 Aralık 2016

Her Halep yeni bir Halep’in tuzağı olmasın…

2012 yılından bu yana muhaliflerin elinde bulunan Doğu Halep'le birlikte Halep bütünüyle düştü.

Karadan İran yanlısı milisler ile Lübnan Hizbullahı'nın, havadan Rusya'nın desteğini alan Suriye ordusu Temmuz ayında kuşatma altına aldığı şehri geri aldı. Üç aylık kuşatmanın ardından Kasım ayında büyük bir taarruza girişmişti Rejim yanlıları. Bu haftaya girildiğinde ise kentin yüzde 98'i geri alınmıştı bile.

Onca zamandır süren kuşatma doğal olarak kaygıları artırdığından Türkiye ve Rusya bölgede kalanların tahliyesi için epeydir bir plan üzerine çalışıyorlardı.

İnsanın kendi neslinin elinden çektiği dram hiç bitmedi, bitmeyecek de…

Bu kez de Halep'in geri alımında yaşanacaklar bir yandan şehrin yorgun ve yaralı sakinlerini bir yandan da Suriye dışındaki duyarlı yürekleri yeni korkulara salıyor.

Kendi soyunu iyi tanıyor insan. Savaş denilen cehennemin travmasına kapılmış hiçbir taraf ne kadar söylenirse söylensin adil olabilmenin iplerini tümüyle elinde tutamıyor çünkü.

Gerek yazılı ve sözlü basın gerekse sosyal medyada yaşanması muhtemel acılara, kederlere dair binlerce duygu ve düşüncenin paylaşılması çokça ondan.

Halep'ten ulaşan en son haberler sivillerin tahliyesi için çalışmaların devam ettiği yönünde. Türkiye ve Rusya'nın ortak çalışmasıyla varılan anlaşma sonrası Doğu Halep'teki muhalif savaşçıların ve sivillerin tahliyesine başlandı.

Birinci gün, 20 otobüs ve ambulansın ilk konvoy olarak muhaliflerin kontrolü altındaki bölgeye ulaştığını geçti toz duman içindeki ajanslar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ilk etapta 1150 sivil ve yaralının İdlib'e getirildiğini açıkladı.

Haberlere en son düşen ise daralan yürekleri daha da daraltan cinstendi. Tahliyelere ateş açıldığı ve konvoyun geri dönmek zorunda kaldığı söylendi. Şükür ki özellikle Türkiye'nin önceliğinde yürütülen diplomatik görüşmeler sonunda ateşkesin ve tahliyenin yeniden başlaması sağlandı. Bombaların, kurşunların hayatı tarumar ettiği Halep'te anlaşma gereği tahliyelerin 20'şer otobüslük konvoylar halinde süreceği belirtiliyor.

Türk yetkililer ve uluslararası yardım kuruluşlarına göre, tahliyenin üç aşamada yapılması planlanıyor. İlk etapta hasta ve yaralılar, ikinci etapta korumasız kişiler, son olarak da savaşçılar çıkarılacak Halep'ten.

Ateşkesin bozulmaması için konvoylara yol boyunca Rus askerleri eşlik ediyor. Rusya ayrıca konvoyları insansız hava araçları ile havadan takip ederek güvenliği sağlıyor.

Kaçtır bu acıları yaşıyor insanlar?

Kaçtır arlanmaz bir hırsla bir yandan yakıyor, yıkıyor, kan döküyor, katlediyor, işgal ediyor sonra da tahliye ediyor, sayısını hatırlamak dahi zor.

Biz sıradan insanlar sözde çoktan ezberledik bu türden her savaşın sorumlularını… Mesela bu sefer ki cehennemi yaşatan da başta İran olmak üzere Rusya, ABD, İngiltere ve İsrail (mi sadece?)

Asıl sorumluların bu saydıklarımızın olduğunu söyleyip dursak da gerçek gerçekten öyle mi?

Dikkat ediyorum kendimizce aynı siyasi kulvarda olduğumuzu sandığımız gazete ve kalemler dahi ürkütücü bir pervasızlıkla kullandıkları dilin farkında değiller.

Halep'e dair tepkilerini dillendirirlerken neredeyse altını çizercesine sürekli ‘İran destekli Şii milis güçleri' diye başlıyorlar laflarına. Halbuki sayfalarına ve yazdıklarına dönüp bakılsa bölgede yaşananların bir Sünni-Şii çatışmasına dönüşebileceği tehlikesine dair uyarı dolu çok yazılar görebilir.

Peki neden ısrarla ‘Şii' veya ‘Şia' vurgusu yapılıyor?

DEAŞ'a İŞİD dememek için neden o kadar çaba harcandı? Çünkü Irak ve Şam İslam Devleti vurgusundaki ‘İslam Devleti' vurgusunun yanlış algılar yaratması rahatsız ediciydi.

O halde ne oluyor da olup bitenin farkında olduğunu düşündüğümüz kişiler dahi kendilerini mezhep üzerine kurgulanan kirli algıya kaptırabiliyorlar kolayca?

Ne oluyor da sürekli Cumhurbaşkanının ‘Ben ne Şii'yim ne Sünni. Ben Müslümanım', ‘Beni burada (Irak'ta) ne Şia ilgilendirir ne Sünni. Beni Müslüman ilgilendirir' sözünü yabana atarcasına herkes aslına rücu ediyor?

Hani Ortadoğu'da süregelen savaşların en önemli sebeplerinden biriydi ‘mezhep fitnesi'?

Erdoğan'ın ‘Mesele, İslam dünyasında bir mezhep çatışması olsun ve İslam dünyası kendi içinde paramparça olsun.' Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de Lübnan'da yaşanan görüntülerin gerisindeki en önemli sebebin mezhep fitnesi olduğunu biliyoruz' sözlerine dün hak verenler neden bugün her defasında sözlerine nefret dolu ‘Şii' ya da ‘Şia' ekleriyle başlıyorlar?

Haçlı dünyasının her Müslüman devleti kendi planlarına göre şekillendirmek için yıllardır kullandığı mezhep fitnesinin tuzağına bugün hala bu kadar kolayca düşülürken, yaşanan bunca ölümün asıl sorumluları gerçekten sadece sayılan o devletler mi? Yeniden düşünmeye değmez mi bunu?

15 Temmuz ihanetini yaşatan alçaklara ‘Sünni FETÖ'cü hainler' vurgusu yapılmasının kabul edilemeyeceği bir zamanda başka katillere dair vurgularda ısrarla dinin, mezhebin, ırkın ön ek olarak kullanılması sadece yeni Haleplere gebe bırakıyor hayatımızı...

Dilin ve yüreğin önemi barışta değil asıl savaşta ortaya çıkıyor.