09 Ocak 2016

Hey şaşkın insan! Sen neyin derdindesin?

Zıvanadan çıkmış insana aldırmıyor hayat, bir su misali kendi demince akıp gidiyor parmaklarımızın arasından.

O hayat ki ister kan, vahşet, ölüm içinde parça parça oradan oraya savrulan çocukların, kadınların, yaşlıların çığlıklarına kulak tıkamış kanlı bir diktatörün düşleriyle yaşansın…

İsterse demokrasi, hak-hukuk, özgürlük maskelerinin birini indirip birini takarken, gözler önünde yaşanan insanlık dramını kirli standartlara vuracak kadar düşebilen sahteliklerle.

İster afyonlanmış duyguların tetiklediği hendeklerde ölüp, öldürmenin tekinsiz ruh hallerine kapılmış gençlerin hayatı talan edişini alkışlayan bir verimsizlikle aksın…

İsterse zalim bir firavunun derdine karda kışta evinden ocağından kopmuş, bir nefeslik lastik botlarla denizlerin soğuk ve çılgın sularına bedenini savuran kadersizlikle.

İster tantanalı hayatların ortasında ‘şükürsüz' bunalımlar yaşayıp, hayatın bütün yükünü en çok çekenin kendisi olduğunu düşünen bir mirasyedinin şımarıklığıyla yaşansın…

İsterse ‘daha fazla' isterilerine tutulmuş zalimlerin, çakalların, hırsızların hükmündeki şehirlerin ölüm kokan sokaklarında ot, böcek, hayvan ve hatta ölü insan bedenleri yiyecek kadar açlıkla sınanmasıyla.

İster ‘vur patlasın çal oynasın' bir ilgisizliğin ortasında üç kuruş bahşedilen alın terlerini gasp etmek için kırk takla atan, değer bilmez, vefa tanımaz bir tekinsizin hayatı olarak yaşansın...

İsterse pırıl pırıl yüzü, yüreği, gönlü ve aklıyla yoksul ve yorgun hallere aldırış etmeden onu her can için daha iyi ve güzel yapmanın derdine düşmüş bir insan, bir derviş, bir âlim, bir abdal, bir sanatkâr, bir çerçi haliyle.

Biz ölümlüler misali ahlayıp puflamadan, sabırla milyarlarca kez yaptığı gibi zembereğini devirdikçe zaman, o çok değer biçtiğimiz hayatlar da kederinden peri perişan olduğumuz ömürler de tükenecek vakti zamanı geldiğinde.

Evrenin tam orta yerine asılmış kusursuz sayaç an, saniye, dakika, saat, gün, ay, yıl diye adlandırdığımız zamanı tükettikçe, yaşadığımız hayatlardan dolayı imtihana çekileceğimiz sonsuzluğa yaklaştıracak hepimizi.

***

Yani ipini koparmış insana aldırmıyor hayat, bir su misali kendi demince akıp gidiyor gözlerimizin önünde.

İster donmuş gecelerin zifiri karanlığında Allah'ın sıcak bir yaz gününde bir kez dahi güneşlenme lütfüne eremediğiniz el sahillerine vuran kimsesiz bedenlerinizle çıkın son yolculuğunuza…

İsterse sımsıcak albenili köşklerinizin rahat yataklarında verdiğiniz nefesin ardından binlerce insanın elleri üzerinde büyük bir ihtişamla.

Fani dünyanın bütün zahiri nimetlerine, payelerine, statülerine, huylarına ve karakterlerine veda edileceği gibi bütün acılarına, kederlerine, yokluklarına, itilip, kakılmalarına da veda edeceğimiz vakitlere taşıyor zaman bizi.

İyiden, güzelden, sevgiden yana uğraşıp bitap düşmüş gönüllerin ferahlayacağı zamanlar da; iyiye, güzele, sevgiye aldırış etmeden hayatları heder edenlerin kara bulut misali kasavetleneceği zamanlar da o vakit başlayacak.

Bizleri hayatın zamanın öteki yüzüne geçirecek kapının eşiğinden itibaren herkesin yaptıklarının ve yaşadıklarının hakça ve adilce imtihana tutulacağı şaşmaz bir tartının kefesine yerleştirileceği mehabetli zamanlar…

***

Ömrümüzden çekip giden her saniye bizi Yaradana biraz daha yaklaştırırken O'nun cennetinin de cehenneminin de bu hayatta sınandığını unutup duruyor şaşkın insan.

Bir göz açıp kapayıncaya kadar geçen hayatın ardından gelen ‘ölüm'e milyarlarca kez şahit olmasına dahi aldırış etmeden günahtan günaha savuruyor kendisini.

Bedenlere nefsini üfleyen Kudretin, ‘Erkek olsun kadın olsun; kim mü'min olarak salih bir amel işlerse, artık ona elbette hoş bir hayat yaşatacağız! Ve muhakkak ki onlara (ahrette) mükâfatlarını, yapmakta olduklarının daha güzeli ile vereceğiz' (Nahl, 97) buyurduğunu aklından çıkarıyor.

Yüreğinin temizliğinden mesul olduğunu unutup, kibirlerin, kıskançlıkların, kirli ihtirasların, ihtiyacından fazlasına sahip olma dürtülerinin, şeytani zevklerin kamçıladığı öfkelerin, fenalıkların, tilkiliklerin tezgâhında öğütüyor Allah'ın lütfü hayatı.

Ne zıvanadan çıkmış hâli, ne ipini koparmış hâleti hayatın bir gün biteceğine takılmıyor. Hızla kirlenip, kirletiyor insan, sonunu bilmeden, kestirmeden.