15 May 2017

Hiç Yılmasın, Oğlum, Gözünüz!

Medeniyet'i bir zamanın, dönemin veya milletin malı sanmak onu anlamamaktır. Medeniyet yazılı kaynakların bize ulaştırdığı kayıtlardan itibaren bakacak olursak, Sümer'den Eski Yunan'a oradan Mısır'a Mısır'da kendini rahat hissetmeyince Harran-Antakya sahasına bilahare Beytü'l-Hikme çağı ile Bağdad'a-Endülüs'e ve Maveraünnehr'e, Nizamiyeler yoluyla geniş bir alana yayılır ve nihayet Endülüs-Sicilya ve Haçlı Seferleri sırasında İslam coğrafyasından bugünkü son durağı Batı Avrupa'ya intikal eder. Bu bakımdan medeniyet derin akam bir ırmaktır. Yatağını uygun yola, kendine kanal kazanlara doğru değiştirmek gibi bir âdeti vardır. En önemlisi ise değerini bilene peçesini açar, sırrını ifşa eder. İntikali bir süreç ve bazı şartların yerine gelmesine bağlıdır. Bu süreci Bağdad'a intikal eden kadim ve Endülüs'ten Avrupa'ya geçişte izlemek mümkündür. Bu bakımdan temeddün meselesi bir icat, yerden fışkırma, şimşekli bir doğuş olmaktan ziyade devamlılığı olan süreçler manzumesi bir durumdur. Bir ortamdan diğerine bir gecede ani kararla geçilemez. Bu bakımdan hadari olmak hazır olmak demektir. Aklen ve ruhen bir doğuma hazır olmadan, medeniyetin o asırlardır akan suyuyla bahçeyi sulayıp yeşillendirmek mümkün değildir. Ötesi olsa olsa ideolojik mukallitlik hakikat körlüğü olur.

Medeniyetin yeşereceği iklimlerde öncelikle ciddi bir merakla/tecessüsle birlikte medeniyet ırmağında sulanmış gerçek metin tercümelerinin yaşandığı görülür. Öyle ki tarihi tecrübenin gösterdiği bu irtibat birkaç asır sürebilir ve devlet tarafından bizatihi kurumsallaşarak devam eder. Asabiyesi canlılık kazanmış olan bir irade devletin yanında hadaret ateşini de asabiyenin gereğinin doğal bir sonucu olarak yakmaya başlar. Zira asabiye devlet olmak ve bedavet halinden hadaret haline geçmek ister. Bağdad Beytü'l-Hikmesi bu gözle incelenirse bunun vaki olduğu görülür. Benzer bir tercüme hareketi Endülüs'ten Avrupa'ya intikalde yaşanır. Aristo nasıl medeniyetimize tercümelerle İbn Sina vb üzerinden kadim medeniyet ışığını taşıdıysa, İbn Rüşt ile de Batıya unuttuğu kendini hatırlatır. Burada Aristo'yu idealize etmeye çalışmıyoruz, sadece somut bir örnek olarak ifade ediyoruz. Hülasa başlayan bir tercüme hareketi zamanla kurumlaşarak okullar, kütüphaneler ve dahi yeni bir neslin ve kitapların ortaya çıkmasını sağlar. Böylece sağlam bilgi ve yöntemle otantik bir düşünce dünyası husule gelir. Medeniyet tohumu, bir bahçeye, bu kadim ve derin döngünün suyuyla buluşursa yeşerir. Yoksa yabancı dilden tefekkür sağlamayan tercümeler sadece taklitte kalan benzeşme çabalarına ve yabancılaşmaya yol açar. Felsefi arka planı bilinmeden, çerçevesi anlaşılmadan yapılacak tercümeler yama düşünce ve papağanlaşan idrakten başka bir şey sağlamaz.

Medeniyet bu derin ırmağın eseri olmakla beraber belli bir kültüre dair insanlar tarafından yeniden üretilmektedir. Yeni yüzüyle ortaya çıkarken yeni bir kıyafete de bürünür. Bir medeniyeti var olduğu yerde anlayıp ondan istifade etmek isteyenlerin süzgeçten geçirmesi gereken şey işte o medeniyetin kadim damara dair hususlarını idrak ile var olduğu kültür zeminindeki makyajını birbirinden ayır etmek zaruretidir. Mehmet Akif'in, “Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz; Sade Garb'ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz. O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin; Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin! Fen diyarında sızan na-mütenahi pınarı, Hem için, hem getirin yurda o nafi suları, Aynı menbaları ihya için artık burada, Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada” satırlarını bu nazarla okuyup anlamak gerekir. Garp mutlak değildir elbette, nihai olarak medeniyet ağacı orada yeşermiştir bu bakımdan oradaki bilimi meftunu olmadan o derin damarını yakalamak için na-mütenahi o pınarı bir zihin kanalından akıtıp yeni bir çağı var etmek talebi ile kültür politik veya ekonomipolitik tabanlı, ideolojik taklitçi bir garzedelik arasında dağlar kadar fark olacağı aşikârdır. Önemli olan kültür dünyamız içinde o kadim pınarla kendi ağaçlarımızı yetiştirmektir. Mehmet Akif'e kulak verirsek, “Bir kanaat da şudur: Sırrı-ı terakkinizi siz, Başka yerlerde taharriyle heveslenmeyiniz Onu kendinde bulur yükselecek bir millet; Çünkü her noktada taklit ile sökmez hareket”. Medeniyetin o sırlı ve pinhan yüzü samimi, çalışkan ve yola çıkanlara açılacaktır. Türk milli varlığını korumak ve geliştirmek demek olan milliyetçiliğin de esas meselelerinden biri kadim ırmağın bereketli sularını yurdun ve medeniyet dünyamızın topraklarına yeniden döndürecek yöntem ve kurumları teşkil etmektir.

Teknoloji ise medeniyetin sarfı nazar edilemez bir parçasıdır. Hayatı yaşama tarzının bir zaman ruhuna dairlerini belirleyen teknolojidir. Buradaki mesele mevcut teknolojiyi var eden bilginin öz üretim olup olmaması ve bunun finansmanının ne olduğudur. Yani insan kaynağının akıl ve bilgi açısından teknolojik var edecek muhtevaya sahip olması ve kaynakların buna ne kadar elverişli olduğu, gelirin kaynaklarının ne olduğu ve bu uğurda ne kadar ve nasıl harekete geçtiği meselesi önemlidir. Bu da zamanın ruhu, medeniyet zemininin o yerdeki seviyesi ve bunu gerçekleştirecek insan alt yapısının buna hazır oluşu önemlidir. “Çalış dedikçe şeriat, çalışmadan durdun Onun hesabına birçok hurafe uydurdun! Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya” derken Akif buna hicranla işaret eder.” diyen Akif bu ataletin acısını çeker. İdeolojik gerekçeli mızmızlıklarımızı, tembelliğimizi dini söylemle soslamak bize çare oluyor mu?  

Bütün bu anlatılmak istenen uzun bir hikâyenin hülasasının mukaddimesinin ilk paragrafı olacak mahiyette bir tespittir. Sosyal Bilimler alanında devrimsel adımlar atılmayan hiçbir yerde bu kadim ırmağın eseri görülemez. Felsefe, sosyoloji, psikoloji ve dahi tarih, edebiyat, sanat tarihi gibi alanların içinde olduğu felsefe, sanat ve din odaklı bir tefekkür ve tecessüs söz konusu olmalıdır. Edebiyat Fakülteleri bu bakımdan birer medeniyet ocağı olmalıdır. Sosyal Bilimler sınavlarda az puanlıların geçiştirildiği bir saha ve temel bilimler hayati mahiyette önemde görülmedikçe zamanı, zemini ve zihni dönüştürmek zordur. Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere! Tükürün ehl-i salîbin hayasız yüzüne! Tükürün onların asla güvenilmez sözüne! Medeniyet denilen maskara mahlûku görün, Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün! derken Akif son dönem batının ideolojik saldırganlığına karşı çıkar. Sömürge ve mankurtlaştırma düzenine tükürür, medeniyeti maskara eden teknoloji şımarıklarına, gücün şarhoş ettiği idraksizliğedir bu tükürük. Kadim medeniyetin var ettiği gücü canavar ideolojilerle maskara edenlerin, Haçlı zihniyeti ile ötekini görmeyen körlerin tavrınadır bu tükürük.

Meselemiz medeniyet ve ona daire dair bakış açımızı gözden geçirerek işle başlamaktır. Meçhulümüz olan medeniyet ırmağına doğru kanallar kazmaya ne zaman başlayacağız? Muasır olmakla medeni olmak arasındaki sarkacı entelijansiyamız bir gün fark edecek mi acaba? Atatürk'ün muasır medeniyeti aşmaktan kastı ne peki? Dinin ve medeniyetin maskara edildiği bir çağın çocukları için yol uzun ve mesuliyet çok fazladır. İşleyen kafa, çalışan el ve kendinde kendini bulan irade geleceğe bir yol açacaktır.