Hikâyesi olan camiler (3)
İstanbul aziz bir şehir. Bu şehre emek veren sanatçılar, mimarlar, âlimler, devlet adamları var. Her birisi kubbede hoş seda bıraktılar. İstanbul’da bulunan tarihi camilerimizin en büyük özelliği ise her birinin bir hikâyesi olması. Milat Gazetesi bu camilerimizin hikâyelerinin üçüncü bölümünü sizlere sunuyor. Tarihi eserleri bugünlere getiren herkese teşekkür ediyoruz. (Fahri Sarrafoğlu)
1- Bu
caminin yapımı 5.5 ay sürdü : Binbirdirek Mahallesinde bulunan
DİZDARİYE Cami’nin yapılış tarihi 1505’dir. Yaptıran ise Mehmet Said
Çelebi’dir. Ayvansasârayî’nin kitabında “Yeniçeri Efendisi Mehmet Said bin
İbrahim Efendi” olarak kayıtlıdır. Mehmet Said Çelebi, Bayezid Camii inşaatında
mutemet olarak çalışmış, o camiden kalan inşaat malzemeleri ile Dizdariye Camii’ni
yaptırmıştır.1505 yılında, beş buçuk ayda tamamlanan caminin minberini
Hasodabaşı Hasan Ağa koydurmuştur. 1519 tarihli vakfiyesine göre, bu yerde bir
de muallimhâne yaptırılmıştır. Camiyi, Sultan II. Abdülhamid 1898 yılında tamir
ettirmiştir.
2- Sultan Ahmet Camine ilk temel atan ve ilk vazı veren
o zat kim?
Osmanlı âlim ve velilerinden. Halvetiyye yolunun Şemsiyye kolu kurucusu
Şemseddîn Sivâsî Eyüb Nişancası’ndaki evinin bahçesinde defnedilen bu zat-ı
muhterem, Sultan Ahmed Câmii yapılırken,
temel atma merâsiminde bulunup, duâ etti. Ayrıca temele ilk taşı koydu. Sultan
Ahmed Câmiinin yapımı tamamlanıp ibâdete açılınca, ilk vaazı da yine bu Allah
dostu verdi. Ölünceye kadar bu câminin
vâizliğini yürüttü. Hatta daha ilginç olan ise vefat ettikten sonra yerine
oğlunu vasiyet etti. Vaaz etmesi için. Ama 4.Murat 3 ay boyunca müsaade etmedi,
başkasını atadı fakat Resullah S.A.V Efendimizin rüyasında agörüp O’unun
emaneti ehline ver ikazıyla derhal O’ zatı Vaaz olarak Sultan Ahmet Camiine
atadı…
3- Teşvikiye
Camii ve Avlusundaki “ Nişantaşı”nın hikâyesi: Cami bahçesindeki Nişantaşı’nda Padişah 3.Selim’in
1260’gerz den (bir gez bir ok boyudur)
su testisini vurduğunu anlatmaktadır.
Diğer Nişantaşı üzerindeki yazı ise 2.Mahmut ile ilgilidir. Cami, harap
olduğu için 1854 yılında Abdülmecit tarafından yeniden yaptırılmıştır.
Teşvikiye Camii, diğer birçok 19.yy camii gibi yalnızca bir dış avlusu ve
eğimli bir arazide inşa edildiği için güney kesiminde bir alt katı olan fevkani
bir camidir. Plan şeması ve üslup açısından III. Selim döneminden çok, bir
19.yy yapısı olarak yorumlanabilecek özelliklere sahiptir. Teşvikiye Camii,
Dolmabahçe Camii ve Ortaköy Cami’si ile aynı yıllarda yenilenmiştir.
4- İstanbul'da
"gemi" şeklinde yapılan tek cami:
Piyale Paşa Camii İstanbul’un Kasımpaşa semtinde bulunan ilginç camidir.
Yüksekten bakılınca gemiye benzeyen tarihî cami, Türkiye’deki tek ‘paşa camisi’
olma özelliğini taşıyor. Bu çok sütunlu Mimar Sinan anıtı, 6 kubbeli ve
dikdörtgen plandadır. 1573 yılında Denizci Piyale Paşa tarafından Mimar Sinan’a
gemi şeklinde inşa ettirilen Piyale Paşa Camiinin ortasındaki iki büyük sütuna
dayanan kubbelerin ağırlığı duvarlardaki yan direklerle temele iner. Caminin üç
tarafı kemer ve tonozludur, minaresi bunların üzerindedir. Banisi Piyale Paşa
türbesi mihrap tarafındadır. Mihrap çinileri sanat eseri olan camilerdendir.
5- Minaresinin
“aleminde” güneş saati olan Camii hangisi? Bu Camii Şerifin Banisi Muhaşşi (haşiyeci) Sinanüddin
Yusuf Bin Hüsamüddin Efendi’ dir. Muhaşşi Sinan Camii (1574), Anadolu Hisarı,
Camii sokakta, Göksu Deresine bakan bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Bu
Camimizin bir özelliği ise Güneş saatli minare alemi, olması… Ayrıca diğer
camilerden farklı olarak “Çeşmesi” Caminin, minaresinin kaidesi olmuş. (Not:
Fotoğraf için değerli dostum 15 Temmuz Şehidi Mustafa Canbaz’ı rahmetle
anıyorum)
6- Fatih
Cami “Müezzin mahfilindeki tablonun verdiği mesaj: Tablonun hikayesi kısa şöyle. Bu bilgiyi bize anlatan
Allah uzun ömür versin Emin Saraç Hocamızdır. Kendisinden naklederek aktarmaya
çalışacağım. Mimârizâde (Mihmânizâde) Muhammed Ali Bey, kayınpederi Mustafa
Sabrî Efendi’ye ithâfen yapmıştır. Sabrî Efendî hicret etmek mecbûriyetinde
kalınca, tıpkı memleketi terk eden Osmanlı Sultanlarının hânelerini talan edip,
içindeki pek çok târihî ve antik değeri hâiz kıymetli eşyaları yağmaladıkları
gibi bu konağı da yağmalamışlar, târ u mâr etmişlerdir. O yağmada bu resmi
kapan şahıs da, o ithâf ibâresini karalayarak, seneler sonra bunu Malta’da
satışa çıkarmış. Resme bir Hanımefendi müşteri çıkmış ve o zamanın parasıyla
tam bir altına satın alıvermiş.
Peki, tablo Fatih Camiine nasıl geldi derseniz onun da hikayesini yine Muhterem
Büyüğümüz Emin Saraç Hocamız şöyle anlatıyor: “Tabloyu alan bayanı göre bir
beyefendi o hanımın yanına yaklaşmış ve “Hanımefendi siz bu resmi aldınız
götürüyorsunuz ama bu resim Şeyhu’l-İslâm Mustafa Sabrî Efendinin evinden
çalınmış, talan edilmiş eşyalardandır. Gelin bunu evinize götürmeyin; Fâtih
Câmisinin bir köşesine asın da o da sizin hayrınız oluversin.” demiş. Hanım da
insaflı bir kimseymiş, “Ya öyle mi!” demiş. Hemen bir hamal bulunuyor ve işte
getirilip bu yerine asılıyor. Bu resim o tarihten beri buradadır. Câminin
boyaları yenilenirken yerinden indirmek îcâb etmiş. İndirirken de arkasını
yırtmışlardı. Çok canım sıkılmıştı. Hem Mustafa Sabrî Efendiyi tanıyor olmak
hem de hem şehrim olması hasebiyle asabiyet hislerim kabardı, kızdım. Sağolsun,
Osman Topbaş Beyden ricâ ettik, işin ehlini buldu da tâmir ettirdi. Bu resim
çok ma’nâlıdır. Bir tarafta, görüyorsunuz, Sultân makâmını temsil eden birtakım
şeyler var; öbür tarafta Kâbe-i Muazzama ve Ravza-i Mutahhara ve oraya giden
tren yolu (Hicaz demiryolu) resmedilmiş. Bu bir târih tablosudur. Bizim
sultanların gözleri, o iki makâm-ı âlîye bakar. Oraya gidecek yolları tanzîm
ederler.”
DEVAM EDECEK