30 Ağustos 2021

​Hüznü Yûnus ve Fuzûlî gibi yaşamak

Gayem, insanı hazret-i insan yapan ulvî hüznü tasavvufî türküler eşliğinde yaşamak ve ömür dedikleri dünyâ gurbetini hüznün şirazesinde tamamlamak. Türküde geçen “kalpten kalbe bir yol vardır” sözünü ancak hüzünkârlar anlayabilirler. Çünkü hüzün ehlinin kalbi var. Hüzün ve insan; bezm-i elest’te birbirine âşina...

Hüzün, dünya gurbetini mânevî hüzünle geçirmek isteyenlerin gönlüne bezm-i elest’te taht kurmuş.  Ehl-i irfana göre Hakikat’e giden yolda “hâller” tek değildir. Meramımı Yûnus’un diliyle ifade etmek istiyorum:

“Ben dert ile ah ederdim / derdim bana derman imiş.” Haddim değil ama söylemeden edemeyeceğim; Yûnus Emre Hazretlerinin “Danişmendler, âlimler medresede bulduysa / ben harabat içinde buldum ise ne oldu” mısralarından ilham alarak nazîre yaptığım şu sözleri yüreğimden söylediğime inanıyorum: “Ben de hüzünde buldum kendimi / Ne efsunlu bir derttir şu hüzün dermandan içeri.”

Hüzün Müslüman inancında neşeli olmanın hasmı değildir. Bu tezatlık ve ikilik Batı’nın modern ve seküler zihniyetine aittir. Ehl-i hüzün cemiyet mesuliyetlerinden asla kaçmaz. Halk içinde Hakk’a bağlı hüzünkâr olmak evlâdır! Gücünü tasavvuftan alan hüznüm derûnumu terbiye ettiği gibi, dünyanın maddeci, şekilci ve konformist hayat tarzına karşı da nefsimi güçlü kılıyor.

 

HÜZÜN TÂLİMİ YAPAN MUM OLMAK

Şairlerin büyük atası Fuzûlî’nin şiirlerini, Fuzûlî kudretince şerh eden Ali Yurtgezen hocanın hüzünle ilgili görüşleri, haddim olmasa da hâlime açıklık getirdiği için müracaat ettiğim önemli delillerden olup, hülâsası şöyledir:

“Gurûb hüznün kesafet kazandığı bir zamandır ve gece karanlığının başlangıcıdır. Artık gece boyunca sevgiliyi görebilmenin ihtimali dahi söz konusu değildir. Gurûb vaktinin hüznü,  âşığın kalbinde âh hâline dönüşür. Gurûbun ihtar ettiği karanlıktan kurtulup hakikati görmek için de, ışığa ihtiyaç vardır. Işık insandadır, zira insan mum misâlidir. Mumun yanan fitili gönül yahut ruh, yanınca eriyen dış kısmı nefs yahut bedendir. Hakikati bulmak için mumu yakmak, yâni Hak âşığı olmak gerek. Bu mânada âşık mum gibi erir. Mum yanarken çıkan ince uzun duman âşıkın ‘âh’ıdır ve yandığına delalet eder.”

Derûnumdaki hüzne işaret eden bu şerhten öğrendiğim şudur: Görmenin imkânı kalmadığı ân olarak gurûb vaktinin hüznüdür âcizane bendeki. Bundan ötesi haddim değil ve bu mertebeden yukarı çıkacak ilmî ve irfanî gücüm yok. Gurûb vakti hüznünün girdabında “ah” etmeye tiryakiyim. Vuslatı tamamlanmayan bu merhalede kalmayı seviyorum. Vecd ile yaşadığım tam da budur.

 

HÜZÜN GÖNLÜN GIDASIDIR

Bu “hâl”, derûnumda mumun yanma iştiyakı, çabası ve yanmaya niyetli hâlidir. Mum yanar ve arzusuna kavuşur mu? Allah bilir. Şimdilik yanmak için “ah” tâlimi yapan mum mertebesinde olmak isterim. Bu şerhin beyan ettikleri fakir için bir saadettir. Ali Yurtgezen hocanın şerhindeki şu ifadeler hüzünle güçlenen kalbimi ziyadesiyle pekiştirdi ve hâlime işaret etti:

“Gam, âşığın gıdasıdır. (...) Gam ve keder aşkın iktizasıdır. Gam çekmemek, ızdırap duymamak aşksızlığın, aşkın kifayetsizliğinin belirtisidir. Asıl korkulacak hal de budur. (...) Gam yemek, gam talep etmek, ‘can mumumu yandır, gönlümdeki aşkı ateşle’ teklifi olarak anlaşılabilir. (...) Gelen cefa bile olsa, evvela Sevgilinin alâkasının, kendisini farkettiğinin bir işaretidir. Allah sevdiği kuluna sıkıntı verir. Zira ‘gam’ nakittir. Beden mahbesindeki rûhu azad edip aslına kavuşturmak için ödenecek ‘bedel’, gam nakdi biriktirilerek kazanılır. Izdıraba katlanmadan maddeyi ve nefsi aşmanın yolu yoktur.”

Bu ifadeler tâlib olduğum hâl’i (hüznü) bütünüyle işaret ediyor ki, “bedelimin”  karşılığı olan “gam nakdini” biriktirmek ve ödemek için en muhataralı hüzünlerle tâlim yapmaya hazırım. Gam’ım, “yanmayan bir gönlün gam’ı” değildir.

 

HÜZÜN VEHBÎ HÂLLERDENDİR

Onun hüzün târifi, bu “hâl”in ârizî olmayıp, “vehbî bir hâl” olduğunu gösteriyor: “Dünya gurbetinin farkında olması gereken Müslümanın şiarıdır hüzün. Asil bir duygudur; çünkü fark etme şuurunun, dolayısıyla asl'ı hatırlamanın bir nişanesidir”

Bu cümleleri okuduktan sonra, âcizâne hüzünden maksadımın melankoli, buhranlı duygu yoğunlaşması ve dünyalık dertlerden mürekkep bir kasvet, yâni “kesbî bir hâl” değil, “vehbî bir hâl” olduğuna kanaat ettim. Onun, “Hâlimiz Vaktimiz Yerinde mi?” yazısındaki görüşleri hüzün anlayışımı ifade etmektedir:

“Muhabbet, aşk, şevk, vecd, huşû, istiğrak, hüzün, havf, recâ, dehşet, hayret, sekr, sahv gibi hissiyatın hâl mi yoksa makam mı olduğu, hâl’in nerde bitip makam’ın nerde başladığı, hâlde devamlılık şartı aranıp aranmayacağı gibi meseleler tarikatlere göre değişse de ‘hâl’ üzerinde ittifak edilen hususlar daha fazla. Bunlardan birincisi, hâl’in kesbî değil, vehbî olduğudur. Cenab-ı Hakk’ın, istediği kuluna bahşiş ve mevâhib nev’indendir. (...) İkincisi, bir his veya buna bağlı davranışın Rabbanî bir varidât olup olmadığı, ancak mürşid-i kâmil mihengiyle anlaşılır. Kalbe varid olan ilhâmat, nefsten veya şeytandan da neş’et edebilir. Hâlin mahiyetini tayin için de iktizası için de mürşidin murakebesi şarttır. Hâl ilâhî bir lütuf olsa dahi sâlikin dengesini bozup ayağını kaydırabilir.”

Demek ki hüznü hayatlarına dâhil edenler, bir ehl-i irfanın mânevî rehberliğine tâbi olmaları gerekiyor. Bir irfan sahibinin sözlerinden hatırladığım kadarıyla, “hüzün bir imkândır aslında. Yerinde kullanan kimsenin ruhunu inceltir, ona iç derinlik ve bilgelik kazandırır. Ancak melankoliye dönüşür ve müzminleşirse, bir hastalık hâlini alır ki, denge ve tevekkül terkibinden uzaklaşma tehlikesi baş gösterir.” 

 

“BEN GAM (HÜZÜN) MECLİSİNİN NEYİ’YİM”

Şairlerin büyük atası ve derin hüzünkâr Fuzûlî’nin şiirlerinde en çok ulvî hüzün duygusu işlenmiştir? Mutlak Sevgili’ye ulaşmak için sürekli hüznü yaşar ve hüzün diliyle meramını anlatır. Kavuşmayı, neş’eyi aramaz. Şiirlerinde en çok geçen kelimeler, âh, hicran, ağlamak, gam, cevr ü cefâ ve kederdir.

Fuzûlî, “Sevgili” için “Su” gibi olmuş, “Hâk-i payi’ne yüz sürmek” istemiş, “başını taştan taştan vurup akan su” gibi Sevgili Rabbine en hüzünlü kelimeleriyle münacaat da bulunmuş. “Yâr ver bana mihnetimce tâkat / Ya tâkatim olduğunca mihnet” mısrayla ulvî hüznün en kesafetlisine gark’olmak istiyor. Şerhi şöyle:

Ya çektiğim sıkıntılara göre bana güç ver / Ya gücüm yettiği kadar sıkıntı, yâni hüzün ver… Bununla yetinmiyor, hüznün daha fazlasını istiyor “Sevgili”den: “Ey ay yüzlü Sevgilim / Ben gam (hüzün) meclisinin bir neyi’yim; ateşe yanmış kuru vücudumda arzudan başka ne bulursan yele ver.”

İstikametimiz neş’eye boğulup keyf çatanlar değil, Yûnus Emre ve Fuzûlî gibi mânevî hüzünle hemhâl olanlardır

 

* * *

 

TÜRKÜDAR VE ŞAİR FAZLI BAYRAM’DAN DOKUNAKLI BİR ŞİİR: “KAPANAN KUMAR”

“Açma perdeleri pencereni geç / bu sana dâr anlamadın mı / bol pantolon kırmızı gömlek eskide kaldı /sen bana kaldın / ellerim yandı sana uzanan / ellerim /ağır yaralı taşlar altında / açma perdeleri /sabaha ne kaldı ki az sonra günaydın / şurası gece araladığın /şurası soluk aldığım rahle /pencereni geç / daha ardıma bakarak yaşamaktan yeni çıktım / ritmim dalgalı yanıyor geçtiğim yol /sen daha buna anlam arıyorsun / al işte ayna / bak önce kendine ve bana da göster beni / sonra yıldırımlar çağırıp şafağına şehrin /alnına masmavi göğün / üstüne yalın atlas yalın gül / sen yaş tahtaya bakmazsın / ben ise ıslak göze çağırmam seni / yine de sen bilirsin ister gel benimle / ister çöle gidelim seninle.

(ilbeyali@hotmail.com)