​Hz. Lokman'ın (as) Kelimeleri -2: Ses

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

 “Söz söylerken yavaş sesle söyle!

Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman: 19)

Söz veya kelam… Günümüzde söz söylemek, eski dilde kelam etmek…

Sözün/kelamın sesle vücuda gelmesi sözün yazılı hâlde iletilmesinden önce meydana gelmiş, daha gündelik bir eylem. Hayatın içinde ifadeyi ulaştırmak için sözü sesle iletmek önceliğimiz.

Sesle vücuda gelsin gelmesin mutlaka kendimize ait sözlerimiz var. Zihnimizde beliren ve susmayan sözler… Bunların kimi dile gelir, kimi gelmez. Kimi kayda geçer kimi geçmez. Bu olma ya da olmama durumu, kendi seçimimizdir çoğu kere. Bir ihtiyaca, bir çözüme ya da bir plana yöneliktir. Ne olursa olsun sözlerimiz, konuşma eyleminin biricik kaynağını oluşturur. Konuşmamızda başkasının sözüne yer verecek bile olsak, o sözün takdimini kendi sözümüzle yapıyoruz. Zira sözümüz kendi tasarımımız ve tahmin edilmesi zor sonuçlara gebe bir etki yapılanması.

İnsanın kendini sesli ifade etmesi, yaradılışın başlangıcından bugüne kesintiye uğramamış. Bugün bütün bu eylemlerin kolektif yansımasına iletişim diyoruz. İletişim, insanın varlığına anlam kazandıran, etrafını ve en başta kendini algılamasını sağlayan bir yöntem.

Seslerimizin geçmişten günümüze biçimlenme serencamını önemsiyorum. Çünkü bu gidişatın yansımaları, ait olduğu zamana dair ortalama bir profile işaret ediyor. İnsanın kendi sesi dışındaki seslere yönelmesi, hem kendi sesi hem de dış seslerle birlikte müzik/musiki gibi tertipler üretmesi kadim bir gayret. Ve yakın yüzyıllara kadar, insan sesi ve ona eşlik eden çalgıların seslerinde “hoşa giden” arayışların sürdüğünü görmek mümkün. Duyguları ve düşünceleri harekete geçiren, onları belli bir biçimde ifadeye güdümleyen melodilerin icrasında bir şekilde estetik haz arayışı var. Kendi musikimizde bu etki daha da derinleştiği, sürekli bir iyileştiriciliğe varan güçlü etkilerin ortaya konulduğu görülüyor.

Nitekim sanatı bir şekilde farklı arayışlara yönelten makineleşme, görsellik kadar müzik ve ona eşlik eden insan sesinin kullanımındaki arayışları da körükledi. Dünyanın “hoşa giden” standartları, sanayileşme celladının keskin darbesiyle buluştuğundan bu yana ses ve sözün de ideal icrası yeniden yeniden yeniden tasarlandı ve hâli hazırda bu yenilenme devam ediyor. Klasiğe, bir nevi sanayileşme öncesine özlem veya ilgi duyanları bir kenara koyarsak; müziğin estetik hazzı veya huzur veren hoşluğu geride kalırken, edebiyatın belagata açılan kapısı da ha kapandı ha kapanacak. İnsan fıtratına itici gelebilecek unsurlarla harmanlanan yenilerin üretimi, fıtratı örten tasarı algılar sayesinde çirkine daha fazla talip olma eğilimde.

Böyle bir dünyada mesela metal müziğin kulağa ve beyne hasar vermesi üzerine düşünmek önemsizleşebilir. Öncelik, güzelliğin deforme edilerek çirkinleştirilmesinin hayretine tanıklık etmek olunca metal müzik de alıcı bulmaya devam edebilir. Burada metal müziği, zihnî ve fiziksel hasara sebep oluşu bilimsel olarak da ispatlandığı için seçtim. Ki başka müzik türleri de yakın hasarlara sebep olabiliyor.

Zarar verdiği bilindiği hâlde devam eden bu tuhaf talepkârlık ister istemez, yüzlerce yıl önde gladyatörlerin savaştığı arenaları, etrafına tribün inşa edilen idam sehpalarını hatırlatıyor. Bildiğimiz ve gördüğümüz her şeyin aslında uzaklaşmaya yüz tuttuğu bir zamanda güzelliğin sesli ve sözlü kıyımının on binlerce seyirciyi ağırlayan tribünler dolusu alakayla karşılık bulması da tarihin bir başka yönüyle tekerrürü sayılmalı.

Hz. Lokman (as), Allah’ı ve yaradılışına layık insan olabilmeyi anlattığı oğluna tevazu öğüdünden sonra, söz söyleme biçimine bir ölçü getiriyor. Sözün de söyleyişin de “güzel”e azmetmesi gerektiğini “Söz söylerken yavaş sesle söyle! Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman: 19) ayetinden anlıyoruz. Çirkinin ölçüsü tahammülü zor eşek sesi. Lüzumsuz yere ses yükseltmekten, kaba konuşmaktan ve kaba sesler çıkarmaktan bu emirle menedilmiş oluyoruz. Sözün layıkıyla inşasına zihinde başlanması gerektiğini anlıyoruz.

İnsanı kamil ile esfeli safilin arasında gidip gelen ve kendini bu aralıklarda konumlandıran nefsin yüceliş istikameti, hayvan fıtratından insan fıtratına doğru. Zaman zaman tanık olduğumuz manzaralar, hayvana dahi yakıştıramadığımız insanlık dışı hâlleri İfşa edince insan fıtratına yaklaşmanın güçlüğünü daha iyi kavrıyoruz. Ve fark ediyoruz ki iyi saftan kötüsüne geçmek, yaradılıştan uzaklaşmak an meselesi. Belki de bu zamanın en ürkütücü yanı, bu bilgiye, geçmiş kavimlerden ve onların insanlık birikiminden yakın olmamız ve kontrolü azaltan etkenlerin çoğalıyor olması. Kötülüğün ve çirkinliğin sınırsızlığına tecrübî olarak da vâkıfız.

İyiler diğer iyilere, güzeller diğer güzellere taşıyor insanı. İyiye ve güzele azim kesilirse bu taşınma tersine yol almaya başlıyor ve ardından kötü iyiymişçesine rağbet görüyor. Çünkü iyilik ve güzellik özel bir çabanın eseri.

***

Künye: Ses, bir kulağın duyabileceği frekans ve özellikteki titreşim; akciğerlerden gelen havanın etkisiyle ses çıkarma organlarında meydana gelen, kulağın duyabileceği titreşim; bir mûsikî parçasını seslendirebilecek nitelikteki güzel ve etkileyici ses; varlığını belli edecek güçteki fikir, düşünce, irâde, etki vb. anlamlara gelmektedir. (Kubbealtı Lugatı)