İbn Haldun hangi doğunun batısında (2)
İbn Haldun’un bizi bir aydınlanmanın kapısına getirdiği tezi Gazzali’nin her şeyi mahvettiğine inana bir doğulu zihin için zorlayıcı olabilir. İşte tam burada sözümüzü somutlaştırmak adına aydınlanmanın iki aydınından bazı fikirleri İbn Haldun ile mukayese edeceğimiz yere geliyoruz. Giovan Battista (Giambattista) Vico, (d. 23 Haziran 1668 – ö. 23 Ocak 1744) ve Charles-Louis de Secondat, baron de La Brède et de Montesquieu (18 Ocak 1689(1689-01-18) – 10 Şubat 1755) modern dünyanın kuruluşunun şafağındaki iki sembol düşünürdür. Bizim İbn Haldun ile insanlığın eşiğine bastığını düşündüğümüz, oryantalizmin yahut avrupamerkezci bakışın aksine insanlığın medeniyet müştereğinde ilerlemeci ve tektipleştirici algısına muhalif bir durumun olduğunu bu düşünürler ve İbn Haldun üzerinden bir metin karşılaştırması ile göstermenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Burada kısa bir yazıda olabildiğince bir kısa örnek mukayesesi ile yetineceğiz.
Tarih
biliminin modern zamanlarda doğuşunun batılı öncülleri doğuda İbn Haldun ile
başladı denilen bir yerde tarih bilgisinin bilinçli saptırılması ve bu bilgiye
yanlışlar karışması konusunda İbn Haldun ve Vico şunları ortaya koyduklarının
kendi metinleri üzerinden bir karşılaştırması kastımızı aşikar edecektir. İbn
Haldun tarihsel bilginin bilinçli olarak saptırılması konusunda; “1-Fikir ve mezheplere taraftarlık bu
sebeplerden birini teşkil eder. 4-Haberlere
yalan karışmasının bir sebebi de haberi nakledenlerin, övmek ve hâlleri güzel
göstermek ve bu sayede şöhretlerini yaymak maksadıyla, yüksek derece ve mevki
sahiplerine yaranmalarıdır.” saptamalarıyla tarihçiden kaynaklanan
sorunlara değinmiştir. Bu sayılan iki sebep bilinçli olarak tarihsel bilginin
saptırılmasında esas olarak ortaya çıkmaktadır. Vico ise tarihçi kaynaklı olan
bilinçli saptırmalara “1- Eskiçağ’a
ilişkin ululaştırıcı görüşler, yani tarihçinin incelediği çağın refahını,
gücünün, ululuğunu vb. abartmaya yönelik ön yargılar. 2-Ulusların kendini
beğenmişliği. Kendi geçmiş tarihiyle uğraşırken her ulusun onu en hoş renklerle
boyamaktan yana bir ön yargısı vardır.”, tespitiyle benzer bir yaklaşımı
sergiler. Bu durum İbn Haldun
düşüncesinin kıdemini görmek bakımından önemlidir lakin Vico’nun anlam ve
manasını da ıskat etmez.
Benzer
bir karşılaştırma İbn Haldun ve Montesquieu arasında da yapılabilir: “…Bundan dolayı bu ilimle meşgul olan
sosyal kaide ve kanunları, varlığın tabiatlarını ve kavimlerin, ülke ve
asırların hallerini, hadiselerin cereyanlarını, ahlak ve adetlerin, akide, din
ve mezheplerin ve diğer hallerin değişmekte olduğunu ve bu hallerin,
değişmelerin tesirlerini bilmeye..” “Bunlar
ancak cemiyetlerin, dünyanın insanlar yaşayan yerlerinde vücuda getirdikleri
mamurelerin kanunlarını bilmek ile incelenebilir” şeklinde tespitte bulunan
İbn Haldun ile “bütün milletlerin
tarihlerinin bu ilkelerin sonuçlarından başka bir şey olmadığını, her özel
kanunun başka bir kanuna bağlı olduğunu ya da daha genel bir kanuna uyduğunu
gördüm” dediğinin paralelinde Montesquieu“İnsanları yöneten şeylerin sayısı çoktur:
İklim, din, kanunlar, yönetim biçimi, geçmişten alınan dersler, ahlak ve
davranışlar; bütün bunlardan genel anlamda ussal düzen ortaya çıkar. Bir
millette bu nedenlerden bir tanesi kuvvetli oldu mu ötekiler o ölçüde ortadan
kalkar. Vahşi insan toplulukları üzerinde hemen yalnız doğayla iklimin bir
etkisi vardı; Çinlileri yöneten davranışlardır; kanunlar Japonları baskı
altında tutar; evvelce Lakedemonyalılara yol gösteren ahlaktı; Romalılara yol
gösteren de hükümet şekliyle eski gelenekti.”, diyecektir. Burada bir eşleştirme yahut öncelik
sonralık ilişkisi aramanın ötesinde düşüncenin esasındaki tenasüpten yola
çıkarak iddiamızı temellendirme dileği vardır.
İnsanlık
bugün tarihin sonunda, batı medeniyetinin zirvesinde bir Nirvana yaşıyor
değildir. Batı bugün sahip olduklarını insanlığın ortak havuzundan devşirip
kendi coğrafyasında bir medeniyet oluşturmuştur. Bu bakımdan oryantalist ön
yargıların avrupamerkezci ezberi üzerinden insanlığa ve kendimize bakmanın
ötesinde doğusu batısı bakılan yere göre değişen bu kürede herkes münavebe ile
kendince rolünü oynamaktadır. Bizde zaten varmış saplantılı ve bizde bilim
varmış deyince pozitivist bir mantıkla bir takım fen ve teknoloji âlimini
sayarak kendisini uyuşturmaktan vazgeçip şimdi, bugün, anda ne olduğuna
bakmalıdır. İbn Haldun düşüncesi kendi zemininde yeni bir dünyanın ilk ışıkları
iken kendisini göremeyen zihin karanlığında hala uzağımızdadır. İbn Haldun’un
bu yönüyle çok fark edildiğini düşünmüyoruz. Oryantalist batı ezberinin
ötesinde nerede kalmıştık doğuda diyenler için İbn Haldun’a bir bakın deriz?
Sahi biz kimin doğusu nerenin batısıyız?
Bilgimizin
nesnesi sabit olsa da onu bilme yöntemimiz açıklamamızı belirler. İbn Haldun’un
bizi kapısına getirdiği bir yerden baktığımız bugün doğuya ve batıya dair
bilgimizin İbn Haldun’u modernizme indirgemeden yahut biz neymişiz savrulması
yaşamadan insanlığın tecrübesinin oluşumuna dair “aydınlanma” ile keşfedilmiş
gibi dayatılmış olandan bizi başka yere taşıyabilir.
Vesselam.