08 Kasım 2020

İbn Haldun, Tarzımız, Şehrimiz ve Medeniyet Efsunu

İnsan tarzı ile kendiliğini aşikâr eder. Üsluba bakıp bir toplumun kimliğini tespit mümkündür. Nevzat Kösoğlu “Kültür, en geniş ifadesiyle bir toplumun maddesi ve manasıyla gerçekleştirdiği hayat tarzıdır”, der. Bu bakımdan kendine has bir tarz ve üslup ile tarihte görünmüş olanların bu tarzı belki de somut haliyle şehirlerindeki mimaride aşikâr olur.  Bir şehre ya da kalıntılara bakıp bu Roma'dır, Bu Selçuklu yahut bu Osmanlı diyebildiğimiz üslup sahibi yapılar bize oradan bir medeniyetin geçtiğini gösterir. Günümüz Mısırlılarının dolaştığı Firavunlar dönemi eski Mısır eserlerine baktığımızda da benzer bir hali müşahede mümkündür. Buhara yahut Semerkant'a gittiğinizde nevi şahsına münhasır bir kültür parlaması ve medeniyet çerçevesi ile karşı karşıya kalırsınız. Mevcut vaziyet nehirler civarında şekillenip yayılmış pek çok medeniyet havzasında görülebilen bir durumdur. Peki, bahsedilen izler neye işaret eder? Medeniyet kavramını mezkur zaviyeden hareketle nasıl düşünebiliriz?

Peki, insanı kendine has kılan, diğer canlılardan ayıran ve seçkin duruma getirip yeryüzünde medeniye kurmasını, kültür geliştirmesini sağlayan esaslar nelerdir? İşte İbn Haldun'un Mukaddime'de bahsettiği bazı çerçeveler bize medeniyet ve kültür sahibi insanın nasıl ve nelerle temayüz ettiğini onun tespitleri üzerinden düşünmeye başlayabiliriz.

İbn Haldun,  “İnsan, kendine has bir takım özelliklerle diğer canlılardan ayrılıp seçkin bir duruma gelmiştir tespitini şu başlıklar da tanımlar: Bunlardan biri ilimler ve sanatlardır. İlimler ve sanatlar, insanı diğer canlılardan ayırarak seçkin hale ve yaratıklara karşı en şerefli vasfını teşkil eden fikrin (ve aklın) neticesidir ( İbn Haldun, Mukaddime, s. 208).” Aktarılan ilk tespiti insanların kendi içerisindeki durumu için de düşünmek mümkündür; o halde insanlık sahnesinde ilimler ve sanatlarda neredeyiz? Bizi insan ve insanlık içerisinde bir şey kılan vaki iki başlığın nazari dünyasında neredeyiz, meseleye dair yöntemler hususunda vaziyet ne halde ve eleştiri ile ilim ve sanatlarda insanlığa ne sunuyor, ne paylaşıyor, neyi teklif ve vaad edebiliyoruz? Şu kadarla yetinelim Türkistanlılar kültür ve medeniyetleri ile bu alanlarda bir tarz ve üslup sahibi olarak bugün hala izleri devam eden bir devri yaşadılar. Halihazırda duruma baktığımızda tarz olarak biz olan neyi şehrimizde görmek kabildir? Osmanlı, Selçuklu yahut daha eski devir eserleri bize bir bütünlük, mantık, kültür ve medeniyet anlatırken bizden geleceğe kalacak olan nedir? Hülasa güçlü insan ve kültür…

İbn Haldun ile devam edecek olursak “Bunlardan diğer biri (tesirli ve) nüfuzlu bir hakeme ve kuvvetli bir otoriteye (bir başa ve başkana/devlete) olan ihtiyaçtır. Çünkü diğer bütün hayvanlar arasında, bunsuz varlığı mümkün olmayan sadece insandır. Fakat arı ve karıncaların da bu durumda oldukları söylenir. Şayet bunların böyle bir durumları varsa, onun yolu akıl ve fikir değil, ilham (içgüdü)dır (İbn Haldun, Mukaddime, s. 208.)” Devlet, bahsedilen yerde toplumun medeni hayatı ve kültür dünyasında önemli bir yapı olarak İbn Haldun'un toplum ve devlet teorileri de düşünülerek bakıldığında önemli bir unsur olarak ortaya çıkar. Siyaset ve ona bağlı kurumlar ilim ve sanatlarla temayüz eden insanlık için diğer bir medeni husus olarak ortaya çıkar. Hülasa güçlü devlet…

İbn Haldun, “Bunlardan başka biri maişet için çabalamak: geçimi geçim yollarından ve kazanç vasıtalarından temin etmek için didinmektir. Çünkü Allah, yaşaması ve varlığının bekası için insanı gıdaya muhtaç bir özellikte yaratmış, gıdasını araması ve bulması hususunu ona belletmiştir (İbn Haldun, Mukaddime, s. 208.)” tespitleri ile ekonomi ve buna bağlı diğer hususları da medeni bir çerçevenin önemli bir unsuru olarak ortaya koymuştur. Bu bakımdan ilim ve sanat varlığı olan insan devlet ve ekonomi meseleleri ile birlikte kendisine bir medeni, kültürlü hayat kurarken kendi tarzına dair bir yapıyı da oluşturabilecektir.

İbn Haldun ele alının mevzuda fikirlerini tamamlarken son olarak kendisi için belki de ne ehemmiyetli olanı zikrederek bitirir: “Bunlardan biri de umrandır(medeniyet/civilization). Umran, toplumla kaynaşmak ve ihtiyaçları gidermek maksadıyla şehre ve bir konaklama yerine inmek ve orada birlikte ikamet etmekten ibarettir. Birlikte yaşamanın sebebi, maişetlerini temin ederken tabiatları icabı insanların birbirine yardım etme durumunda bulunmalarıdır (İbn Haldun, Mukaddime, s. 208.)” İbn Haldun şehri mevzu bahis ederek başta işaret ettiğimiz tarz ve üslubun okunduğu mekânın kültür ve medeniyet varlığı olan insan açısından yerini belirler. İnsan birlikte ve yardımlaşarak medeni bir ortamda kültür var edebilmektedir. Bugün şehirlerimize baktığımızda bizden geriye tarzımız olarak ne kalacaktır. Binlerce yıl öncesi Roma yapıları bir kimlik taşırken, Safranbolu bir medeniyet bütünlüğü ve mantığı gösterirken günümüz şehirleri, burada ilim ve sanat, ekonomi ve nihayet hepsinin umumi formu olan devlet ile gösterdiğimiz durum nedir? Buyurun o efsunlu, sihirli ütopyamız medeniyet; bir eski Osmanlı şehrinde gezerken, mesela Cumalıkızık'ta yürürken, bir anda zaman ve mekan başkalaşıyor ve biz kendimizi kayıp ülkemizin içinde hissetmeye başlıyorsak gelecek adına tarzı olamayan bir kültürün insanları olarak müze bekçisinden fazla bir manamız olur mu? Mazi köktür lakin an ve gelecek süreklilik adına hayatiyet ifade eder. Tam olarak İbn Haldun'un bahsettiği meseleleri mazinin birer bilgisi olmaktan öte medeniyet kılavuzu, bir nazariye ve yöntem kaynağı olarak ele alarak eleştiri için isnat kabul edemez miyiz? Yeri geldi zikir edelim: Nevzat Kösoğlu'nun Ortak bir kültürü yaşayan, ortak bir geçmişi paylaşan ve ortak bir gelecek düşüncesi taşıyan insanlar aynı millettendir; bizim milletimizdendir… Ortak kültür dendiğimiz hayat tarzımızı oluşturan unsurlar içinde, dil, din, soy, vatan, devlet, toplumsa gelenekler, ortak zafer ve felaketlerin heyecanları, siyasî haklar, ortak menfaatler, hukukî imkânlar gibi çok sayıda unsurun, herhangi birisinin herhangi bir insanda noksan veya farklı olması durumu değiştirmez… Bu ortaklıkların oluşturduğu ortak hayat tarzı, ortak bakış açıları, ortak değerler, anlayış ve ortak referans kaynakları, o toplumun objektif kimliğini oluşturur… Ne var ki, bu ortaklıklar ne kadar çok olursa olsun, bunların sadece var olması yetmez; eğitim yoluyla fertlere kazandırılması, bir şuur ve heyecan halinde yaşatılması gerekir(N. Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, s. 53-54.)” tespitlerini hatırladığımızda tarzımız ve üslubumuza bizi taşıyacak 21. Asırda bu manada gerçekleşecek bir kültür muhtevası için düşünülecek pek çok meselemiz olduğu ortadadır.

Üsküdar'dan karşıya bir bakın en solunuzdaki yarım ada, İnönü stadının yer aldığı orta bölge ve en sağdaki kuleler bir şehrin üstündeki manamızın yahut manasızlaşmamızın seyrini göstermesi bakımından calib-i dikkat değil midir?

Teknoloji onsuz olamayacağımızdır lakin kültür onsuz yok olacağımızdır. Mazidekini, sürekliliği gerekeni hayata çıkarmak vatan toprağındaki madenleri keşif kadar hayatidir.

Vesselam