03 May 2017

İbn Haldun’un Yanılgıları- Atlı Ordu 6

Fuad Köprülü hem Osmanlı Devleti'nin yöneteninin XV. yüzyıla kadar Türkmen kökenli olduğuna hem de Türklerin Anadolu'ya şehir bilgisiyle geldiğine işaret eder: “Devleti idare eden bu yüksek Türk aristokrasisinin nüfuz ve ehemmiyetlerinin düşürülmesi ve onların yerine devşirme çocuklarının iş başına geçmesi, daha ziyade XV. asrın ikinci yarısında başlayan bir hadisedir (…) Bu hadiseyi ‘göçebe Türklerin devlet teşkilatı kurmak kabiliyetine malik olmadıklarına' atfetmek manasızdır. Osmanlı devletinin ilk kuruluşu esnasında (…) Osman'ın küçük aşireti göçebe veya yarı göçebe vaziyetinde olsa bile, o devir Anadolu Türklerinde şehir hayatının kâfi miktarda inkişaf etmiş olduğu ve (…) Osmanlı devletinin idare makinesi için muhtaç olduğu unsurları Selçukluların, İlhanlıların, XIV. asırdan evvel kurulmuş bazı Anadolu beyliklerinin, hattâ Mısır-Suriye Memlûk İmparatorluğu'nun idari teşkilatında yetişmiş Türkler arasından çok kolaylıkla bulduğu muhakkaktır (…) Osmanlı devletinin inkişafa başladığı uc (hudud) sahası (…) Anadolu'nun türlü yerlerinden birtakım muhacir kafilelerini, hatta yalnız göçebeleri değil şehirlileri de celb edecek kadar cazipdi” (Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, TTK Yayınevi, 1991: 12).

Köprülü, Anadolu'ya göçen Türkmenlerin kendi keyfine göre coğrafyaya yerleşmediğinden de bahseder. O'na göre “Selçuk İmparatorluğu, Anadolu'yu iskân ederken, büyük ve kuvvetli aşiretleri muhtelif parçalara ayırarak birbirinden uzak sahalara sevk etmek suretiyle, ırsî reislerinin idaresi altındaki herhangi toplu ve kuvvetli bir etnik birliğin isyanı ihtimalini ortadan kaldırmak ve aşiret tesanüdünü kırarak millî bir teşekküle yol açmak istemiştir (…) Bugünkü Anadolu'nun birbirinden çok uzak yerlerinde, Oğuz Türkleri'nin Kınık, Afşar, Bayındır, Salur, Bayat, Çepni ilh… gibi büyük şubelerinin isimlerinden herhangi birini taşıyan muhtelif köylere tesadüf edilmesi, Selçukluların “parçalayarak iskân” usullerinin bir neticesidir” (Köprülü, 1991: 41).

Köprülü'nün “parçalayarak iskân” kavramıyla ifade ettiği bu usul Selçuk hükümranlık programı olarak tutarlı görünmektedir. Ancak bu iskân politikasının Türkmen Ahî-Fütüvvet-Marifet programını yürüten boylar açısından da işlevsel görüldüğü (siyasî-içtimaî-iktisadî faydalarının gözetildiği) düşünülmelidir.

Birinci olarak: Boyların coğrafyaya yayılması büyük kütleler halinde ilerleyen Haçlı ordularının manevra yapamamasına sebebiyet veriyordu. Haçlı orduları büyük merkezlere yönelmek zorunda kaldılar ve küçük köy-kasabalar halinde örgütlenen Türkmenleri coğrafyadan atamadılar. Türkmenler oba-boy sistemiyle coğrafyada küçük ölçeklerde yerleşerek (köyler kurarak) gönüllü karakol toplulukları (ribatlar) haline geldiler. İkinci olarak: Ehl-i Beyt ile akrabalık kuran Türkmenlerin Anadolu'yu yurt tutma programlarının gayesi Kudüs ve Harameyn (Mekke-Medine) bölgesini Haçlı Seferleri'nden korumak idi. Nitekim Haçlı seferleri Türkmenlerin Anadolu'yu yurt tutmaları sonrasında kesilmiştir: 1096 -1272. Üçüncü olarak: Ehl-i Beyt ile akrabalaşarak “La feta illa Ali” düsturuyla harekete geçirilen bu program önce Doğu Roma'nın kalbi İstanbul'a ve sonra da Batı Roma'nın- Katolikliğin merkezi Roma'ya doğru yürümektedir.

Selçuk hükümdarlık programıyla Türkmen Marifet-Ahî-Fütüvvet topluluklarının programları farklı amaçlar taşısa bile benzer neticeleri hedefledi.

Köprülü “Rum Selçukîleri'nin müessisi sayılan Süleyman, (Melikşah'ın) emriyle Orta Anadolu isteplerine Türk kabilelerini yerleştirdi (…) Anadolu fütuhatının geçici bir akın (…)  mahiyetinde kalmayarak, sistematik iskân mahiyetini almasında Orta Asya'dan başlayan bu kesif ve devamlı Türk muhacereti birinci derecede amildir” (Köprülü, 1991: 40) demektedir. Köprülü'ye göre “Sultanlar lüzum gördükleri zamanlar, uclardan çağırdıkları kuvvetlerle ordularını takviye ederlerdi. Bu kuvvetler, kendi reislerinin maiyetinde bulunan göçebe Türkmen aşiretlerinden mürekkebdi (…) Bazı aşiret reislerine, merkezî idarece uc beyi ünvanı verilir, fakat onların fevkinde olarak da devlet ricalinden bir veya birkaç büyük Uc Emiri tayin olunurdu. XIII. asırda Yağıbasan Oğulları, Ali Bey, Sahib Ata Oğulları gibi merkezden tayin edilen Emirler'den başka Gazi Mehmed Bey, Salur Bey, İlyas Bey gibi birtakım büyük uc beyleri (…) devlet hazinesine nakdî ve aynî muayyen bir vergi vermekte (…) muhtelif sebeplerle, bazen de vergi hesaplarını görmek üzere pâyıtahta gelmekte” idiler (Köprülü, 1991: 74).

Anlaşılacağı üzere Selçuk hükümdarlık programı Asya'da şehirler kurmuş Türk-Oğuz-Türkmenlerin Anadolu'da iskânını gerçekleştirirken onların boy-köy toplulukları halinde yerleşmesini adeta zorlamıştır. Türkmen Marifet-Ahî-Fütüvvet topluluklarının programı ise Haçlı ve Bizans saldırılarını önlemek ve iki kıble (Kudüs-Mekke) ile Şehir'in (Medine) muhafazası amacını taşıdığı için kırsal alanda yayılmayı, göçer-evli yaşamayı güçlü merkezî siyasal iktidarlara daha az maruz kalmak bakımından işlevsel görmektedir.

Doğu Roma'nın merkezi İstanbul'un Balkanlar ve Anadolu'da çevre-komşu toprakları bu “köylü” Türkmen oba-garnizonları tarafından kuşatıldı. Bizans ve Haçlı orduları atlı Türkmen obaları (sivil komutanlıkları) tarafından vur-kaç taktikleriyle yıldırıldı.

Türkmenlerin hükümdarlık ve boy sistemini görmezden gelen müellifler bu iktisadî-içtimaî sistemi “göçebe” ya da “konar-göçer” kavramlarıyla tavsif ettiler. Türklere “Atlı Şehirliler”, “yürüyen şehirliler” denmesi gerekir.

Türk atı diğer atlardan farklıdır. Türk atı, dağ keçisinin inemeyeceği yerlerden aşağı sarkar. Onun en belirgin özelliği orta boylu (140 cm), uzun ince bacaklı, mağrur duruşlu olmasıdır. Türk atı dörtnala koşmakta, nadiren yatmakta, daha çok ayakta uyumaktadır. Soğuğa, sıcağa, yağmura ve rüzgâra karşı son derece dayanıklıydı (Salim Koca, Selçuklularda Ordu, Ötüken Yayınları, 2005: 129-130). Türk atı, binit ve savaş aracı olarak bir yaşında seçilir ve dâhil olduğu sürüden ayrı otlatılırdı. Atın eğitimi beş yaşına kadar devam eder, bu sırada kısa mesafelerde durma, sağa-sola ve geriye dönme, yokuş çıkma-inme, çukurdan atlama, silahtan ürkmeme öğretilirdi. Bu at günde bir öğün yemekteydi, açlığa tahammüllüydü, yaraları çabuk iyileşmekteydi. Türk, dörtnala koşan at üstünde geriye doğru ok atardı. Türk demir işlemekteydi: Nal, üzengi, topuz, kargı, kılıç, mızrak, zırh, kalkan.

Ankara Savaşı 1402'de olmuş, İbn Haldun 1406'da ölmüştür. Attan indirilen Türkmen ikta-tımar düzeninden çıkarıldı. İbn Haldunizm, Arapların ve Batılıların rövanşıydı.