VF kat sol
VF kat sağ

22 Aralık 2020

​İbn Haldun ve Machiavelli

Milletler sahnesinde bütünlüklü bir kültür ve medeniyet sahibi olmak fevkalade önemlidir. Bunu sağlayamamak taklit yahut teslim gibi sonuçlara varan sıkıntılara yol açar. Daha fenası ise bu sağlayanların ahfadının nazariye ve kavram dünyası yokluğu içerisinde yolunu bulma çabasıdır. Bu bakımdan nazariye ve kavram meselesine dair düşünmek, sosyal bilimlere bu yolda yatırım yapmak hayati görünüyor. İşte İbn Haldun bu yolda farkında olmadığımız kadar çok şeyi gösteriyor. Bir zamanlar düşünen bir medeniyetin semasındaki tek yıldızı. O yıldıza bakıp yolunu bulamayan ahfad…

İbn Haldun Mukaddime’sinde, Çok sayıda kabileler ve çeşit çeşit cemaatların bulunduğu topraklarda, sağlıklı bir devletin kurulması az vakidir, başlıklı kısımda “Bunun sebebi görüş ve arzulardaki ihtilaftır. Hanedanlık dâhilindeki (inancın) ve temayülün ardında ona karşı direnen bir asabiyet mevcuttur. Bu yüzden asabiyete dayansa bile, devletle ilgili faaliyetlerin yekdiğerinin ayağına çelme atmasına ve her vakit devlete başkaldırmasına sık rastlanır. Zira devlet dâhilindeki asabiyetlerden her biri, kuvvetin ve mukavemet etme kudretinin kendisinde mevcut olduğunuz zanneder (İbn Haldun, Mukaddime, Ter. Süleyman Uludağ, İst., 2017, s. 386.), der. Bunu takip eden aynı bölüm içindeki diğer bir yerde “Asabiyetlerden hâli olan topraklar ise bunun tam tersidir. Buralarda devleti oturtmak kolaydır, kargaşa ve çatışma az olduğu için böyle yerlerdeki devletin sultanı duruma hâkimdir. Burada devlet, çok miktarda asabiyete ihtiyaç duymaz (İbn Haldun, Mukaddime,  s. 387), tespitini ortaya koyar. İbn Haldun’un bu tespitleri kendi başına çok soyut gibi görünse de bu bilgileri Machiavelli’nin Hükümdarındaki bazı malumatla birlikte okuduğumuzda İbn Haldun’un bakış açısının, olguyu ve halleri izah ve olayları teşhisi mümkün kılan yönteminin gücünü tespit ve kapsayıcılığını metinler arası bir okumayla değerlendirme fırsatını buluruz. Buradaki bilgiden öncelikle Doğuda devlet yapısını anlamak noktasında yararlanabiliriz.  Bunun ötesinde asabiye kavramının devlet ve siyaset açısından manasına dair de bilgimiz genişlemiş oluyor. İlave olarak, uzunca alıntılarla göstermek istediğimiz üzere, devlet ve siyasetin doğu-batı düzleminde analizine imkân verdiğini görürüz. Otantik nazariye ve yöntem yokluğunun bizi nasıl kör ettiğini de bilvesile İbn Haldun üzerinden bakarak modern zamanlardaki yoksulluğumuzu da fark ediyoruz. Her halükarda tarihin klasikleşmiş bu iki eserinde birinin diğerini açıkladığını düşündüğümüz bu denk geliş insanlığın ortak medeniyet okumalarının önemini de gösterir değerdedir, diye düşünüyoruz. Hülasa merkezden çevreye yayılan bir bakışla düşünmeye başlıyoruz.  

Peki, ne söyler Machiavelli?

“Bu iki ayrı yönetim biçimine vereceğimiz örneklerden biri Türklerin, öteki Fransızların yönetim biçimidir. Türklerin yönetim biçimi monarşidir ve başında bir sultan bulunmaktadır. Yönetimdeki öteki görevliler onun kullarıdır. İmparatorluğu sancaklara bölmüş ve oralara yöneticiler göndermiştir. (Asabiyetlerden hâli olan topraklar ise bunun tam tersidir. Buralarda devleti oturtmak kolaydır, kargaşa ve çatışma az olduğu için böyle yerlerdeki devletin sultanı duruma hâkimdir.)İstediği kişiyi sancaklarda görevlendirmiş ve istediği zaman onları geri çağırabilmiş, yerlerine başkalarını görevlendirebilmiştir. Ama Fransa kalıtsal yolla unvan kazanmış bir yığın derebeyinin ortasında kendisini bulmuştur. (Hanedanlık dâhilindeki (inancın) ve temayülün ardında ona karşı direnen bir asabiyet mevcuttur. Bu yüzden asabiyete dayansa bile, devletle ilgili faaliyetlerin yekdiğerinin ayağına çelme atmasına ve her vakit devlete başkaldırmasına sık rastlanır.) Derebeyleri kendi kullarınca sevilen, sayılan kişilerdir ve saygıda öncelikleri vardır. Bu nedenle kral onlarla oyun oynayamaz, oynarsa kendini tehlikeye atar. Bu iki yönetim biçimine bakacak olursak, Türk topraklarını işgal etmenin zor, ama ele geçirildiğini varsaydığımızda yönetiminin kolay olduğunu; tersine Fransız topraklarını ele geçirmenin daha kolay, ele geçirildikten sonra yönetiminin daha zor olduğunu söyleyebiliriz. (Niccolo Machiavelli, Hükümdar, Ter. Necdet Adabağ, İst, 2008, s.50-51)” Burada öncelikle Doğu ve Batıda devletin mantığını görme şansı elde ediyoruz. İbn Haldun’un ilk izahı asabiyetler çokluğu olarak anlatılan durumun olgu karşılığı derebeyler Avrupa’sındaki durumla tetabuk gösterir mahiyettedir. İkinci açıklamaları ise “Türklerin yönetimi” diyerek anlattığı kısım İbn Haldun’un asabiyetlerden hâli topraklar olarak bahsettiği yapıyı gösterir mahiyettedir. Hayret uyandıracak şekilde 1513’te yazılan Hükümdar/Prens eseri ile 1377’de kaleme alınan İbn Haldun Mukaddimesi’ndeki bu durum daha doğrusu İbn Haldun’un burada bahsedilen olaydaki olgu durumunu açıklama gücü nasıl bir kaynakla karşı karşıya olup da hala farkında olmadığımızı göstermez mi? Batılı doğulu saplantısının ötesinde ve İbn Haldun’u modernize edecek kavramlarla düşünme kolaycılığına kaçmadan bakış açısı ve olgu-olay değerlendirme yöntemi bakımından meseleyi değerlendirmek elzemdir.

Burada bahsedilenleri Machiavelli’nin “Türk devletlerini işgal etmenin zorlukları vardır: İlki, işgalci güçler hiçbir zaman o devletteki beyler tarafından davet edilmezler; öteki de işgal edilmek istenen devletin hükümdarının çevresinde bulunanlar isyan çıkartarak bu girişimi kolaylaştırmazlar. Bunun nedenini daha önce söylemiştik. Fransa gibi yönetilen devletlerde bunun tersi gerçekleşir. Çünkü içeriden kimilerini ayarlayarak rahatlıkla ülkeye girebilirsin. Var olan hükümdardan memnun olmayanlar her zaman olduğu gibi, değiştirmek isteyenler de vardır. Bu insanlar sözünü ettiğimiz nedenlerden ötürü sana kapıları açarlar ve utku kazanmanı sağlarlar. Ama gerek sana yardım edenler, gerekse baskı altına aldığın kişilerin mutsuzluğundan ötürü o devleti elde tutmanın sayısız zorlukları vardır. Ayrıca hükümdarın soyunu yok etmen de yetmez, çünkü arkada ayaklanmaların başını çekecek derebeyleri kalır ve ortadan kaldıramayacağın için her fırsatta o devleti yitirmek gibi bir durumla karşı karşıya kalırsın. (Hükümdar, s. 51)”, tespitlerini de ekleyerek düşünürsek İbn Haldun’un tahlilini yaptığı bu olgu durumunun Machiavelli izahının yapı analizi bakımından değerini görürüz. Doğu ve Batıda devlet ve siyasetin yapısı bakımından mevcut malumatı incelediğimizde devlet konusunda modernist indirgemelerin ne kadar sağlıksız olduğunu da görürüz. Dinamikleri farklı tarihi süreçleri birleştirerek analizler yapmak anlayışımızı darlaştırmıyor mu?

Nihayet Avrupa’nın feodaliteyi aşarak güçlü devletler çağına ulaşmasının arkasındaki dinamik de bir yönüyle İbn Haldun’un tespitleri üzerinden bir değerlendirme ile ele alınamaz mı? Burada bu iki ayrı dünyanın insanını eşleştirmediğimiz aşikar. İbn Haldun’un bahsettiği bir olgu durumunu, Maciahvelli’nin Türkler ile alakalı bir bahsinden yola çıkarak, bu zeminde İbn Haldun’un sağladığı analiz imkanını, bu bakış açısını kazanmamız, nazariyelerimiz ve kavramlarımızın milli üretim olmasının sağlayacağı imkanı göstermek ana gayemiz olarak ifade edilebilir. O zaman açıklanan değil açıklayan olacağız. Az şey midir?

İbn Haldun üzerine ve onunla düşünürken heyecanlarımızın ötesinde Doğu-Batı arasında gelenek ile modernite arafında bir dünyada olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor. Olgular ile olayları değerlendirme yahut mahiyet analizi yapabilmek bakımından bize pek çok imkân sağlayan İbn Haldun (Galip Çağ ile hazırladığımız İbn Haldun Umranında Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu adlı eserde bu cümleden hazırlanmış idi) üzerine daha derin ve geniş bir bakış açısıyla çalışılması gerektiği aşikârdır. Her halükarda bu şaşırtıcı denk geliş nazari bakışta güçlü olmanın bir medeniyete sağladığı gücü görmek ve anlamak bir beka meselesi değil midir? Buna imkân sağlayacak anlayış ve eğitimin gelecek için önemi ise her türlü izahtan varestedir.

Vesselam