İbn Haldun ve Machiavelli
Milletler sahnesinde bütünlüklü bir kültür ve medeniyet sahibi olmak fevkalade önemlidir. Bunu sağlayamamak taklit yahut teslim gibi sonuçlara varan sıkıntılara yol açar. Daha fenası ise bu sağlayanların ahfadının nazariye ve kavram dünyası yokluğu içerisinde yolunu bulma çabasıdır. Bu bakımdan nazariye ve kavram meselesine dair düşünmek, sosyal bilimlere bu yolda yatırım yapmak hayati görünüyor. İşte İbn Haldun bu yolda farkında olmadığımız kadar çok şeyi gösteriyor. Bir zamanlar düşünen bir medeniyetin semasındaki tek yıldızı. O yıldıza bakıp yolunu bulamayan ahfad…
İbn Haldun Mukaddime’sinde,
Çok sayıda kabileler ve çeşit çeşit
cemaatların bulunduğu topraklarda, sağlıklı bir devletin kurulması az vakidir,
başlıklı kısımda “Bunun sebebi görüş ve
arzulardaki ihtilaftır. Hanedanlık dâhilindeki (inancın) ve temayülün ardında
ona karşı direnen bir asabiyet mevcuttur. Bu yüzden asabiyete dayansa bile,
devletle ilgili faaliyetlerin yekdiğerinin ayağına çelme atmasına ve her vakit
devlete başkaldırmasına sık rastlanır. Zira devlet dâhilindeki asabiyetlerden
her biri, kuvvetin ve mukavemet etme kudretinin kendisinde mevcut olduğunuz
zanneder (İbn Haldun, Mukaddime, Ter.
Süleyman Uludağ, İst., 2017, s. 386.), der. Bunu takip eden aynı
bölüm içindeki diğer bir yerde
“Asabiyetlerden hâli olan topraklar ise bunun tam tersidir. Buralarda devleti
oturtmak kolaydır, kargaşa ve çatışma az olduğu için böyle yerlerdeki devletin
sultanı duruma hâkimdir. Burada devlet, çok miktarda asabiyete ihtiyaç duymaz (İbn
Haldun, Mukaddime, s. 387), tespitini ortaya koyar. İbn Haldun’un
bu tespitleri kendi başına çok soyut gibi görünse de bu bilgileri
Machiavelli’nin Hükümdarındaki bazı malumatla birlikte okuduğumuzda İbn Haldun’un
bakış açısının, olguyu ve halleri izah ve olayları teşhisi mümkün kılan
yönteminin gücünü tespit ve kapsayıcılığını metinler arası bir okumayla
değerlendirme fırsatını buluruz. Buradaki bilgiden öncelikle Doğuda devlet
yapısını anlamak noktasında yararlanabiliriz.
Bunun ötesinde asabiye kavramının devlet ve siyaset açısından manasına
dair de bilgimiz genişlemiş oluyor. İlave olarak, uzunca alıntılarla göstermek
istediğimiz üzere, devlet ve siyasetin doğu-batı düzleminde analizine imkân
verdiğini görürüz. Otantik nazariye ve yöntem yokluğunun bizi nasıl kör ettiğini
de bilvesile İbn Haldun üzerinden bakarak modern zamanlardaki yoksulluğumuzu da
fark ediyoruz. Her halükarda tarihin klasikleşmiş bu iki eserinde birinin
diğerini açıkladığını düşündüğümüz bu denk geliş insanlığın ortak medeniyet
okumalarının önemini de gösterir değerdedir, diye düşünüyoruz. Hülasa merkezden
çevreye yayılan bir bakışla düşünmeye
başlıyoruz.
Peki, ne söyler
Machiavelli?
“Bu iki ayrı yönetim
biçimine vereceğimiz örneklerden biri Türklerin, öteki Fransızların yönetim
biçimidir. Türklerin yönetim biçimi monarşidir ve başında bir sultan
bulunmaktadır. Yönetimdeki öteki görevliler onun kullarıdır. İmparatorluğu
sancaklara bölmüş ve oralara yöneticiler göndermiştir. (Asabiyetlerden hâli olan topraklar ise bunun tam tersidir. Buralarda
devleti oturtmak kolaydır, kargaşa ve çatışma az olduğu için böyle yerlerdeki
devletin sultanı duruma hâkimdir.)İstediği kişiyi sancaklarda görevlendirmiş
ve istediği zaman onları geri çağırabilmiş, yerlerine başkalarını
görevlendirebilmiştir. Ama Fransa kalıtsal yolla unvan kazanmış bir yığın
derebeyinin ortasında kendisini bulmuştur. (Hanedanlık
dâhilindeki (inancın) ve temayülün ardında ona karşı direnen bir asabiyet
mevcuttur. Bu yüzden asabiyete dayansa bile, devletle ilgili faaliyetlerin
yekdiğerinin ayağına çelme atmasına ve her vakit devlete başkaldırmasına sık
rastlanır.) Derebeyleri kendi kullarınca sevilen, sayılan kişilerdir ve
saygıda öncelikleri vardır. Bu nedenle kral onlarla oyun oynayamaz, oynarsa
kendini tehlikeye atar. Bu iki yönetim biçimine bakacak olursak, Türk
topraklarını işgal etmenin zor, ama ele geçirildiğini varsaydığımızda
yönetiminin kolay olduğunu; tersine Fransız topraklarını ele geçirmenin daha
kolay, ele geçirildikten sonra yönetiminin daha zor olduğunu söyleyebiliriz.
(Niccolo Machiavelli, Hükümdar, Ter. Necdet
Adabağ, İst, 2008, s.50-51)” Burada öncelikle Doğu ve Batıda devletin mantığını
görme şansı elde ediyoruz. İbn Haldun’un ilk izahı asabiyetler çokluğu olarak anlatılan durumun olgu karşılığı
derebeyler Avrupa’sındaki durumla tetabuk gösterir mahiyettedir. İkinci
açıklamaları ise “Türklerin yönetimi” diyerek anlattığı kısım İbn Haldun’un asabiyetlerden hâli topraklar olarak
bahsettiği yapıyı gösterir mahiyettedir. Hayret uyandıracak şekilde 1513’te
yazılan Hükümdar/Prens eseri ile 1377’de kaleme alınan İbn Haldun
Mukaddimesi’ndeki bu durum daha doğrusu İbn Haldun’un burada bahsedilen
olaydaki olgu durumunu açıklama gücü nasıl bir kaynakla karşı karşıya olup da
hala farkında olmadığımızı göstermez mi? Batılı doğulu saplantısının ötesinde
ve İbn Haldun’u modernize edecek kavramlarla düşünme kolaycılığına kaçmadan
bakış açısı ve olgu-olay değerlendirme yöntemi bakımından meseleyi
değerlendirmek elzemdir.
Burada bahsedilenleri
Machiavelli’nin “Türk devletlerini işgal etmenin zorlukları vardır: İlki,
işgalci güçler hiçbir zaman o devletteki beyler tarafından davet edilmezler;
öteki de işgal edilmek istenen devletin hükümdarının çevresinde bulunanlar
isyan çıkartarak bu girişimi kolaylaştırmazlar. Bunun nedenini daha önce
söylemiştik. Fransa gibi yönetilen devletlerde bunun tersi gerçekleşir. Çünkü
içeriden kimilerini ayarlayarak rahatlıkla ülkeye girebilirsin. Var olan hükümdardan
memnun olmayanlar her zaman olduğu gibi, değiştirmek isteyenler de vardır. Bu
insanlar sözünü ettiğimiz nedenlerden ötürü sana kapıları açarlar ve utku
kazanmanı sağlarlar. Ama gerek sana yardım edenler, gerekse baskı altına
aldığın kişilerin mutsuzluğundan ötürü o devleti elde tutmanın sayısız
zorlukları vardır. Ayrıca hükümdarın soyunu yok etmen de yetmez, çünkü arkada
ayaklanmaların başını çekecek derebeyleri kalır ve ortadan kaldıramayacağın
için her fırsatta o devleti yitirmek gibi bir durumla karşı karşıya kalırsın.
(Hükümdar, s. 51)”, tespitlerini de ekleyerek düşünürsek İbn Haldun’un
tahlilini yaptığı bu olgu durumunun Machiavelli izahının yapı analizi
bakımından değerini görürüz. Doğu ve Batıda devlet ve siyasetin yapısı
bakımından mevcut malumatı incelediğimizde devlet konusunda modernist
indirgemelerin ne kadar sağlıksız olduğunu da görürüz.
Dinamikleri farklı tarihi süreçleri birleştirerek analizler yapmak anlayışımızı
darlaştırmıyor mu?
Nihayet Avrupa’nın
feodaliteyi aşarak güçlü devletler çağına ulaşmasının arkasındaki dinamik de
bir yönüyle İbn Haldun’un tespitleri üzerinden bir değerlendirme ile ele
alınamaz mı? Burada bu iki ayrı dünyanın insanını eşleştirmediğimiz aşikar. İbn
Haldun’un bahsettiği bir olgu durumunu, Maciahvelli’nin Türkler ile alakalı bir
bahsinden yola çıkarak, bu zeminde İbn Haldun’un sağladığı analiz imkanını, bu
bakış açısını kazanmamız, nazariyelerimiz ve kavramlarımızın milli üretim
olmasının sağlayacağı imkanı göstermek ana gayemiz olarak ifade edilebilir. O
zaman açıklanan değil açıklayan olacağız. Az şey midir?
İbn Haldun üzerine ve
onunla düşünürken heyecanlarımızın ötesinde Doğu-Batı arasında gelenek ile
modernite arafında bir dünyada olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor. Olgular ile
olayları değerlendirme yahut mahiyet analizi yapabilmek bakımından bize pek çok
imkân sağlayan İbn Haldun (Galip Çağ ile hazırladığımız İbn Haldun Umranında
Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu adlı eserde bu cümleden hazırlanmış idi) üzerine
daha derin ve geniş bir bakış açısıyla çalışılması gerektiği aşikârdır. Her
halükarda bu şaşırtıcı denk geliş nazari bakışta güçlü olmanın bir medeniyete
sağladığı gücü görmek ve anlamak bir beka meselesi değil midir? Buna imkân
sağlayacak anlayış ve eğitimin gelecek için önemi ise her türlü izahtan
varestedir.
Vesselam