14 Ekim 2018

İçimde Bir Dağ Taşırım

“Her şey bir yana yürüme arzusunu kaybetme. Ben her gün sağlığıma yürüyor ve her türlü hastalıktan yürüyerek uzaklaşıyorum; kendimi en iyi düşüncelerime yürüyerek götürdüm ve şimdi insanın yürüyerek kurtulamayacağı hiçbir can sıkıcı düşünce bilmiyorum.”

“Hayat bir yoldur. O yüzden yürüyüşe çıkıyorum. Yürüyüşe çıkabildiğim sürece, hiçbir şeyden korkmuyorum; ölümden bile. Çünkü yürüyebildiğim sürece, her şeyden yürüyerek uzaklaşabiliyorum.”  Yürümeyi çok seven biri olarak, Kierkegaard'a ait olan bu güzel tanımlara katılıyorum.

Yürümeyi hep çok sevdim ama bu kez orta zorlukta bir parkur yürüyüşü bizi bekliyor. En güzel doğa yürüyüşü parkurlarından biri olan Sakarya / Kılıçkaya'ya gidiyoruz. 13 km yaklaşık 6 saat sürecek yolculuk beni heyecanlandırıyor.

Gün ışığından daha fazla yararlanmak için hava aydınlanmadan, sabahın erken saatlerinde buluşma noktamıza varıyoruz. İstanbul'dan otobüslere binip Sakarya'ya doğru yol alıyoruz.

Yol boyunca sonbaharın rengarenk  tonlarını seyrediyoruz.  Kahvaltı ve alışveriş için Alifuat paşa köyünde duruyoruz. Bir köy kahvesinde yanımızda getirdiklerimizi tüketiyoruz. Sonra köy bakkalından alışverişimizi yapıp yürüyüşümüze başlamak için Harköy'e geçiyoruz.

Orman girişinde otobüsten iniyoruz ve doğa yürüyüşümüz başlıyor. Sonbaharın muhteşem renkleri eşliğinde, bir tablonun içinde yürüyor gibi hissediyorum.  Ağaçlardan dökülen yapraklar her yeri sarmış. Çıtır, çıtır yapraklara basarak yürümek çok keyifli.  Fonda konsepte en uygun şarkı; “içimde bir dağ taşırım, kaybolduğumda ordayım” çalıyor.

Rehberimiz önden gidiyor, biz onu takip ediyoruz. En arkada bir kişi, sona kalanları toplamak için gönüllü  artçı oluyor. Ormanın içinde tempolu olarak yürüyoruz. Hafiften yağmur çiseliyor. Yağmur yağmasın diye dua ediyorum. Çok çamur olursa yürümek zorlaşabilir. Biraz sonra, çok şükür yağmur duruyor ve hava açılmaya başlıyor.

Ormanı geçip uçsuz bucaksız bir yaylaya varıyoruz. Burada her şey Van gogh sarısı. Sarının ve sütlü kahvenin bütün tonları var. Önce çıngırak sesleri geliyor sonra ilerde bir koyun sürüsü görüyoruz.

Rehberimiz önümüzde duran yüksek dağı gösterip “”hedefimiz şu gördüğünüz dağın tepe noktası” diyor. O kadar uzak görünüyor ki. Bir an şaka yaptığını düşünüyorum. Ama şaka yapmıyor. Tempomuz artıyor ve biraz daha hızlı yürümeye başlıyoruz. Daha çok yolumuz var. Dağın eteklerinde soluklanmak için bir süre mola veriyoruz. Manzara o kadar güzel ki burada saatlerce oturmak istiyorum.  Ama vaktimiz kısıtlı.

Toprak patika yoldan tırmanarak yola devam ediyoruz. Oldukça dik yokuştan tırmanırken biraz zorlansam da aşağıya baktığımda katettiğim yolu görmek oldukça hoş.

Ve sonunda dağın en tepesine, Kılıçkaya zirvesine varıyoruz. Bu manzarayı görmek için bunca yolu yürümeye kesinlikle değiyor. Dağın tepesinde bir gözleme binası var. Tepede yemek molası veriyoruz. Herkes sırt çantasında getirdiği yiyeceklerini yiyor. Harika fotoğraflar çekiyoruz.

Bize ayrılan serbest zamanda nefes çalışması ve okumalar yapıyoruz. Yerden yaklaşık 1500 metre yükseklikteki bir dağdan dünyayı seyrederken ilk gelen “Oku” emrini düşünüyorum. Kutsal kitabı, kendini ve kainatı oku. Doğa da vakit geçirmek insan ruhuna şifa oluyor.

Dinlendikten sonra geri dönüş yolcuğumuz başlıyor. Bu kez farklı bir yoldan aşağı doğru iniyoruz. Yokuş aşağı inmek pek de kolay değil. Yuvarlanmamak için oldukça dikkatli olmak gerekiyor. Minik adımlarla yolu yarılıyoruz. Ve karşımıza bu kez bir göl çıkıyor. Yol boyunca sürekli renk geçişleri oluyor. Burada her kare bambaşka bir sanat eseri. Yine bir yayla yolundan geçerek Hark Köy'e ulaşıyoruz ve yaklaşık 6 saat süren keyifli parkurumuz burada bitiyor. Otobüsümüze binip İstanbul'a doğru yola koyulurken bu güzel gün için şükrediyorum.

Gevye Yöresi,  Kılıçkaya yaylaları ve yüzlerce yılda yetişen ormanları ile dünya harikası bir doğa parkuru.  Yürümeyi seven, sağlığı uzun yürüyüşe uygun olanlara ve günlük hayatın rutininden birazcık uzaklaşmak isteyenlere tam da bu mevsimde doğa parkuruna katılmalarını tavsiye ederim.