İdeolojik laiklik, Kemalist ve mülhid aydınlar
Bu ülkenin ekmeğini yiyen, varlığını ve hayatını konforlu bir şekilde bu ülkede sürdüren bir kısım aydınlar İslâm medeniyet değerlerine saldırıp, Batı’nın pozitivist medeniyeti savunurlar ve bu şenî ihânetle kalmayıp, Müslüman Türklerin Peygamberine hakaret ederler. Türkiye dışında dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir alçaklık görülmüş değil.
“Bundan yüzlerce yıl önce Allah’la kontak kurduğunu iddia edip
bundan siyasî, mâli ve cinsel menfaat temin eden bir Arap lideriyle dalga
geçmek nefret suçu değildir. İfade özgürlüğü denilen şeyin âdeta anaokulu
seviyesindeki bir test örneğidir.”
“Arap lideri” diye yaftaladığı Hazreti Peygamber Efendimizdir. Bu
sözleri söyleyen Batı medeniyetine iltica eden aydın ağzından çıkanı kulağı
duymuyorsa, söylediklerinin Müslüman bir ülkede “haddi aşmak” mânasına
geldiğini ve cezalandırılabileceğini idrak edemiyorsa, ya tımarhâneye
kapatılmalıydı, ya da aidiyeti olan ülkeye tehcir edilmeliydi.
“ALLAH
DİYE BİRİ VARMIŞ…” DİYEN AYDINLAR!
Meşrutiyet’in ve Kemalist Cumhuriyet’in ilk yıllarında
Müslümanlara ve medeniyetlerine hakaret etmeyi aydın olmanın gereği sanan
güruhun şimdiki zamandaki türevi olan sapık bir aydının Türkiye’nin orta yerine
Müslümanların mukaddeslerine ve Allah’ına hakaret ediyor: “Neymiş? Allah diye
biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş,
pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil
uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam,
ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar
alınırmış!”
LAİKÇİLİĞE
SIĞINAN AYDINLARIN PERVASIZLIĞI
Bu ülkenin ilk pozitivistlerin Şinâsi’nin “milletim nev’-i
beşerdir, vatanım rûy-i zemîn” sözünü “toprak vatanım, nev’-i beşer milletim”
şeklinde tekrar eden ateist Tevfik Fikret’in devamı olan bugünün kemalist ve
mülhid aydınların bu derece şımarmaları ideolojik laikçiliğin verdiği
imkânlardır. Milletin namusuna, yâni dînine dil uzatmanın normalleştiği gün
İslâm değerlerimiz ve medeniyetimizde inkıraz başlamıştı. Avrupa medeniyetinin
muhibbi Mustafa Reşit Paşa’nın hazırladığı ve ölümünden sonra ilân edilen
Tanzimat’la başlayıp Cumhuriyetle süren pozitivist ve ideolojik laikliğe
sığınan herkes Müslümanların Peygamberine ve Allah’a hakaret edebiliyor.
İDEOLOJİK
LAİKÇİLİĞİN “FİKİR HÜRRİYETİ” ÇATIŞMALIDIR
Türkiye'de Kemalist laiklik din ve dinî müesseselerin kamu
hayatında söz sahibi olmaması şeklinde yorumlandığı için İslâm’a dil uzatmayı
laikliğin bir gereği olarak gören hain ve mülhid aydınların hezeyanlarının önü
kesilmiyor ve kesilmesi de mümkün görünmüyor. Laiklik Anayasada yer alsa da, bu
ülkenin hâkim kimliği olan İslâm, devletin ve toplumun hayatından bütünüyle
çekilemez. Dahası var; laikliğe sığınarak Müslümanların Peygamberine ve
mukaddeslerine hakaret fikir ve inanç hürriyeti dâhilinde değerlendirilemez.
Batı’dan ithal edilen laiklik Türkiye’de resmî devlet tavrının rolüyle seküler
ve pozitivist aydınlar tarafından İslâmî değer ve şahsiyetlere karşı olmak şeklinde
anlaşıldı. Bu güruha göre laiklik kavramının oluşturduğu güçle İslâmî değerlere
saldırmak ideolojik bir vazife olarak yerine getirilmeliydi.
Türk milletini yozlaştırma tuzağı olan sözde “fikir hürriyeti”
pespayeliğine sığınan vatan haini ve mülhid aydınların, mülkiyetiyle şehadet
kanlarıyla Müslüman Türklerin olan bu ülkede milletin mukaddeslerine ve
Hazret-i Peygamber Efendimiz’e dil uzatması ve karşılığını görmemesi millî
şuurumuzun laçkalaştığını gösterir?
KEMALİZM’İN
VE LAİKÇİLİĞİN SONU NE ZAMAN?
Değerlerimize, dolayısıyla medeniyet kimliğimize pervasızca
saldıran sözde aydınların bu gücü nereden geliyor? Kemalist Cumhuriyet
inkılâplarından güç alan bu aydın güruhu “fikir hürriyeti var” diyerek
Müslümanların peygamberine ve Allah’ına hakaret edebiliyorsa, Türkiye’deki
resmî laiklik anlayışında ârıza vardır. Çünkü bu hain ve mülhid aydınlar
laikliği ideolojik hâle getiren kanunlara ve fikir hürriyetine güveniyorlar. Bu
topraklarda Müslüman’ın dînine ve mukaddes değerlerine hakaret edenlere yürek soğutacak
bir cevap verilemiyorsa ve medeniyet kimliğimizi inkâr eden aydınlar bu
cürümlerini rahatlıkla sürdürmeye devam ediyorsa, millî şuurumuzda bir sıkıntı
var.
KEMALİST
YOBAZLAR BAŞGİL’İN LAİKLİK ANLAYIŞINA YANAŞIRLAR MI?
Medeniyet değiştirmiş aydınlar, Müslüman Türkiye’de “Ben
inançsızım, fikir hürriyetim var, fikirlerimi söylerim” diyebiliyorsa, o ülkede
İslâm medeniyetinin sahipleri güçsüzleşmiştir. Görüşlerine bütünüyle katılmasam
da Ord. Prof. Ali Fuad Başgil’in laiklik anlayışı Türkiye’de resmî görüş olarak
hâlâ tatbik edilmiyor. Chp’li ve Kemalist güruh tarafından görmezlikten gelinen
“Laiklik ve İslâm” kitabındaki fikirler bugünkü iktidar döneminde de “yasama ve
“icra” nın gündemine girmiş değil:
“Hiçbir şey kamuoyunu,
İnönü’nün siyasetinden ve mutlak otorite sahibi partisinden laiklik anlayışı ve
uygulamasından daha fazla nefret ettirip uzaklaştırmamıştır.” Hülâsa olarak
şöyle diyor Başgil: Bu çatışmalı anlayışa sebebiyet veren İnönü laikliği din ve
vicdan hürriyeti olarak anlamamakta, komünistler gibi din duygusu ve Allah
sevgisini söküp atmak, din müessesesini ortadan kaldırmak için savaşan
materyalist bir anlayışa sahiptir. İnsanın içini sızlatan hile ve dolaplarla
din adamları, dindar insanlar türlü hakaretlere ve sürgünlere maruz bırakılıyordu.
(Din ve Laiklik, Yağmur Yayınları )
Türkiye’deki laiklik uygulamasının bir facia olduğunu söyleyen
Başgil’in şu ifadeleri İslâm değerlerine saldıran aydınların sığındığı laikliği
târif ediyor: “Yalnız, yabancı, kaypak ve manası kapalı, kilise kaçkını bir
kelime olduğu için değil, hem de bizde bedbaht bir mazisi olduğu ve memlekette
efkârı parçalayıcı bir tatbikata meydan verdiği için, eskisinde olduğu gibi
kelime olarak değil, tarif olarak girmeli sınırı ve kapsamı belirtilmelidir.
Ancak bu şekilde, laiklik adına, yapılacak suiistimallerin önüne geçilebilir.” (Mâneviyatçılık
ve Din ve Vicdan Hürriyeti bağlamında Ali Fuad Başgil’in laiklik anlayışı,
Araştırma Görevlisi Yunus Şahbaz, Muhafazakâr Düşünce dergisi, Aralık 2017,
sayı.52)
OSMAN
TURAN’IN İSLÂM’A HÜRMETKÂR LAİKLİĞİ
Mukaddesatçı, muhafazakâr ve milliyetçi terkipten oluşan siyasî
iktidar Başgil’i dikkate almayı aklı edemiyorsa, meşhur tarihçi Prof. Osman
Turan’ın laiklik anlayışını, zemini seküler olsa da asıl hedefe ulaşana kadar
“şimdilik” gündeme taşıyamazlar mı? Laikliğe Başgil gibi bakıyor Osman Turan.
Ona göre, Batı’da laikliği ortaya çıkaran sosyal dinamikler Türk toplum
tarihinde var olmamıştır. Türkiye’de tarihî ve sosyolojik zemini bulamamış olan
laiklik siyaseten başarısız olmuştur. Çünkü Avrupalılaşma hedefi taklit ve
şekilcilikten ileri gidemediği için laiklik halk ve seçkinler arasında mesafe
oluşmasına sebebiyet vermiş ve devletin laiklik siyaseti sol kesimin lehine
yaramış ve Türkiye de laiklik diktatörlük dönemi din aleyhtarı siyasetinin bir
katalizör unsuru olmuştur. Dahası, laiklik yeni bir taassup vasıtası hâline
getirilmiş ve resmiyet kazanmasıyla dindarlığın gerilik ve dinsizliğin
ilericilik mânasına gelmiştir. (Osman Turan’a göre Türkiye’de din ve laiklik,
Prof. Fahri Unan, Türk Kültürü dergisi, Nisan 1999 / ayrıca bkz.
Dergipark.org.tr.)
Sözün hatmi: laiklik soğuk, çirkin, sevimsiz ve bed bir kelime.
Müslüman Türk milleti bu yabancı kelimeye bir türlü ısınamamış ve sevememiş.
AÇIKLAMA:
Ey azizan!
Bir güzel dostun hatırlatmasıyla, “Maddî gurbet, mânevî gurbet” adlı bir önceki yazımızda
“Bediüzzaman hazretlerinin Mektubat’ının Altıncı Mektubu’nu (s.43-44) okumadan
kimse gurbetin mânasını öğrendim dememeli” ifadesinin yerine sehven “İmâm-ı
Rabbânî hazretlerinin “Mektubat” nı okumadan kimse gurbetin mânasını öğrendim
dememeli” ifadesini kullandığımızın farkına vardık ve nâçiz yazımızdaki bu
hatâyı düzelttik. Bu mevzu ile ilgili onlarca notlar arasında ve sık yazmanın
telâşıyla kaynakları karıştırdığımız oluyor. Affola…
(ilbeyali@hotmail.com)