​İfade -2 / Suretle Siret Uyumu

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

Hem sesli hem de görsel ifade nasılsa onu takip eden algı da ona göre biçimleniyor. Etki-tepki denkleminin merkezinde ifade var.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarına dek, evrensel manada ve incelikli bir biçimde üzerinde durulmayan beden dilinin, aslında bir şifreleme metodu olarak işlev gördüğü bilgisiyle, iletişim zenginliği sayesinde toplum olarak neredeyse yeni tanışmış sayılırız.

Tavırlarımızın, ses tonumuzun, seçtiğimiz kelimelerin başkaları üzerinde bıraktığı etki artık öylesine önemli ki başlı başına bir eğitim alanı ve psikolojinin de başat konularından biri. Gayri ihtiyari ve kontrolsüz bir davranışın topluluk önündeki icrasının bedeli kişinin hem kendi hem de temsil ettikleri adına çok ağır olabiliyor.

Beden dilinden göze ve zihinlere ulaşan ifade, elbette yalnızca durumu anlamak, kişinin zihninden “asıl” geçenleri okumakla sınırlı değil. İstenirse bu ifadeye bir mesaj giydirilebiliyor ve kitlelere saniyeler içinde -fark edemeyecekleri biçimde- dayatılması (bilinçaltına nüfuz edilmesi) sağlanabiliyor. Bu sık sık dehşet ve hayrete sebep olan komplo teorisyenlerinin de konusu. Dijital dünyada bu tür mesajlar büyük risk faktörü olarak görülüyor ve bu içeriğe sahip görsellerden uzak durulması öneriliyor.

Mesela çocuklar için zararlı olduğu işaret edilen içeriklerde şekli ve sesi ne kadar sevimli olursa olsun şiddete ve kötü alışkanlıklara yöneltici telkinler konusunda uyarılar yaygınlaşıyor. Ses ve görüntü alışverişi çılgınlığında seçip kendinizden uzak tutma titizliğinize rağmen “maruz” kalma meselesi çağın en büyük açmazlarından biri. Belli bir yaşın altındaki bireyler için sakıncalı olduğu bilinen görseller şehir panolarını ve ekranlarını dolduruyorken görsel ve işitsel her türlü zehrin ne kadar önüne geçebileceğinizi sorguluyorsunuz.

İslam bilginleri ifade ve beden dili meselesi üzerinde asırlar önce çalışmalarda bulunmuş, incelemeler yapmış ve bunları kayda geçerek kendinden sonraki nesillere ulaştırmış. “Hâl ilmi” denilen kişinin zihnî ve kalbî durumunun yansımasının gözlemlenmesi, tasavvufun önemli bir konusu. Zira İlm-i sima, ilm-i kıyafet, ilm-i feraset gibi terimlerin de kaynağı tasavvuf uzantılı ve bunları ilk kaleme alan âlimler mutasavvıf yönü ağır basanlar. Zira tasavvufta suret ile siretin uyumu büyük önem taşıyor.

İlmî bir mesele olarak beden ve nefs sağlığı (“ruh sağlığı” diye bir tanımlamayı kabul etmediğimizden “nefs”) için de öngörü ve belirti oluşturduğundan ve tedavide önemli rol oynadığı yine asırlar öncesinden yazılı kaynaklarla ortaya konmuş. Bugün karakter analizi olarak sınırlandırılan bu kavramlar, geçmişte hekimlerin ciddiyetle üzerinde durdukları mühim konular.

Hz. Mevlânâ’nın “Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol” sözünden mülhem kişinin içini dışına dışını içine uyumlu hâle getirmesinin temelinde ideal olanın ne olduğu meselesi vardır her daim. Hem modern hem de kadim öğretilere bakılırsa insanları yanıltmaktan imtina eden, her şartta hakikati dile getiren, kişilerin ve kitlelerin zarar göreceğinin anlaşıldığı meselelerde hakikati dile getirmekten geri durmayı bilen, kötü ve olumsuz şeyler için kışkırtıcı tavırlardan uzak duran, aşırılığa meyletmeyen, insan ve tabiat dengesini gözeten bir anlayışla şekillenen beden dilini kurgulamanın içe yansıması, yahut içte kurgulanan bu tür bir niyetin dışa yansıması temel teşkil ediyor.

Belki de günümüzün en sıkıntılı meselesi de bu: Mecburi iletişim hızı içinde kişi ne kadar kendi olabiliyor, ne kadar olması beklenen kişi olmaya çabalıyor belirsiz. Mihengine uyabiliyor mu? Mihengi ne? Bir mihengi var mı? Eğer ifadenin içe uyumu ve biçimlenmesi meselesinde bir denge yitimi yaşanmasaydı, sanal ortamlar bu kadar gürültülü ve kirli olmayabilirdi. Uhulet ve suhulet gözetilebilirdi.

Ama olamadı.

Rayından çıkmış samimiyetsiz ifade, bir ahir zaman krizi değil de nedir o zaman…