İfade -4 / Sosyal Medya Algısı
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Sanal ortamlar ve sosyal medya grupları, bir fikrin, bir davanın
ifade edilmesi, geliştirilmesi, kritik düzeyde içeriklerin tartışılması,
ideolojik temelli fikrî çatışmaların yaşanması için ne kadar sağlıklı?
Birbirine mesleki, fikrî ve alan yakınlığı olan, ortak noktaları
bulunan insanları bir araya getirmeyi uman çeşitli sosyal medya gruplarındaki
gözlemlerimiz itibariyle çıkardığımız sonuç şu:
·
Eğer olumlu bir mesele üzerine konuşuluyor, gündelik
veya mizahi sohbetler yapılıyorsa genelde sorun yaşanmıyor.
·
Fikir ayrılıkları üzerinden bir meseleye
odaklı gelişen tartışmalar ise aynı fikriyatı paylaşan insanlar arasında bile genelde
aracılar devreye girmeden tatlıya bağlanamıyor.
Sanal ortam her ne kadar yazıya destek olan, emoji denilen
karikatüristik yüz ifadeleri veya meram anlatan sembollerle donatılmış olsa da
sesli ve görüntülü iletişim eksiğini telafi edebilir düzeyde değil.
Salgın döneminin karantina günlerinde, sanal ortamların işitsel ve
görsel unsurlara rağmen yetersiz kaldığı istatistiki olarak ortaya kondu.
Özellikle eğitimde fırsat eşitliğinin önündeki en büyük engellerden biri olarak
görüldü. İş dünyasında ve ticaret alanında da yetişkin eşitliğine rağmen
verimsiz ve eksik kaldı.
Önemli kararların alınması, düşünce ve duyguların aktarımı
noktasında, “iletişim robotları”nın hangi türünü kullanırsak kullanalım
yetersiz kalıyor. Sadece yazıya ve sembollere indirgenmiş interaktif iletişimde
durum daha da çıkmaza giriyor.
Yazar-çizer camiadan birçok kişinin dahi herkesçe görülebilir
sanal alanlarda, birçok kez yanlış anlaşıldığına, birilerini yanlış anladığına
şahit olduk. Kimi ünlü isimlerin yaptıkları paylaşımlar, fazla sert ya da
uygunsuz içerik olarak algılandığında her zaman kişinin gerçek niyetini
yansıtıyor mu; anlamak zor. Çünkü bu tür sebeplerle yaşanan mağduriyetler de az
değil. Küçücük paylaşımlar yüzünden geniş kitlelerce tanınan kişilerin olumlu
imajını biranda darmadağın edecek güçte büyük sapmalar yaşanabiliyor.
Bu kazalardan ve istenmeyen sonuçlardan anlaşılan o ki “online”
olarak tanımlanan ve “canlı” hâlde yer aldığımız bu platformlarda anlık gelişen
diyaloglar, yazı, ses ve görüntünün dijital mesafesi sebebiyle yeterince
sağlıklı ilerlemiyor. Çünkü yazılan veya yayımlanan cümlenin/cevabın
sonuçlarını hesaplamak saniyeler içinde mümkün olamayabiliyor. Ru be ru yapılan
görüşmelerde dahi aceleyle söylenmiş sözlerin sonuçları tahmin edilemezken,
kişinin dijital veya yazılı yansımasından ibaret bir görüntüyü izleyen, mimiklerinden,
beden dilinin tamamından habersiz muhatabın algılama çabası da bir noktadan
sonra yetersiz kalıyor.
Bu yanlış anlamaları körükleyen tek şey dijital mesafe değil.
Kirli ve yanlış bilginin çoğalımı, herkesi bir bakıma aşırı temkinli ve vehim
sahibi yapıyor. Öyle ki paylaşılmış bir cümlenin tamamını okumadan, cümlede
başka tür “kodlar” gizli olduğu saplantısı yüzünden ortalığı bir yere
getirenler az değil.
Bu kargaşa âlemine bir de şu açıdan bakmak lazım:
Kişi anlık düşünüşünü, sanal paylaşım alanlarına bıraktığında
(anlattığında, gösterdiğinde, yazdığında), sonradan demlendirip başka
rüzgârlara salacağı kelimelerinden de bir bakıma vazgeçmiş oluyor.
Bu durum özellikle kalem erbabı için önemli. Henüz filizlenmiş,
“demsiz”, şerhsiz fikrini, denetimsiz bir ortama salıveriyor.
Bizim inancımızda da geleneğimizde de sükûnu korumak önemlidir. Bu
tavsiyeye bugünkü dijital mesafe içinde daha çok ihtiyaç var. Taş atmamak, taş
attırmamak ve dolayısıyla durduk yere can yakmaya sebep olmamak için…