İhşidîlerden Selçuklulara Biz(im) Türkler
İhşidîler Devleti, Türklerin İslam ile ilişkisinde Abbasi döneminde Müslümanlaşmanın hızlanıp Türklerin devlette hizmet aşamasında yer aldıkları bir dönemde kuruldu. Onların varlığı hem ilk Türk-İslam Devleti olarak yer almaları hem de Türklerin Müslüman oluşunun tarihi bakımından anlamlıdır. Lakin bütüne dair parçalar dağınık kalırsa, bu tarihin bize gösterdiği bazı süreç olgularını göremezsek sıradan bir kronoloji tertibi ötesine geçemez ve medeniyet merkezli olmayan bir tarih okuması yapmış oluruz.
Bu bakımdan İhşidîler biz Türklerin İslam
tarihindeki yerimizi ve Müslümanlaşmamızın sürecini okumada önemli olduğu kadar
Selçuklulara ve sonrasına intikal eden bir gelişmeler ve olgular düzemlinin de
okunacağı yahut mebdelerinin görüleceği bir devredir.
Ülkemizde pek tanınmayan, Mısır ve Türkler
tarihinin önemli bir parçası olan İhşidîleri bazı gelişme ve süreçleri ile bu
kısa yazıda konu ederek bilvesile Selçuklulara ve sonrasına devreden bazı
gelişmeler bütünü içerisine konumlandırarak İhşidîleri bazı tematik başlıklar
üzerinden anlamaya ve açıklamaya çalışacağız.
Türkler ve İslamiyet:
İhşidîler Türklerin İlk Müslüman Türk devletlerinden biridir ve Türklerin
Türkistan’dan Yakın doğuya intikalleri ile oluşan değişim ve dönüşümün
şafağında yer alan bir kökeni temsil ederler.
“Fergana hükümdar ailesine mensup olan
Muhammed b. Tuğac’ın dedesi Cuff, Bağdat’a gelip Halife Mu‘tasım’ın hizmetine
girmiş bir Türk kumandanı idi. Görüleceği üzere burada Türkistan merkezli
Müslümanlaşma ve oradan itikal ederek Yakın Doğu’ya ulaşma hali Ahmed b. Tolun
gibi bu ailede de görülmektedir. Mu‘tasım’dan sonra Vâsık ve Mütevekkil’in
emrinde çalışan Cuff ölünce oğlu Togac, Mısır’a giderek Tolunoğulları’nın
hizmetine girdi. Ancak Tolunoğulları ile arasının açılması üzerine Halife
Müktefî’nin emriyle Suriye bölgesindeki Karmatîler’i etkisiz hâle getirip
Mısır’a yürüyen Muhammed b. Süleyman el-Kâtib’in ordusuna katıldı.
Togac kelimesinin manası kaynaklarda
Abdurrahman olarak verilmektedir. Cuff Bağdad’da bulunmasına ve o devirde adet
olarak İslamî isimler verilmesine rağmen oğluna Türkçe bir isim vermiştir.
Togac Humarevey devrinde Tolunoğullarının Dımaşk ve Taberiyye valisi oldu.
Togac Humarevyh’in oğlu Ceyş zamanında yarı müstakil bir vali oldu ve Suriye’yi
yönetti. Oğlu Muhammed ise Ahvaz, Dımaşk ve Remle’de valilik yaptı. Halife
Râzî, 938 veya 939 yılında kendisine eski Fergana Türk hükümdarlarının
kullandığı “ihşîd” unvanını verdi;
Mısır ve Suriye camilerinde hutbelerde adı
halifenin adıyla birlikte anılmaya başlandı. İbn Tagribirdi bu unvanın Fergana
meliklerinin unvanı olduğunu ifade etmektedir. Meliklerin meliki demektir.
Halife Muttaki devrinde ise otuz yıllığına Mısır yönetimini İhşidîlere bırakınca
Muhammed istediği sonuca ulaştı(944). Hamdanilerle yaptığı mücadele sonunda
Suriye hâkimiyeti pekiştirilince İhşidiler Tolunoğullarından sonra Mısır-Suriye
idaresini ele geçirdiler. (Kazım Yaşar Kopraman, İhşidîler Devleti, Makaleler, (Haz. E.S. Yalçın-A. Çetin), Ankara,
2005, s. 510,511, 512, 514; A. Ağırakça, İhşidiler, DİA)” Türkistanlılar
Tolunoğulları ve İhşidîler örneğinde görüleceği üzere Türkistan’dan geldikleri
İran, Irak, Suriye ve Mısır gibi yerlerde Abbasiler devrinde yeni devrin önemli
yapılarını oluşturarak Selçuklu Cihan Devleti’ne gidecek yolun taşlarını
döşemeye başlayacaklardır.
Süreç o devirde Anadolu’yu Türkiye yaparak
gelişmeye devam etmiş ve Selçuklular devrinde Türklerin İslam camiasındaki hâkimiyet/hadimiyet
devri başlamıştır. Selçukluların karşılaştığı ve çatıştığı bir takım güçlerle
ilişkilerin kökeni ise İhşidîler devrine doğru giden bir seyir izler. Bu
bütünlüğü okumamız bize Selçuklular devrini de daha iyi anlamlandırmayı
sağlayacaktır. Bu devre ayrıca Mısır ve
Türkler başlığının da Tolunoğulları sonrası önemli bir halkasıdır. Mısır’da
söz konusu Türk varlığı ve hâkimiyeti bu devirde devam etmiştir.
İslam toplumundaki şii-sünni gerilimi biteviye sürüp giden bir mecrayı
gösteriyor. İhşidîler devrinde Abbasi halifelerinin düştüğü güç kaybı sırasında
ortaya çıkan emirü’l-ümeralık müessesesi
adeta devlet içinde devlet kuran bir yapı idi. Bunlardan Muhammed b. Raik bu
sistemin kuruluşundan başında olan şahıs idi.
İhşidîler kendisi ile Mısır hakimiyeti konusunda rekabet ettikleri görülür.
Sonrasında da Halifeler İhşidîlerden bu ümeraya karşı yardım istediler. İşte bu
sürecin sonunda Bağdad’a şii Büveyhi hâkimiyeti yahut vesayeti sonuçlanacak bir
gelişme yaşandı: “Halife Râzî’nin yerine geçen Müttakî, Mısır’ın Muhammed b. Toğac’a
ait olduğuna dair yeni bir menşur gönderdi. Muhammed b. Toğac, İbn Râiḳ’in
ölümünden sonra Dımaşk üzerine yürüyüp bütün Suriye’yi ele geçirdi. Bağdat’ta
Emîrü’l-ümerâ Tüzün’ün baskıları karşısında zor durumda kalıp Musul’a gitmiş
olan Halife Müttakî’nin davetini kabul ederek onunla Rakka’da buluştu. Halifeye
hediyeler sunup bağlılığını bildirdi ve kendisini Mısır’a davet etti. Halife,
Muhammed b. Toğac’ın davetini kabul etmedi.
Ancak kendisine bağlılığından dolayı Mısır’ın yönetimini otuz yıl
süreyle ona verdi. Oğlu Ebü’l-Kāsım Ûnûcûr’un veliahtlığını da kabul etti
(944). İşte bu süreçte halifenin düştüğü bu zaaf Selçuklular tarafından
sonlandırılacak bir süreci başlattı. Büveyhîlerden Ahmed 19 Aralık 945 tarihinde
davet üzerine karışıklıklar içindeki Bağdat’a girdi ve Abbâsî Halifesi Müstekfî
kendisini emîrü’l-ümerâ tayin ederek ona Muizzüddevle, Ali’ye İmâdüddevle,
Hasan’a da Rüknüddevle lakaplarını verdi. Bu olaydan kısa bir süre sonra
Muizzüddevle Ahmed, Halife Müstekfî’nin gözlerine mil çektirerek yerine Mutî‘’i
halife ilân etti. Abbâsî hilâfeti bundan sonra bir çöküş devresi içine girdi ve
halifelik otoritesi zayıfladı. Böylece Abbâsî halifeliğinin merkezi Bağdad’da
yeni bir dönem başladı.
Şiî
Büveyhîler siyasî sebeplerle, Sünnî olan Abbâsî halifeliğinin devam etmesine
ses çıkarmıyorlardı. Çünkü onlar halifeliğin devamını gerek kendi hâkimiyet
sahalarında, gerekse bölgeleri dışında kendi lehlerine kullanmak
niyetindeydiler. (A. Ağırakça, İhşidiler, DİA,
H. D. Yıldız, Emirü’l-Ümerâ)” Böylece Sünni İslam’ın başşehri şii
vesayetine girmiş oluyordu. Bu gelişmeler olduğu sırada ise İhşidîler kendi
içinde bölünmeler ve sıkıntılar yaşıyor ve tarih akış Bağdad’ı başka bir güce
devrediyordu.
İşte biz
1055’te yüzyıl sonra Tuğrul Bey’in Bağdad’a girip Büvehilere son verdiği
süreçte Selçukluların yeniden Bağdad’ı eski haline iade ettiklerini görüyoruz.
Böylece şii vesayeti bitmiş Selçukluların hâkimiyet devri başlattığı İslam
dünyasında İhşidîler devrinden beri yaşanan bir kesinti devri sona ermiş
oluyordu. Bu iki bağlantı arasındaki bütünlük Türklerin İslam dünyasındaki
yerini tespit bakımından önemlidir.
Bizans ve Türkler: Bizans İslam karşısında
yaşadığı geriye çekilmeyi 10. asırda terse çevirmeye başlar ve eski yerlerine
geri dönem gayretine girer. İslam hâkimiyeti gerilerken Bizans egemenliği
genişlemektedir.
İşte İhşidîler
devri bu gelişmelere tekabül eden bir süreci de gösterir. “10. yüzyılın ikinci
yarısında Bizans’ın gittikçe kuvvetlenmesine mukabil, etraftaki İslam
kuvvetleri bölünerek zayıflamaları karşısından Bizans karşı yürüyüşe geçiyordu.
II. Romanos 962 yılında Haleb’i ele geçirmiştir. Hamdanîler İhşidiler’den
yardım isteyince Bizans geri çekilmiştir. Nikephor Phokas Kuzey Suriye’ye
saldırarak Hamdanîlere ağır darbeler indirmiştir. 966 yılında Nikephor II.
Phokas Trablus’a kadar ilerleyip ülkeyi yakıp yıkmıştır.
Bizans
969’da Antakya’yı işgal etmiş ve arkasından Haleb’e yürümüştür. (Kopraman, İhşidîler
Devleti, Makaleler, s. 530-531)” İşte Bizans’ın ilerlemesi
karşısında zayıf güçler olarak mukabele edebilen Abbasiler ve onun hâkimiyet
devresinde ortaya çıkan Hamdanîler, İhşidîler gibi devletlerin bu zayıf
mukavemeti Selçukluların 1048 Pasinler savaşı ile sembolik olarak
başlatabileceğimiz karşı harekete geçmeleri ile gelişme terse dönmüştür. 1071
Malazgirt ve Alparslan işte bu süreç ve bütünlük ile birlikte okunmalıdır.
1175
Miryakefalon ve nihayet 1453 İstanbul’un fethi tüm bu gelişmenin Selçuklular ve
Osmanlılar tarafından sürdürülmesi ile Türklerin İslam’a hadimiyetleri ile söz
konusu olan sürece dâhildir. Ayasofya da bu sebeple Bizans ile İslam ve Türkler
arasındaki mücadelenin sonucuna dair sembol bir hafıza mekândır. Buna son
olarak Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı ile birlikte yaşananları da ilave
etmek gereklidir. Dolayısıyla Bizans ile mücadele noktasında da İhşidîler
devrinde görülen bur duruma karşı Selçukluların hamlesi İslam olan Türklerin
Müslümanlar için yerini ve değerini göstermektedir.
Fatımilerle
mücadele Selçuklular ve onların devlet nizamından neşet eden bütün kayıplar
için öncelikli bir gündemdir. İhşidîlerin sonunda Mağrib’de hâkim olan
Fatımiler 969’da Bizans ilerlemesine muvazi bir zamanda el-Muizz devride Cevher
es-Sakılli komutasında bir orduyu Mısır’a gönderip 969’da Mısır’ı ele geçip
İhşidiler Devleti’ni yıkmışlardır. Böylece İslam hilafetinin başşehri şii Büveyhî
vesayetinde iken Mısır’da şii Fatımilerin hâkimiyetine giriyordu. İşte
Selçuklular ile başlayan, onların devlet nizamı ve kültüründe kurulan diğer bir
Türk Devleti Zengilerin, Şirkuh ve Selahaddin Eyyûbî eliyle Mısır’ı ele
geçirmeleri nihayetinde 1171’de Selçuklu nizamının siyasi ve kültürel olarak
takipçisi olarak ortaya çıkan Eyyûbîlerin kurulması sonuçlanan süreçte
İhşidîlerin yıkılış süreci sonrası başlayan gelişmelerin neticesidir.
Alparslan’ın
Malazgirt öncesi Fatımiler üzerine bir seferden dönerek Bizans’ı yenmesi
İslam’ın karşı karşıya olduğu cephelere karşı Selçukluların duruşunu görmek
bakımından önemlidir diye düşünüyoruz. Benzer bir çekişme bilahare Osmanlı-Safevi
cephesinde görülecektir.
Türklerin
İslam’a girişleri sonrasında yaşanan olayları bütünlük içinde görememek bizi
bölünmüş bir akılla kendimize eksik bakmaya yönlendiriyor. Türkler ve
İslamiyet, İlk Türk İslam devletleri çerçevesinde görebileceğimiz İhşidîler
tarihinin manası içinde Selçukluların yıktığı Büveyhiler ve mücadele ettiği
Fatımiler gibi İslam dünyasının iç meselesi olan konular olduğu gibi Bizans
gibi Hıristiyan bir gücün karşısında bu devrede yaşanan gerilemenin Selçuklular
ile nasıl bir karşı hamleye dönüştüğü görülmesi gereken hususlardır.
Tarihimizin
bütünlüğü içinde toplum, devlet ve şehrimizi kendi bütünlüğü içinde kavradıkça
büyüyen resim idrakimizi de genişletecektir. Varlığımızın evi olan tarih, bizi
gelecek adına daha çok besleyerek büyütecektir.
Vesselam.