VF kat sol
VF kat sağ

15 Aralık 2021

​İhşidîlerden Selçuklulara Biz(im) Türkler

İhşidîler Devleti, Türklerin İslam ile ilişkisinde Abbasi döneminde Müslümanlaşmanın hızlanıp Türklerin devlette hizmet aşamasında yer aldıkları bir dönemde kuruldu. Onların varlığı hem ilk Türk-İslam Devleti olarak yer almaları hem de Türklerin Müslüman oluşunun tarihi bakımından anlamlıdır. Lakin bütüne dair parçalar dağınık kalırsa, bu tarihin bize gösterdiği bazı süreç olgularını göremezsek sıradan bir kronoloji tertibi ötesine geçemez ve medeniyet merkezli olmayan bir tarih okuması yapmış oluruz.

Bu bakımdan İhşidîler biz Türklerin İslam tarihindeki yerimizi ve Müslümanlaşmamızın sürecini okumada önemli olduğu kadar Selçuklulara ve sonrasına intikal eden bir gelişmeler ve olgular düzemlinin de okunacağı yahut mebdelerinin görüleceği bir devredir.

Ülkemizde pek tanınmayan, Mısır ve Türkler tarihinin önemli bir parçası olan İhşidîleri bazı gelişme ve süreçleri ile bu kısa yazıda konu ederek bilvesile Selçuklulara ve sonrasına devreden bazı gelişmeler bütünü içerisine konumlandırarak İhşidîleri bazı tematik başlıklar üzerinden anlamaya ve açıklamaya çalışacağız.

Türkler ve İslamiyet: İhşidîler Türklerin İlk Müslüman Türk devletlerinden biridir ve Türklerin Türkistan’dan Yakın doğuya intikalleri ile oluşan değişim ve dönüşümün şafağında yer alan bir kökeni temsil ederler.

“Fergana hükümdar ailesine mensup olan Muhammed b. Tuğac’ın dedesi Cuff, Bağdat’a gelip Halife Mu‘tasım’ın hizmetine girmiş bir Türk kumandanı idi. Görüleceği üzere burada Türkistan merkezli Müslümanlaşma ve oradan itikal ederek Yakın Doğu’ya ulaşma hali Ahmed b. Tolun gibi bu ailede de görülmektedir. Mu‘tasım’dan sonra Vâsık ve Mütevekkil’in emrinde çalışan Cuff ölünce oğlu Togac, Mısır’a giderek Tolunoğulları’nın hizmetine girdi. Ancak Tolunoğulları ile arasının açılması üzerine Halife Müktefî’nin emriyle Suriye bölgesindeki Karmatîler’i etkisiz hâle getirip Mısır’a yürüyen Muhammed b. Süleyman el-Kâtib’in ordusuna katıldı.

Togac kelimesinin manası kaynaklarda Abdurrahman olarak verilmektedir. Cuff Bağdad’da bulunmasına ve o devirde adet olarak İslamî isimler verilmesine rağmen oğluna Türkçe bir isim vermiştir. Togac Humarevey devrinde Tolunoğullarının Dımaşk ve Taberiyye valisi oldu. Togac Humarevyh’in oğlu Ceyş zamanında yarı müstakil bir vali oldu ve Suriye’yi yönetti. Oğlu Muhammed ise Ahvaz, Dımaşk ve Remle’de valilik yaptı. Halife Râzî, 938 veya 939 yılında kendisine eski Fergana Türk hükümdarlarının kullandığı “ihşîd” unvanını verdi;

Mısır ve Suriye camilerinde hutbelerde adı halifenin adıyla birlikte anılmaya başlandı. İbn Tagribirdi bu unvanın Fergana meliklerinin unvanı olduğunu ifade etmektedir. Meliklerin meliki demektir. Halife Muttaki devrinde ise otuz yıllığına Mısır yönetimini İhşidîlere bırakınca Muhammed istediği sonuca ulaştı(944). Hamdanilerle yaptığı mücadele sonunda Suriye hâkimiyeti pekiştirilince İhşidiler Tolunoğullarından sonra Mısır-Suriye idaresini ele geçirdiler. (Kazım Yaşar Kopraman, İhşidîler Devleti, Makaleler, (Haz. E.S. Yalçın-A. Çetin), Ankara, 2005, s. 510,511, 512, 514; A. Ağırakça, İhşidiler, DİA)” Türkistanlılar Tolunoğulları ve İhşidîler örneğinde görüleceği üzere Türkistan’dan geldikleri İran, Irak, Suriye ve Mısır gibi yerlerde Abbasiler devrinde yeni devrin önemli yapılarını oluşturarak Selçuklu Cihan Devleti’ne gidecek yolun taşlarını döşemeye başlayacaklardır.

Süreç o devirde Anadolu’yu Türkiye yaparak gelişmeye devam etmiş ve Selçuklular devrinde Türklerin İslam camiasındaki hâkimiyet/hadimiyet devri başlamıştır. Selçukluların karşılaştığı ve çatıştığı bir takım güçlerle ilişkilerin kökeni ise İhşidîler devrine doğru giden bir seyir izler. Bu bütünlüğü okumamız bize Selçuklular devrini de daha iyi anlamlandırmayı sağlayacaktır. Bu devre ayrıca Mısır ve Türkler başlığının da Tolunoğulları sonrası önemli bir halkasıdır. Mısır’da söz konusu Türk varlığı ve hâkimiyeti bu devirde devam etmiştir.

İslam toplumundaki şii-sünni gerilimi biteviye sürüp giden bir mecrayı gösteriyor. İhşidîler devrinde Abbasi halifelerinin düştüğü güç kaybı sırasında ortaya çıkan emirü’l-ümeralık müessesesi adeta devlet içinde devlet kuran bir yapı idi. Bunlardan Muhammed b. Raik bu sistemin kuruluşundan başında olan şahıs idi.

İhşidîler kendisi ile Mısır hakimiyeti konusunda rekabet ettikleri görülür. Sonrasında da Halifeler İhşidîlerden bu ümeraya karşı yardım istediler. İşte bu sürecin sonunda Bağdad’a şii Büveyhi hâkimiyeti yahut vesayeti sonuçlanacak bir gelişme yaşandı: “Halife Râzî’nin yerine geçen Müttakî, Mısır’ın Muhammed b. Toğac’a ait olduğuna dair yeni bir menşur gönderdi. Muhammed b. Toğac, İbn Râiḳ’in ölümünden sonra Dımaşk üzerine yürüyüp bütün Suriye’yi ele geçirdi. Bağdat’ta Emîrü’l-ümerâ Tüzün’ün baskıları karşısında zor durumda kalıp Musul’a gitmiş olan Halife Müttakî’nin davetini kabul ederek onunla Rakka’da buluştu. Halifeye hediyeler sunup bağlılığını bildirdi ve kendisini Mısır’a davet etti. Halife, Muhammed b. Toğac’ın davetini kabul etmedi.

Ancak kendisine bağlılığından dolayı Mısır’ın yönetimini otuz yıl süreyle ona verdi. Oğlu Ebü’l-Kāsım Ûnûcûr’un veliahtlığını da kabul etti (944).  İşte bu süreçte halifenin düştüğü bu zaaf Selçuklular tarafından sonlandırılacak bir süreci başlattı. Büveyhîlerden Ahmed 19 Aralık 945 tarihinde davet üzerine karışıklıklar içindeki Bağdat’a girdi ve Abbâsî Halifesi Müstekfî kendisini emîrü’l-ümerâ tayin ederek ona Muizzüddevle, Ali’ye İmâdüddevle, Hasan’a da Rüknüddevle lakaplarını verdi. Bu olaydan kısa bir süre sonra Muizzüddevle Ahmed, Halife Müstekfî’nin gözlerine mil çektirerek yerine Mutî‘’i halife ilân etti. Abbâsî hilâfeti bundan sonra bir çöküş devresi içine girdi ve halifelik otoritesi zayıfladı. Böylece Abbâsî halifeliğinin merkezi Bağdad’da yeni bir dönem başladı.

Şiî Büveyhîler siyasî sebeplerle, Sünnî olan Abbâsî halifeliğinin devam etmesine ses çıkarmıyorlardı. Çünkü onlar halifeliğin devamını gerek kendi hâkimiyet sahalarında, gerekse bölgeleri dışında kendi lehlerine kullanmak niyetindeydiler. (A. Ağırakça, İhşidiler, DİA, H. D. Yıldız, Emirü’l-Ümerâ)” Böylece Sünni İslam’ın başşehri şii vesayetine girmiş oluyordu. Bu gelişmeler olduğu sırada ise İhşidîler kendi içinde bölünmeler ve sıkıntılar yaşıyor ve tarih akış Bağdad’ı başka bir güce devrediyordu.

İşte biz 1055’te yüzyıl sonra Tuğrul Bey’in Bağdad’a girip Büvehilere son verdiği süreçte Selçukluların yeniden Bağdad’ı eski haline iade ettiklerini görüyoruz. Böylece şii vesayeti bitmiş Selçukluların hâkimiyet devri başlattığı İslam dünyasında İhşidîler devrinden beri yaşanan bir kesinti devri sona ermiş oluyordu. Bu iki bağlantı arasındaki bütünlük Türklerin İslam dünyasındaki yerini tespit bakımından önemlidir.

Bizans ve Türkler: Bizans İslam karşısında yaşadığı geriye çekilmeyi 10. asırda terse çevirmeye başlar ve eski yerlerine geri dönem gayretine girer. İslam hâkimiyeti gerilerken Bizans egemenliği genişlemektedir.

İşte İhşidîler devri bu gelişmelere tekabül eden bir süreci de gösterir. “10. yüzyılın ikinci yarısında Bizans’ın gittikçe kuvvetlenmesine mukabil, etraftaki İslam kuvvetleri bölünerek zayıflamaları karşısından Bizans karşı yürüyüşe geçiyordu. II. Romanos 962 yılında Haleb’i ele geçirmiştir. Hamdanîler İhşidiler’den yardım isteyince Bizans geri çekilmiştir. Nikephor Phokas Kuzey Suriye’ye saldırarak Hamdanîlere ağır darbeler indirmiştir. 966 yılında Nikephor II. Phokas Trablus’a kadar ilerleyip ülkeyi yakıp yıkmıştır.

Bizans 969’da Antakya’yı işgal etmiş ve arkasından Haleb’e yürümüştür. (Kopraman, İhşidîler Devleti, Makaleler, s. 530-531)” İşte Bizans’ın ilerlemesi karşısında zayıf güçler olarak mukabele edebilen Abbasiler ve onun hâkimiyet devresinde ortaya çıkan Hamdanîler, İhşidîler gibi devletlerin bu zayıf mukavemeti Selçukluların 1048 Pasinler savaşı ile sembolik olarak başlatabileceğimiz karşı harekete geçmeleri ile gelişme terse dönmüştür. 1071 Malazgirt ve Alparslan işte bu süreç ve bütünlük ile birlikte okunmalıdır.

1175 Miryakefalon ve nihayet 1453 İstanbul’un fethi tüm bu gelişmenin Selçuklular ve Osmanlılar tarafından sürdürülmesi ile Türklerin İslam’a hadimiyetleri ile söz konusu olan sürece dâhildir. Ayasofya da bu sebeple Bizans ile İslam ve Türkler arasındaki mücadelenin sonucuna dair sembol bir hafıza mekândır. Buna son olarak Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı ile birlikte yaşananları da ilave etmek gereklidir. Dolayısıyla Bizans ile mücadele noktasında da İhşidîler devrinde görülen bur duruma karşı Selçukluların hamlesi İslam olan Türklerin Müslümanlar için yerini ve değerini göstermektedir.

Fatımilerle mücadele Selçuklular ve onların devlet nizamından neşet eden bütün kayıplar için öncelikli bir gündemdir. İhşidîlerin sonunda Mağrib’de hâkim olan Fatımiler 969’da Bizans ilerlemesine muvazi bir zamanda el-Muizz devride Cevher es-Sakılli komutasında bir orduyu Mısır’a gönderip 969’da Mısır’ı ele geçip İhşidiler Devleti’ni yıkmışlardır. Böylece İslam hilafetinin başşehri şii Büveyhî vesayetinde iken Mısır’da şii Fatımilerin hâkimiyetine giriyordu. İşte Selçuklular ile başlayan, onların devlet nizamı ve kültüründe kurulan diğer bir Türk Devleti Zengilerin, Şirkuh ve Selahaddin Eyyûbî eliyle Mısır’ı ele geçirmeleri nihayetinde 1171’de Selçuklu nizamının siyasi ve kültürel olarak takipçisi olarak ortaya çıkan Eyyûbîlerin kurulması sonuçlanan süreçte İhşidîlerin yıkılış süreci sonrası başlayan gelişmelerin neticesidir.

Alparslan’ın Malazgirt öncesi Fatımiler üzerine bir seferden dönerek Bizans’ı yenmesi İslam’ın karşı karşıya olduğu cephelere karşı Selçukluların duruşunu görmek bakımından önemlidir diye düşünüyoruz. Benzer bir çekişme bilahare Osmanlı-Safevi cephesinde görülecektir.

Türklerin İslam’a girişleri sonrasında yaşanan olayları bütünlük içinde görememek bizi bölünmüş bir akılla kendimize eksik bakmaya yönlendiriyor. Türkler ve İslamiyet, İlk Türk İslam devletleri çerçevesinde görebileceğimiz İhşidîler tarihinin manası içinde Selçukluların yıktığı Büveyhiler ve mücadele ettiği Fatımiler gibi İslam dünyasının iç meselesi olan konular olduğu gibi Bizans gibi Hıristiyan bir gücün karşısında bu devrede yaşanan gerilemenin Selçuklular ile nasıl bir karşı hamleye dönüştüğü görülmesi gereken hususlardır.

Tarihimizin bütünlüğü içinde toplum, devlet ve şehrimizi kendi bütünlüğü içinde kavradıkça büyüyen resim idrakimizi de genişletecektir. Varlığımızın evi olan tarih, bizi gelecek adına daha çok besleyerek büyütecektir.

Vesselam.