29 Haziran 2019

‘İnanınca duanın gücü artar’

Türk edebiyatında Necip Fazıl'la başlayan Sezai Karakoç'la süren büyük akımın üçüncü halkası olarak gösterilen ve ‘Yedi Güzel Adam' dan biri olan Yazar Nuri Pakdil Haziran ayının başlarında talihsiz bir düşmeyle kalçası kırılmıştı.

İlk olarak Kahraman Maraş Sütçü İmam Üniversitesi Hastanesine kaldırılan Usta Yazar ardından Ankara Başkent Hastanesine nakli yapılarak başarılı bir ameliyat geçirdi.

Uzun yıllardır yanında bulunan Necip Evlice abimiz tüm aşamaları sosyal medya üzerinden dostları ile paylaştı. Necip abimiz Üstad Pakdil'in hastanelik oluşunu şu cümlelerle duyurmuştu:

 “Bazen en çekindiğin şey başına gelebiliyor. Bugün öğleyin Ankara'ya dönmek üzere otelden ayrılırken, en çekindiğimiz şey oldu ve Üstad Nuri Pakdil küçük bir düşme yaşadı. Gerekli kontroller yapılınca anlaşıldı ki bir kalça kırığı söz konusu. Gerekli müdahaleler yapılmış ve yapılmaktadır.

Bundan sonrası bugüne kadarkinden zor bir süreç olacak gibi.

Tüm dostlarımızın dualarına muhtacız.”

 Yaklaşık bir ay içinde dostlarına 9 ayrı açıklama yaparak yaşananlar ve gelişmeler konusunda bilgilendiren Necip abimiz son paylaşımında ‘duanıza ihtiyacımız var' dedi. Önceki açıklamaları müjde gibiydi. Hepimiz seviniyorduk. Son açıklama ise hüzünlüydü. Evet sevgili okuyucularım değerli dostlar. Üstad Nuri Pakdil şu an yoğun bakımda dualarınızı bekliyoruz. Necip Evlice dostumuzun son açıklamasını buradan aynen aktarıyorum:

 “Son açıklamayı 13 Haziran'da yapmıştım. Ameliyat başarılı geçmiş ve ameliyatla ilgili iyileşme süreci bir haftada tamamlanmıştı. 

 İkinci hafta fizik tedaviye başlamıştık ve her şey çok iyi gidiyordu. Günlük hareketler, yürüyüşler ve egzersizler yapıyorduk. “İnşallah kısa zamanda iyileşip çıkacağız ve evimizin önünde bir kurban keseceğiz.” diyordu. 

 Çağırılacak misafirleri bile tek tek sayıyordu.

23 Haziran seçimlerini çok merak ediyordu ve herkese seçimle ilgili çalışmasını söylüyordu. “İstanbul'daki tanıdıklarınızı arayın, kapı kapı çalışsınlar.” diyordu. “Aziz İstanbul'un kaybedilmemesi gerekir.” diyordu. Beş tane günlük gazeteyi didik okuyor, televizyonlardan haberleri izliyordu. Hatta TV'deki karşılıklı programı, uyku saati olmasına rağmen yarıya kadar birlikte izlemiştik. Ne olduysa, seçimden birkaç gün önce oldu.  Sanki seçimin kaybedileceğini anladı. Birden içine kapandı ve hiç bir şeyle ilgilenmemeye, hatta fizik tedavi hareketlerini yapmamaya, yürümemeye başladı. 

 23 Haziran seçim sonuçları bile ilgisini çekmedi. Zoraki konuşuyor, isteksiz yemek yiyor ve mümkünse yataktan hiç çıkmak istemiyordu. Bu hareketsiz ve isteksiz günlerin sonucu olarak hafta boyunca nefes problemi yaşamaya başladı. Nefes problemi bazı kan değerlerinin bozulmasına sebep oldu ve Çarşamba-Perşembe günleri uyku durumuna geçti ve konuşma sorunu  baş gösterdi. Korktuk, üzüldük, telaşlandık.

 Dün, 27 Haziran Perşembe günü akşamüzeri, tedavisinin yoğun bakımda devam etmesine karar verildi. Bütün bu fizik olumsuzluklara rağmen bilinci açık ve gülümsemekten vazgeçmiyordu.

***

Biraz önce yoğun bakım odasında ziyaret ettim. Dualarınızı, iyi dileklerinizi ilettim. Düne göre çok çok iyiydi. Gayet iyi konuşuyordu. Yüzü gülüyordu, o büyük nezaketiyle bizim hatırımızı, gelip gidenleri sordu.

 Her zaman takdir O'nundur; razıyız.

 Tüm dostlarımıza, ziyaretimize gelenlere, arayıp soranlara, merak edenlere, dua edenlere, isteyip de gelemeyenlere, yüreğinde olduklarımıza sevgi ve selamlarımızı sunuyoruz.”

 Yazımın bu bölümünü yine Necip abimizin Üstad için paylaştığı o güzel cümlelerle bitirmek istiyorum: “Yedi Güzel Adam'dan, üstat Nuri Pakdil'in yanında olmak, onun dinleyip sohbetine acizane ortak olmak, elini tutmak...

“Kalem, benim Kale'm dir!” diyen bir çınarın yanında olmak, onu tanımış olmanın gururunu yaşıyorum son günlerde. 

Bakmayın hastanede yattığına iyi maşallah. 

Lütfen dualarınızdan eksik etmeyin.” 

 SEZAİ KARAKOÇ: “MÜSLÜMAN AYDINLAR BİRLEŞMELİDİR”

"Bu haklarımızın bedeli için benim kanım akacaksa, ben hazırım. Vatan uğruna canımı kolayca veririm. Allah her şeye kadirdir. Kimse sizi aldatmasın. Sakın tuzaklara düşmeyin." Sözü ile hafızalara kazınan Muhammet Mursi'nin mahkeme salonunda hayatını kaybetmesi ülkemizde de büyük bir üzüntüyle karşılandı. Yurdun dört bir yanında gıyabi cenaze namazı kılındı. Çok sayıda kınama açıklamaları yapıldı.

Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı şair ve müteffekir Sezai Karakoç, Mısır zindanlarındaki tavizsiz duruşuyla Müslümanların gurur kaynağı olan Mursi'nin şehadetine ilişkin bir açıklama yayınladı. Açıklama önemli mesajlar içeriyordu.  İslam dünyasını uyanışa davet eden Karakoç, bu uyanışı gerçekleştirmek için aydınlara büyük görev düştüğünü söyledi. Üzerinden biraz zaman geçti ama mesajların derinliği ve tekrar analizi açısından aynen aktarıyorum: 

“Mısır'da, İhvan-ı Müslimin'in liderlerinden, seçim kazanarak bir süre cumhurbaşkanlığı da yapmış olan ve idamla yargılanan Muhammed Mursi'nin, bilindiği gibi, mahkeme esnasında hayatını kaybettiği açıklandı. Daha önce yaptığımız konuşmalarda ve son Ramazan Bayramı konuşmamızda da belirttiğimiz gibi, İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler Teşkilâtı seçime bir tereddütten sonra katılmıştı. Biz, o seçimin bir “oyun” olduğunu, onda bir tuzak bulunduğunu, o zaman da, daha sonra da söylemiştik. Ve eğer Partimiz yeterince gelişip büyüseydi, Mısır'da temsilciliğimiz olacaktı ve biz de onları o seçime girmemeleri yönünde uyarmış olacaktık. Nasır zamanında, Enver Sâdat zamanında, Hüsnü Mübarek zamanında, bu son yönetim zamanında, Müslüman Kardeşler, sanki hür ve normal siyasî  ortam varmışcasına meydana çıkmış ve sonunda suçluymuşlar gibi büyük bedel ödemişlerdir. Bir ‘‘oyun''a gelerek, kurulan tuzaklara düşerek, üzücü bir duruma gelmiş olsalar da, Muhammed Mursi, gerçek bir müslüman lider olma tavrını göstermiş, asla tâviz vermemiş, dâvası uğruna hayatını feda etmekten kaçınmamıştır.

Bu sebeple, O'na Allah'tan rahmet dilerken, islâm yolunda şehit olmuş bir kahraman olduğunu söylemek hakkı teslim etmek olacaktır. O, kendini kurtarmıştır. Fakat ne yazık ki, İslâm Âlemi, bir kere daha, tarih önünde sınavı kaybetmiştir. Bunda da, sorumlu olan, halklar değil, yöneticiler ve aydınlardır.

Bir ülkede olan bir hâdiseye diğer ülkeler bir şekilde ilgi gösterip sonuçta etkili olabilirler. İslâm Âlemi, meselâ, elli yedi islâm ülkesinin organizasyonu olan İslâm İşbirliği Teşkilâtı ve benzeri organizasyonlar, zamanında ve ciddi bir şekilde girişimde bulunsaydı, en azından idamlar önlenebilirdi. Oysa, gerek organizasyonlar ve gerekse yöneticiler tarafından, neredeyse, kınamadan öte, ciddi bir hareket görülmedi. O kadar zaman geçti, bir tek kişinin bile kendi başına yapacağı kınamadan daha fazla bir şey yapmadılar. Şimdi ise, Mursi'nin ölümü üzerine, hepsi beyanat üstüne beyanat vererek, kınama yoluna gitmişler, sanki merhum Muhammed Mursi'ye ve dâvaya sahip çıkıyorlarmış gibi bir görüntü vermeye, günün moda tâbiriyle ‘'hâmaset'' ya da popülizm yapma yarışına girmişlerdir. Samimi olarak seslerini yükselten yazarlar, kişiler, gençler, milletimizin uyanışının ve dirilişinin bir işareti olarak umut vericidir ama, iktidarı ve muhalefetiyle siyaset sahasında boy gösterenler, zamanında yapılması gerekenleri yerine getirmeyip, şimdi, ve daha çok da şu seçim ortamında, içerde, takdir devşirmeye yeltenenler bizce olumlu bir harekette bulunmamışlardır.

Son büyük islâm devleti olan devletimiz Osmanlı Devleti'nin son döneminde, âdeta, otuz yıl önden giderek, devletin parçalanması sonucunu doğuran batıcılık ve ayrımcılık teşebbüslerinde başı çeken Mısır, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduktan sonra, bu sefer, otuz  yıl geriden gelerek, bizde olan büyük kırılma ve dönüşümlerin yaklaşık benzerlerini yaşamıştır. Nasır zamanında, Cumhuriyeti ilân etmiş, kral ailesini kovmuşlar, Müslüman liderlerden de altı kişiyi asmışlardı. 60'lı 70'li yıllarda da bizde olan darbelerin benzerleri orda da meydana geldi. Şimdiki yönetim de, bir nevi, bizim, 12 Eylül darbesine paralel bir konumda gibi. Batının büyük baskısı altında bunalmış bir yönetim olarak, işte bu gibi, hepimizi üzen, telâfisi mümkün olmayan davranışlarda bulunmaktadır. Bu hâl, bu durum ve bu tutum, yalnız Mısır'a özgü değil, yer yer, zaman zaman, her Müslüman ülkesinde yaşanan dram ve trajedilerin asıl kaynağı olan İslâm âlemine musallat olmuş bir psikolojinin, dışa teslimiyet psikolojisinin sonucudur. Devletimiz Osmanlı Devleti'nin batışından bu yana geçen şu yüz yıl içinde, İslâm Âlemi, bu trajedileri fazlasıyla ve acımasızca yaşamıştır. Şu anda da, İslâm Âlemi, işgal ve istilâ hareketleriyle karşı karşıya kalmakta ve savaşıp durmaktadır.

Çözüm, altmış yıldan beri yazdığımız ve söylediğimiz gibi, Müslüman aydınların uyanıp İslâm Âleminin tümünde etkili olacak şekilde bir varlık ve güç göstermeleridir. Bunu, sadece, yöneticilerden beklemek, bugüne kadar görüldüğü gibi bir yarar sağlamamıştır. Çünkü: yöneticiler, genellikle, Batı, Doğu, Kuzey'deki büyük devletlerin etkisi altındadırlar. Formasyonları, gelişleri ve geçmişten gelen bağımlılıklar yüzünden, gerek kişisel ve gerekse birlikte hareketleri çok sınırlı ve kontrol altındadır. Beklenen kurtuluşu sağlamaktan uzak durumdadırlar. Umut, aydınlardadır. Aydınların uyanmasındadır. Halklarımız, zaten bunu bekliyor. Bir “hareket” büyür, bütün İslâm Âleminde varlığını hissettirirse, yöneticiler de bu harekete uymak zorunda kalırlar. Şimdiye kadar İslâm ülkelerinde bir takım “hareketler” görülmüşse de bütünleşmeden ya tasfiye olmuşlar ya da yerel kalmışlardır. Biz, Diriliş Hareketi'nin büyüyüp o hareketleri de içine alarak, İslâm Âleminin dirilişini ve kurtuluşunu sağlamasını, bunu da, İslâm Medeniyetini tekrar bütün gücüyle ve açılımıyla yaşantımızın temeli yaparak ve yeni büyük bir İslâm Devletini  veya Devletler Birliğini kurarak gerçekleştirmesini istiyoruz. Bütün çabamız bilindiği gibi bunun içindir. Zaten kurtuluş burada.

Mursi'ye, idam edilen gençlere ve şu son yüzyıllık fetret döneminde bu şekilde şehit düşen, mağdur olan şuurlu, inançlı diriliş önderlerine, bir kere daha rahmet dilerken, İslâm Âleminin uyanmasını ve gelecekte de bunların yaşanmaması için gereken köklü değişim ve dirilişin gerçekleşmesini Allah'tan diliyoruz.”