İnna lillahi ve inna ileyhi raciun...

إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ

20, 30, 86, 95…

Sayı her arttığında içimizde özenle sakladığımız umudumuzdan bir parça daha koptu yüreğimizi kanatarak.

Başkentin göbeğinden gelen kanlı görüntüler, yayın yasağına rağmen gece rüyalarımıza girecek bir yol bulup ulaştı gözlerimize.

Zamanlama manidardı…

Seçime günler kala, halayın “bu meydan kanlı meydan” sözlerinin tam üstüne patladı ilk bomba.

Anneleri kızlarından, çocukları babalarından-öğretmenlerinden, babaları oğullarından kopardı.

Tam 12'den vurdu hedefi…

Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör saldırısı olarak tarihe geçti.

Sadece canlar yoktu hedefinde…

Pamuk ipliğine bağlı kardeşlik bağlarımız, yıkık dökük empati duygumuz, gelecek umudumuz, sandığa olan güvenimiz, bu topraklara olan inancımız… Ne varsa elimizde avucumuzda, hepsini aynı anda katletmeye katsetti…

Kanlı gözyaşları ve savaş naralarıyla başlamadan bitti “barış” eylemi…

Keşke hiç yapılmasaydı.

“Barış, inadına barış” diye sokağa çıkmak bize göre değil galiba.

Ne zaman bu kadar değiştik?

Nasıl oldu da barışı anlatırken savaş çığlıkları atan insanlara dönüştük?

Bombayı kimin koyduğundan, kanı kimin döktüğünden bahsetmiyorum.

Piyonlar kim olursa olsun, arkalarında, ortadoğuyu yeniden şekillendirmek için Türkiye üzerinde oyunlar oynayan güçlerin bulunduğunu çocuklar bile anlayabiliyor artık.

Önemli olan, böyle bir saldırı sonrası bizim nasıl tepki verdiğimiz?

Kur'an-ı Kerim'in tavsiyesi açık.

“Onlar başlarına bir bela, musibet geldiğinde innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (biz Allah'ıınız ve elbette ona döneceğiz) derler.” Bakara 156

Başımıza gelen bela karşısında Allah'ı hatırlamayı öneriyor Kur'an-ı Kerim…

Birbirimizi suçlamayı, hakaret etmeyi, hayatını kaybedenlerin yakınlarının acılarını katlayacak davranış ve sözlerden kaçınmayı…

Peki, biz ne yapıyoruz?

Fırsat bu fırsat diyerek çıkıyoruz meydana?

Kimi Cumhurbaşkanını yahut hükümeti suçluyor, kimi HDP'yi…

Faturayı, kimi sevmiyorsak ona kesip seçim öncesi rant elde etmek için sıvıyoruz kollarımızı.

Aslanların geride bıraktığı leşten kalanları yiyebilmek için toplanmış akbabalarla aynı tepkiyi veriyoruz toplumca.

Gariptir, ölenler kimsenin umurunda değil.

Ateş, düştüğü yeri yaktı her zamanki gibi. 

Olan, ölenlerin yakınlarına oldu.

Onların ciğerlerini kavuran ateşi, üzerinde seçim sofrasının yemeklerini ısıtmak için kullanıyor birileri.

Annelerinden barış masalları, ninelerinden barış ninnileri dinlemeden büyümüş insanların barıştan anladığı da bu kadar olabiliyor demek ki…

Yazık…

Çok konuşulacak, on yıllarca unutulmayacak bu menfur olay.

1 Mayıs'ımıza, Sivas Katliamımız'a bir de Ankara Katliamı eklendi.

30 yıldır terör konuştuğumuzdan daha çok konuşacağız muhtemelen bu saldırıyı.

Aydınlanması için yıllar yılı beklememiz gerekecek, sadece bizim değil çocuklarımızın da görevi olacak gerçekleri gün yüzüne çıkarmak.

Umarım son olur gerçekten.

Yoksa çok değil 3-5 yıl içinde, Bağdat gibi, Afganistan gibi, Nijer gibi, bombalı saldırıları ancak ölü sayısı 100'leri aşınca haber bültenlerine konu olabilen ülkelerden birine dönüşeceğiz.

Bu engellemek bizim elimizde.

Savaşı tesis etmeye çalışan küresel güçlere rağmen, acılardan nemalanmak yerine yara sarmaya koşarsak bu oyunu bozabiliriz.

Yok “biz terörle yaşamaktan mutluyuz” diyen varsa, istediğini suçlamaya, istediğini konuşmaya devam edebilir.

Ancak barışı zedeleyebilecek her sözün Ankara'da patlayan bombalar kadar etkili olduğunu ve sahiplerinin ellerini bombayı koyanlar kadar kana buladığını unutmamak gerekir.