VF kat sol
VF kat sağ

01 May 2019

İnsan Denen Meçhul…

Alexis Carrel, bundan yüz yıl önce “İnsan denen meçhul” adıyla bir kitap yazmıştı. Ünlü Fransız cerrah ve fizyolog, tıp alanında yaptığı çok önemli çalışmalarından dolayı 1912 yılında Nobel Ödülüne layık görülmüştü. Caɾɾel, Batı dünyasının dine yabancılaşmasından büyük rahatsızlık duymaktaydı. "Dua" isimli eseɾinde bunlaɾı dile getiɾiɾken, "dini insan hayatından çıkaɾıɾsan heɾ şey mübah oluɾ" şeklinde çarpıcı biɾ ifade kullanıɾ.

Peki, nedir insan? Et ve kemikten oluşan bir yığın mı? Elbette insan bu kadar basit olamaz. Meseleyi bilimin bugün geldiği noktadan ele almak istiyorum. Özellikle de kuantum fiziğinden öğrendiğimiz yeni bilgiler bize çok yeni pencereler açıyor.

İnsan vücuduna baktığımız zaman çeşitli organlar var. Bunların her biri hücrelerden oluşuyor. Ancak asıl mesele, hücre seviyesine indiğiniz zaman ortaya çıkıyor. Orada bambaşka bir dünya ile karşılaşıyoruz. Ve bizi şaşkına çeviren bir yapı söz konusu. Bir insanın vücudunda 50 trilyon hücre bulunuyor. Yani her insan, aslında 50 trilyon canlıdan oluşan büyük bir  topluluk. Adeta başlı başına bir evren.

Şeyh Galib'in dediği gibi, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen”. Yani kâinatın özüsün sen. Her hücrenin içinde negatif, dışında ise pozitif voltaj var. Dolayısıyla her bir hücre aslında 1,4 voltluk bir pil. Böylece vücudumuzda toplam olarak 700 trilyon voltluk bir elektrik enerjisi var. Öyle ise belli bir eğitimle ve odaklanma ile bu enerjiyi lehimize kullanabiliriz. Kuantum fiziğine göre biz parçacıklardan değil, her an birbiri ile etkileşimde bulundan dalgalardan oluşuyoruz. Bu dalgalar ve titreşimler sayesinde algılanan cisimleriz. Yani aslında vücut dediğimiz bir madde yok. Sadece görüntüden ibaret. Adeta sinema perdesindeki görüntüler gibi sanal varlıklarız.

 

Dalgalardan oluşan bu varlıklar, parçası oldukları evrenin her bir noktası ile irtibat halindeler. Tüm hayvanlar ve bitkiler titreşimlerle haberleşiyorlar. Bir ceylan, aslanın yanına gidip, “gel seninle arkadaş olalım” demeyi denemez. Oradan aldığı enerji dalgaları sayesinde onun düşman olduğunu bilir.

Hayvanlar ve bitkiler bu titreşimlerle haberleşirler. İnsanlar ise dil ile anlaşırlar.

“Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar ise konuşa konuşa anlaşırlar” sözü boşuna söylenmemiş. Tüm organizmalar titreşimlerle iletişim kurarlar ve bu titreşimleri okuyarak bunların iyi veya kötü olduğuna karar verirler. İnsanların konuştuğu dil ise bu duyguları saklamaya yarar. Biz insanları gördüğümüzde onları fiziksel varlıklar ve biyolojik makinalar olarak algılarız. Aslında bu bir yanılsamadır. Zira biz de aslında karşılıklı etkileşimde bulunan dalgalardan oluşuyoruz. Bu dalgaların tamamı alanları oluşturuyor. Dolayısıyla atomlardan oluşsak da aslında en temel yapıtaşımız manyetik alanlardan başka bir şey değil.

Bundan dolayı tabiattaki her şey ile bağlantı halindeyiz. Çünkü dalgaları birbirinden ayırmak mümkün değil. Eskiden EEG ile kafanıza kablolar takarak beyni okuyabiliyorduk. Şimdi teknoloji çok daha ileri gitti. MEG (Manyetoensefalograf) sayesinde ise hiç kafa ile temas etmeden, beyindeki aktiviteleri uzaktan okuyabiliyoruz. Bu da gösteriyor ki aslında düşünceler sadece beynimizin içinde değil ve dolayısıyla herkesle bu dalgalar sayesinde etkileşime girebiliyoruz. Ve burada mesafeler de hiç önemli değil.

Bazen yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünürsünüz ve o anda arkadaşınız sizi telefonla arar veya ondan size bir mail gelir.  “Kalp kalbe karşıdır” diye muhabbete başlarsınız. O arkadaşınız hakkında olumsuz bir şey düşündüğünüzde de o kişi bundan huzursuzluk duyabilir. Buna “harmonik rezonans” deniyor. Bir bakıma beyniniz ile radyo yayını yapmış gibi oluyorsunuz. Aynen “placebo” veya “nocebo” etkisinde olduğu gibi… Araştırmalar göstermiştir ki, her üç tedaviden biri, placebo sayesinde iyileşmeyi sağlamaktadır. Sadece ilaçlar değil, ameliyatlar da buna dahildir. Bunun tersi de söz konusudur. Faydasına inanmadığınız tedavi sizi iyileştirmez. Buna da “nocebo” denmektedir. Pozitif düşünce ile sağlığınıza kavuştuğunuz gibi, olumsuz düşünce de sizi ölüme götürebilir. Dua, beddua veya nazar olayını da bu çerçevede daha kolay anlayabiliriz.