İNSAN NEYİN MAHKUMUDUR?
İnsan dünyanın en özgür ve özgün varlığı. İnsana bu özgürlük ve
özgünlüğü bahşeden de bizzat onu yoktan var eden o yüce zatın ta kendisi.
“İnsanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etmek için yaratan” Allah Teala,
insanı kendisini ve alemdeki her şeyi yüce zatını bildirmek ve tanıtmak için
yarattığı halde insanı kendisine iman
etmeye zorlamıyor. “Dinde zorlama yoktur.” diyor. İnsan bu hakikati
derinlemesine tefekkür ettiğinde tekbir diyerek haykırmaktan kendisini alamıyor.
Sonuçlarına katlanmak kaydıyla Rahman sıfatının tecellisi gereği insan dünyada
iman, amel ve hayat tarzı konusunda başkalarının hak ve hürriyetlerini tehdit
etmediği müddetçe bütün tercihlerinde sonuna kadar hür ve özgürdür. Dünya
hayatında tercih insanın… O ister inanır, ister inanmaz. Hayat yolunda
direksiyon onda. İster iyilik yolunu tutar, ister kötülük yolunu. Tercih onun;
dilerse Hakkı tutar, dilerse batılı. Kendisi bilir; hayırdan yana olmakta
şerden yana olmakta ona kalmış.
Yukarıda da beyan ettiğim gibi her tercihin bir sonucu vardır ve
insan hür iradesiyle yaptığı bu tercihlerden dünya da ve ahirette de
sorumludur. İnsanı yoktan var eden ve varlığından haberdar etmek için din,
kitap, peygamber gönderen ve onu sayısız nimetlerle donatan Allah Teala’nın
bütün bunlara rağmen insana (razı olmadığı halde) kendisine iman etme ve inkâr
etme hürriyeti tanıması, selim akıl sahibi herkese ona inanıp teslim olmak için
delil olarak yetmez mi? Elbet de yeter
de artar bile. Bunun şuurunda ve idrakinde olan aklı selim sahibi bir insana
İslam dini haricindeki bütün din, düşünce, akım ve ideolojilerin özgürlük
vaatleri az gelir vız gelir.
İnsan bu kadar özgür ve özgün bir varlık olduğu halde yer yer neden
üzgündür, neden mahzundur, neden mahrumdur, neden mahkûmdur? Daha doğru bir
ifadeyle insan neyin mahkûmudur? Bir kitaplık soruların cevaplarını bir yazıda
vermeye çalışmak çok zor biliyorum. Bildiğim bir şey daha var ki o da söylenen
ve yazılan az şeylerde çok dersler, ibretler ve manalar çıkaracak feraset ve
basiret sahibi okurların varlığıdır.
İnsan cehaletin mahkûmudur ve bizim cehalet dediğimiz şey
harflerden değil hayattan bi haber olmaktır. Kişi kendini bilmek gibi “İrfan
bulunmaz” diyen irfan sahibi ne güzel söylemiş böyle. Cehalet insanın kendini
bilmemesidir. Kendini bilmeyen Rabbini bilemez, Rabbini bilmeyen hakkını
bilemez, hakkını bilmeyen haddini bilemez, haddini bilmeyen kişi de hududa
riayet edemez. Hadsizlik insanı haksızlığa götürür. Haksızlık onun bütün hak ve
hürriyetlerini alır götürür, yer bitirir. İnsan şeytanın hile ve desiselerinin
iğva ve vesveselerinin mahkûmudur. Aslında insan ile şeytanın ezeli rekabetinde
bütün şartlar insanın lehinedir. Çünkü Rahman; Hz. Adem (a.s.)’ın şahsında
insanın yanında, şeytanın karşısındadır. İşte bu hakikatten mahrum olan
bahtsızlar şeytani fikir, düşünce, felsefe ve sistemlerin mahkûmudur.
İnsanların bütün mahrumiyet, mahcubiyet, mağlubiyet ve mahkûmiyetlerinin
temelinde, onun Rahman’dan uzaklaşması ve şeytana yaklaşması yatar. İnsan
Rahman’a koşmadıkça şeytan insandan kaçmaz. İnsanlık tarihi ile başlayıp
kıyamete kadar devam edecek Hak Batıl mücadelesinin diğer bir adı da Rahmanilerle
şeytaniler arasındaki mücadeledir.
İnsan nefsinin heva ve heveslerinin mahkûmudur. Öyle zaman olur ki
nefsine bir an hâkim olamayan insan, neslinin bir ömür mahkûmu olur. İnsanın
kan damarlarında dolaşan şeytan, nefisle iş birliği yaparak insanın can damarlarını
işgal etmeye çalışır. İnsanın hayatta verdiği en nefis mücadele nefsiyle olan
mücadelesidir. İnsanın iki cihanda saadete ermesinin yolu nefesine hâkim olmasından,
nefsine hâkim olmasının yolu da hakka ve hakikate hadim olmasından geçer.
İnsan öfkesinin mahkûmudur. Nice suçların perde arkasında bir anlık
öfke yatar. “Öfke gelir, göz kızarır, öfke gider, yüz kızarır.” “Öfkeyle kalkan
zararla oturur.” İnsanın öfkelenmemek elinde değildir. Fakat, kendisini
öfkelendirecek insanlardan, mekanlardan ve ortamlardan uzak durmak elindedir.
Sinirlerine sınır çizemeyen insanların, bütün sınırları ezilmeye ve çizilmeye mahkûmdur.
İnsan şiddetin mahkûmudur. Hiddetine hâkim olamayan insan,
şiddetine mahkûm olur. Kainat gibi insanda boşluk kabul etmez. Şefkatin
olmadığı yeri şiddet doldurur. İnsana düşen şey yürekleri şefkatle feth etmek
ve şiddeti şiddetle red etmektir.
İnsan şehvetin mahkumudur. Şehvetin kucağına düşen insan şeytanın
ocağına düşer. Şehvet; şeytanın, insani kalbinden vurduğu şiddetli bir oktur.
Nice servetler vardır ki o servetleri, şehvetleri yakıp kül etmiştir. Şehvet
insanı şekavete, şekavet ise adavete götürür. “Şehveti gelenin aklı gider”
diyenler ne güzel söylemişler.
İnsan şöhretin mahkûmudur. İnsan şu üç “Ş”’den fersah fersah uzak
durmalıdır. Şiddet, şehvet, şöhret afettir. Şöhret insanı nice değerlerden
uzaklaştırır. Onu kibir ve bencilliğe yaklaştırır. Şöhret, insana Rahman’ın
azizliği karşısında, kendisinin acizliğini unutturan korkunç bir illettir.
İnsanı günaha ve isyana götüren her türlü şöhret, onun için her iki cihanda da
zillettir. Şöhret kibrin kardeşidir. Kibir ise insanın ihtiras benzinine
çaktığı bir kibrittir.
İnsan hırsın mahkûmudur. Hırs öyle tehlikeli bir şeydir ki insanı
bazen hırsız, bazen de arsız eder. Hırs öyle bir binektir ki üzerindeki insanı
ancak felakete ve helakete götürür. Hırs, insana dünyevileşme zehrine yutturur.
Böylece ona ahireti ve mahşeri unutturur. Faniliğini unutandan her türlü
fenalık beklenir.
İnsan bağımlılıklarının mahkûmudur. Her bağımlılık, insan
hürriyetine vurulan bir zincirdir. İnsan bazı şeylerin tiryakisi olabilir.
Fakat hiçbir şeyin bağımlısı olmamalıdır. Ve unutulmamalıdır ki mananın bağlısı
olanlar, maddenin bağımlısı olmaktan kurtulmuşlardır.
Ey insan! Ne yap et bağlanacak bir şey bul. Böyle yap ki her türlü
bağımlılıktan kurtul. Akıllı ol, mağdur olma. Uyanık ol, mağlup olma. Erdemli
ol, mahcup olma. Gayret et, mahrum olma. Tevekkül et, mahzun olma. Kendine
hakim ol, mahkum olma.
Not: Bu yazı Kader Mahkumları Derneği Dergisinde yayınlanmıştır.