İNSANIN NESNELERLE MUTLULUK ARAYIŞI
Daha güzel bir oyuncağım olsaydı daha mutlu bir çocuk olurdum…
Yeni bir
telefonum olsaydı daha havalı bir genç olurdum…
Daha lüks
bir arabam olsaydı daha çok itibar görürdüm…
Bir villada
otursaydım çok daha huzurlu olurdum…
İnsanın
doyumsuzluğunu daha güzel anlatan bir sözcük yoktur herhalde “daha”
kelimesinden başka. “Daha”larla başlayan, uzayıp giden ve her defasında yerini
boşluğa, mutsuzluğa ve doyumsuzluğa bırakan mutluluk arayışı. İnsanın
sahiden mutlu olmasını sağlayan nesneler midir? Yoksa insanın mutlu veya mutsuz
olmasının sırrı içinde bir yerlerde mi gizlidir?
Filozof ve sosyolog
olan aynı zamanda Frankfurt Okulu'nun Eleştirel Teorisi'ne yaptığı katkılarla bilinen
Herbert Marcuse, tüketim kültürünün, insanları tüketim odaklı yaşamaya ve satın
almaya zorladığını ve mütemadiyen “sahte ihtiyaçlar” ürettiğini öne
sürmektedir.
Küresel
şirketlerin en can alıcı silahı olan medya ve reklamlar, insana tüketerek
mutlu olabileceği ve hep bir şeylere ihtiyacı olduğu fikrini inancını empoze
etmektedir. Reklamlarda, aldığı kıyafet sonrasında dünyanın en mutlu insanı
olan kadınlar, arabasıyla herkese diz çöktüren erkekler, oyuncaklarıyla tüm
engelleri ortadan kaldıran çocuklar ve daha pek çok kurgu, zihinlerimizi ve
duygularımızı sessizce ele geçiriyor.
Ve bu
zihinsel/duygusal istila henüz yaşamın ilk yıllarında başlıyor. İngiltere’de Ulusal
Tüketici Konseyi tarafından yapılan bir araştırma, ortalama bir çocuğun 10
yaşına geldiğinde 400 farklı marka ismine aşina olduğunu göstermektedir (Mayo,
2005). Başka bir araştırmada ise üç yaş çocuklarının %69’unun McDonald’s
markasının sembolü olan “Altın Kemerler” logosunu tanıdığı belirtilmektedir
(Dammler ve Middelman, 2002).
Tüketim
toplumunda ne yazık ki bireylere mutlu olmanın, popüler olmanın, dikkat
çekici olmanın ve beğenilmenin markalı ürünlere sahip olmakta gizli olduğu kanıksatılmaktadır.
Öyle ki, küresel bir kahve zincirinin bardağını adeta bir kimlik belgesi gibi
taşıyan gençlerin fotoğraflarını sosyal medyada bolca görebilirsiniz. Medya,
kapitalist sistemin en sinsi ve aldatıcı silahı olarak işlevini oldukça
başarılı bir şekilde yerine getirmektedir.
Evet
geldiğimiz noktada kapitalist düzen ve tüketim odaklı kültür insana mutlu
olabilmesi için daha çok tüketmesi gerektiğini söylüyor. Buna karşın Farabi,
Gazali, Aristo, Platon gibi pek çok düşünür mutluluğun sırrının metafizikte,
gözle görülemeyen, elle tutulamayan şeylerde saklı olduğunu söylemiştir.
Geldiğimiz
noktada “var olmak” kavramının “varlıklı olmak” kavramıyla, “olmak” kavramının
ise Erich Fromm’un söylediği gibi “sahip olmak” kavramına tercih edildiği bir
çağda yaşıyoruz. İnsanların etiketler üzerinden değer arayışı ve maddeyle
mutluluğa ulaşma çabası her seferinde hüsranla sonuçlanacaktır.
Çünkü en pahalı,
en güzel, en yeni olan nesneler zamanla değersizleşir, ucuzlaşır ve eskir.
Öyleyse insanı ebedi saadete ulaştıracak olan şeyin özellikleri arasında bu
malayani özelliklerin bulunmaması gerekir. Yani insan eskimeyen,
değersizleşmeyen ve hep güzel kalan bir mana ile ancak ebedi saadete
ulaşabilir.
Farabi, insanın
madde üzerinden mutluluk arayışına yaptığı eleştiride, maddeyle gelen
mutluluğun maddenin kaybolmasıyla yitip gideceğini belirtir. Halbuki Allah’ın
zatı dışındaki her şey, insanın kendisi de yok olmaktadır, yok olacaktır.
Dolayısıyla maddenin varlığıyla gelen mutluluk onun yokluğuyla kaybolur gider.
Öyleyse kaybolmayacak yegâne mutluluk ve ebedi saadet ancak Allah’ı bilmek ve
bulmakla mümkündür.
O’nu bulan
neyi kaybetmiştir?
O’nu
kaybeden neyi bulmuştur?
Henüz
yaşamın ilk yıllarından başlayarak “insanın yaratılış amacını” ve “insanın tek
amacının maddeyi / maddi olanı elde etmek olmadığını” çocuklarımıza
öğretmeliyiz. Çocuklar geleceğin ve yaşamın nüvesidir. Çocuklarla birlikte büyür hayatın içindeki
güzel ve çirkin olan her ne varsa. Bir ayetle sözlerime son veriyorum.
“Bilesiniz ki
gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (Ra’d Suresi / 28. Ayet
Vesselam…