21 Ekim 2021

​İNSANIN NESNELERLE MUTLULUK ARAYIŞI

Daha güzel bir oyuncağım olsaydı daha mutlu bir çocuk olurdum…

Yeni bir telefonum olsaydı daha havalı bir genç olurdum…

Daha lüks bir arabam olsaydı daha çok itibar görürdüm…

Bir villada otursaydım çok daha huzurlu olurdum…

İnsanın doyumsuzluğunu daha güzel anlatan bir sözcük yoktur herhalde “daha” kelimesinden başka. “Daha”larla başlayan, uzayıp giden ve her defasında yerini boşluğa, mutsuzluğa ve doyumsuzluğa bırakan mutluluk arayışı. İnsanın sahiden mutlu olmasını sağlayan nesneler midir? Yoksa insanın mutlu veya mutsuz olmasının sırrı içinde bir yerlerde mi gizlidir?

Filozof ve sosyolog olan aynı zamanda Frankfurt Okulu'nun Eleştirel Teorisi'ne yaptığı katkılarla bilinen Herbert Marcuse, tüketim kültürünün, insanları tüketim odaklı yaşamaya ve satın almaya zorladığını ve mütemadiyen “sahte ihtiyaçlar” ürettiğini öne sürmektedir.

Küresel şirketlerin en can alıcı silahı olan medya ve reklamlar, insana tüketerek mutlu olabileceği ve hep bir şeylere ihtiyacı olduğu fikrini inancını empoze etmektedir. Reklamlarda, aldığı kıyafet sonrasında dünyanın en mutlu insanı olan kadınlar, arabasıyla herkese diz çöktüren erkekler, oyuncaklarıyla tüm engelleri ortadan kaldıran çocuklar ve daha pek çok kurgu, zihinlerimizi ve duygularımızı sessizce ele geçiriyor.

Ve bu zihinsel/duygusal istila henüz yaşamın ilk yıllarında başlıyor. İngiltere’de Ulusal Tüketici Konseyi tarafından yapılan bir araştırma, ortalama bir çocuğun 10 yaşına geldiğinde 400 farklı marka ismine aşina olduğunu göstermektedir (Mayo, 2005). Başka bir araştırmada ise üç yaş çocuklarının %69’unun McDonald’s markasının sembolü olan “Altın Kemerler” logosunu tanıdığı belirtilmektedir (Dammler ve Middelman, 2002).

Tüketim toplumunda ne yazık ki bireylere mutlu olmanın, popüler olmanın, dikkat çekici olmanın ve beğenilmenin markalı ürünlere sahip olmakta gizli olduğu kanıksatılmaktadır. Öyle ki, küresel bir kahve zincirinin bardağını adeta bir kimlik belgesi gibi taşıyan gençlerin fotoğraflarını sosyal medyada bolca görebilirsiniz. Medya, kapitalist sistemin en sinsi ve aldatıcı silahı olarak işlevini oldukça başarılı bir şekilde yerine getirmektedir.

Evet geldiğimiz noktada kapitalist düzen ve tüketim odaklı kültür insana mutlu olabilmesi için daha çok tüketmesi gerektiğini söylüyor. Buna karşın Farabi, Gazali, Aristo, Platon gibi pek çok düşünür mutluluğun sırrının metafizikte, gözle görülemeyen, elle tutulamayan şeylerde saklı olduğunu söylemiştir.

Geldiğimiz noktada “var olmak” kavramının “varlıklı olmak” kavramıyla, “olmak” kavramının ise Erich Fromm’un söylediği gibi “sahip olmak” kavramına tercih edildiği bir çağda yaşıyoruz. İnsanların etiketler üzerinden değer arayışı ve maddeyle mutluluğa ulaşma çabası her seferinde hüsranla sonuçlanacaktır.

Çünkü en pahalı, en güzel, en yeni olan nesneler zamanla değersizleşir, ucuzlaşır ve eskir. Öyleyse insanı ebedi saadete ulaştıracak olan şeyin özellikleri arasında bu malayani özelliklerin bulunmaması gerekir. Yani insan eskimeyen, değersizleşmeyen ve hep güzel kalan bir mana ile ancak ebedi saadete ulaşabilir.

Farabi, insanın madde üzerinden mutluluk arayışına yaptığı eleştiride, maddeyle gelen mutluluğun maddenin kaybolmasıyla yitip gideceğini belirtir. Halbuki Allah’ın zatı dışındaki her şey, insanın kendisi de yok olmaktadır, yok olacaktır. Dolayısıyla maddenin varlığıyla gelen mutluluk onun yokluğuyla kaybolur gider. Öyleyse kaybolmayacak yegâne mutluluk ve ebedi saadet ancak Allah’ı bilmek ve bulmakla mümkündür.

O’nu bulan neyi kaybetmiştir?

O’nu kaybeden neyi bulmuştur?

Henüz yaşamın ilk yıllarından başlayarak “insanın yaratılış amacını” ve “insanın tek amacının maddeyi / maddi olanı elde etmek olmadığını” çocuklarımıza öğretmeliyiz. Çocuklar geleceğin ve yaşamın nüvesidir.  Çocuklarla birlikte büyür hayatın içindeki güzel ve çirkin olan her ne varsa. Bir ayetle sözlerime son veriyorum.

“Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (Ra’d Suresi / 28. Ayet

Vesselam…