İnsanlararasılık yahut Aliya İzetbegoviç
İnsan olmanın özündekini bulmak esasen insan kadar büyük bir kesrette
müşterek olanı aramak değil midir? İnsanın kendi dışında, farklı çevrelerde
bulduğu, Çin’de bile olsa aldığı, işte bu benim dediği her şey kültürün
dünyasında insanlık olarak yaşanan çeşitlilik ve kesret aşılarak insanlara dair
her şeyde kendisini bir anda ortaklaştırabilir. Bu ortaklaşma kendini bütün
için erime ya da silmek manasına modern küresel yaklaşımlarda transhümanizm
gibi akımlarda ifade edildiği şekilde olmamalıdır. Türklerin İslam ile
alakaları ve Müslümanların beytü’l-hikme tecrübesi gibi gelişmeler bunun
mazideki nasılını göstermek bakımından önemlidir diye düşünüyoruz.
Müşterekleşmeye örnek vermek gerekirse; Hak kavramı insanlararasılığı olan,
insanlık kendözünün kendisini aşikâr ettiği ve her yerde varlığı aranan
istenen, medeniyet denilen düzen içerisinde mihverde yer alan bir olgu ise bu
nedendir? Aliya bu soruya şu cevabı vermişti: Haklar ancak doğuştansa; hükümdar, parlamento veya sınıfın iradesi değilse,
tabiatın veya Allah’ın vergisiyse, yani insanla beraber doğmuşsa vazgeçilmezdir. (İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslâm, s.297.) İşte bu Müslüman aklının
insanlararasılaşarak kendisini bir medeniyet diline dönüştürmesinin en güzel
örneklerinden biri değil midir? O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de:
Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır.
Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır, denilen yerden kesretin içindeki vahdeti Kutsal metin
üzerinden okuduğumuzda bu çokluğun da bize ait bir gerçekliği olduğu lakin
bunun içindeki birliğin de müştereğimiz olarak insanlığa dair olduğu
yaklaşımını birlikte düşündüğümüzde Türk olmak kavramı Müslüman olmayı ve
insanlık müştereklerine ait olmayı ve dahası birbiriyle çakışarak yoksunlaşmayı
sağlayan bir tercihe sapmayı gerektirmez, demek yanlış olmayacaktır. Prof. Dr.
Osman Turan’ın ifade ettiği üzere Türk cihan hakimiyeti mefkuresinin milli,
dini ve insani yönleri bulunmaktaydı. Hülasa kültürümüz bu kavramlaştırmaya
uzak ve yabancı değildir. Ziya Gökalp’in Türkleşme, İslamlaşmak, Muasırlaşmak
dediği husus da özünde bundan gayrı bir şey değildi. Türk medeniyetçiliğinin
esasında bu insanaraslılaştırma ve müşterekler üzerinden mana bulma geleneği
vardır. İşte bu cümleden hakların vazgeçilmezliği insanlar arası ise ki,
bu kavramı evrensel yerine teklif ediyoruz, kendi müşterekimiz üzerinde
kendimizdeki rengi silmeden buluşmak hülasa kendimizi öğütmeden birleşmek de
mümkün olacaktır. Hak kavramının doğurduğu hukuk kavramı işte burada bir
toplum ve medeniyet için son derece hayatidir. İnsanlararasılık ise o kültürün
özümüze dayanarak ürettiği değerin müşterek insanlık değeri haline dönüşmesidir
ki bu pek çok kültürün kendi adına mefkûresi olan, olması gereken bir durumdur.
İşte burada hak ve hukuk ötesinde bunların özünde yer aldığını düşündüğümüz
kavram adalet oluyor. Medeniyetin üç ayağından biri olan devletin işlevi
olarak hatta dini olarak nitelenen bu kavram insanlararasılaştıkça, buna dair uluslararasılaşan
yapılar ve kurumlar bu müştereğin varlığını destek için güçlendikçe ve
samimi/gerçekçi olarak uyguladıkça küreselleşmesi gereken gerçek değerler de aşikâr
olmaya başlar. Bilgemiz Aliya “Ne denli yoğun olursa olsun hiçbir akıl yürütme, düşünme ve basiret,
adalet ve hakikat uğruna feda edilmiş bir hayata ilişkin tek bir örneği bile
açıklamaya, meşrulaştırmaya yetmez (İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, s.33),
derken bu meselenin önemi ötesinde konunun ne denli zor ve nadir bir durum
olduğunu da ortaya koymuştu. Bu bakımdan insanlık bugün Doğu Türkistan, Gazze
gibi yerlerde aradığı adaletin ve uluslararası sistem denilen şeyin bu
insanlararasılık zemininde gerçekleşmesine çalışması gerektiğini, bu uğurda
harcanan ömürlerin aziz olacağını ve kendimize ve geleceğe bırakacağımız en
değerli mirasın da bu olacağını görecektir. Bugün artık ve sonunda soykırım
olarak değerlendirilebilen Srebrenitza hadisesi yaşandığı dönemde kör ve sağır
insanlık bugün Gazze’de de tepkisizlik içinde idi. Bu bakımdan küreselleşme imkânlarının
insanlararasılaşma müştereklerine odaklanması ile insanlık kendi sahil-i
selametine doğru yol alabilecektir. Peki, biz bu müşterekleri ve
insanlararasılığı hangi zeminde düşünmeliyiz. Buna da bilgemiz Aliya cevap
versinler: “İlk insanın yaratılışıyla ilgili
Kur’an kıssasının (Bakara 2/30-4) anlamı nedir? Bu kıssa, son derece önemli
olan en az iki hususu içermektedir: 1) Tüm insanlar kardeş olmasa bile uzak
akrabadırlar ve dolayısıyla eşittirler; 2) Başlangıçta bir erkek ve bir kadın
vardı, kişiler ve halk daha sonra geldi. Bundan çıkan netice, insan haklarının
halklardan, kabilelerden, toplum ve devlet haklarından daha eski (ve daha
önemli) olduğudur. İnsan hakları önceliklidir, diğerleri ondan istintaç
(çıkarılmış) edilmiştir.” (İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan
Notlar, s.161). Dinî ve millî tüm değer sistemlerini yadsımayı, batıl saymayı
ve hümanizm denilen meçhul distopyadan ahkamlar kesmeyi adet edinenler nedense
insanlararasılık kıyılarına hiç uğrayamadılar. Somut konuş denilirse dünya
çapında farklı dillerde yazılan ve farklı kültürlere ait olan romanların
çevirilerinin küre çapında müşterek bir akıl ve duygu ile okunabilmesi; o
kitabın yazıldığı kültüre ait olmayan diyarlardaki insanların oralardaki
kişiliklerle ve duygularla iletişim kurup kendini bulabilmesi insanlararasılık
meselesinin küçük bir örneği olabilir. Bunun abidesi ise elbette insanın var
olma meselesinin özündeki hedefi olan bilgelik ile sıfatlanan bilgelerde
görülür. Bunlar bizi kendi dünyamız ve kültürümüz içerisinde yüksek bir
düşünce, duygu ve hassasiyete götürerek iyi, doğru ve güzel yolunda bizleri
müşterek kılmadılar mı? Kendi bil uyarısı ve kendini bilenin külli olanın
bilgisiyle hemhal olacağının esasındaki ne ola? Yaratılanı yaratandan ötürü
seven Yunus dili ve gönlü nerede?
Aliya,
savaş yıllarında bilge bir lider olarak bunu hep bahsedilen düşünce dünyası
üzerinden anlatmaya ve bu yolda eylemeye çalıştı: Hedefimiz özgür insanlardan oluşan bir Bosna'dır; insan ve onun
hakkının saygı gördüğü bir Bosna'dır. Tek-uluslu, tek-dinli, tek-partili devlet
içinde devletler çoğul kullanıyorum- görüşüne, nefrete, hoşgörüsüzlüğe özgür ve
demokratik Bosna düşüncemizle karşı koyuyoruz. Bu ibareyi bütün bayraklarımızın
üstüne yazdığımıza göre, hedeflerimize giden yolu daima düzelterek ve her
önümüze çıkan adaletsizliği yorulmadan iyileştirerek, sürekli olarak bunun için
gayret etmeliyiz. (İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, s.234), derken de
kendözündeki o insanlarasılaşması gereken güzelliği ifade etmişti. Evrensel
olarak söylenen şeylerin içeriği kime göre ve neye göredir bilinmez ama
insanlararasılaşan her şey iyi, doğru ve güzel bağlamında toplum, şehir ve
devlet düzleminde kendisini gösterdikçe dünyamız umulur ki daha nefes alınası
bir yere dönüşür. Kültürümüzün bu yolda değer üreterek insanlararası bir zemine
yürümesi ise medeniyetçi milliyetçiliğimizin asli konularından olarak
değerlendirilebilir.
Hak İçin Olsun…
Vesselam