28 May 2024

​İnsanlararasılık yahut Aliya İzetbegoviç

 

İnsan olmanın özündekini bulmak esasen insan kadar büyük bir kesrette müşterek olanı aramak değil midir? İnsanın kendi dışında, farklı çevrelerde bulduğu, Çin’de bile olsa aldığı, işte bu benim dediği her şey kültürün dünyasında insanlık olarak yaşanan çeşitlilik ve kesret aşılarak insanlara dair her şeyde kendisini bir anda ortaklaştırabilir. Bu ortaklaşma kendini bütün için erime ya da silmek manasına modern küresel yaklaşımlarda transhümanizm gibi akımlarda ifade edildiği şekilde olmamalıdır. Türklerin İslam ile alakaları ve Müslümanların beytü’l-hikme tecrübesi gibi gelişmeler bunun mazideki nasılını göstermek bakımından önemlidir diye düşünüyoruz. Müşterekleşmeye örnek vermek gerekirse; Hak kavramı insanlararasılığı olan, insanlık kendözünün kendisini aşikâr ettiği ve her yerde varlığı aranan istenen, medeniyet denilen düzen içerisinde mihverde yer alan bir olgu ise bu nedendir? Aliya bu soruya şu cevabı vermişti: Haklar ancak doğuştansa; hükümdar, parlamento veya sınıfın iradesi değilse, tabiatın veya Allah’ın vergisiyse, yani insanla beraber doğmuşsa vazgeçilmezdir. (İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslâm, s.297.) İşte bu Müslüman aklının insanlararasılaşarak kendisini bir medeniyet diline dönüştürmesinin en güzel örneklerinden biri değil midir? O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır, denilen yerden kesretin içindeki vahdeti Kutsal metin üzerinden okuduğumuzda bu çokluğun da bize ait bir gerçekliği olduğu lakin bunun içindeki birliğin de müştereğimiz olarak insanlığa dair olduğu yaklaşımını birlikte düşündüğümüzde Türk olmak kavramı Müslüman olmayı ve insanlık müştereklerine ait olmayı ve dahası birbiriyle çakışarak yoksunlaşmayı sağlayan bir tercihe sapmayı gerektirmez, demek yanlış olmayacaktır. Prof. Dr. Osman Turan’ın ifade ettiği üzere Türk cihan hakimiyeti mefkuresinin milli, dini ve insani yönleri bulunmaktaydı. Hülasa kültürümüz bu kavramlaştırmaya uzak ve yabancı değildir. Ziya Gökalp’in Türkleşme, İslamlaşmak, Muasırlaşmak dediği husus da özünde bundan gayrı bir şey değildi. Türk medeniyetçiliğinin esasında bu insanaraslılaştırma ve müşterekler üzerinden mana bulma geleneği vardır. İşte bu cümleden hakların vazgeçilmezliği insanlar arası ise ki, bu kavramı evrensel yerine teklif ediyoruz, kendi müşterekimiz üzerinde kendimizdeki rengi silmeden buluşmak hülasa kendimizi öğütmeden birleşmek de mümkün olacaktır. Hak kavramının doğurduğu hukuk kavramı işte burada bir toplum ve medeniyet için son derece hayatidir. İnsanlararasılık ise o kültürün özümüze dayanarak ürettiği değerin müşterek insanlık değeri haline dönüşmesidir ki bu pek çok kültürün kendi adına mefkûresi olan, olması gereken bir durumdur. İşte burada hak ve hukuk ötesinde bunların özünde yer aldığını düşündüğümüz kavram adalet oluyor. Medeniyetin üç ayağından biri olan devletin işlevi olarak hatta dini olarak nitelenen bu kavram insanlararasılaştıkça, buna dair uluslararasılaşan yapılar ve kurumlar bu müştereğin varlığını destek için güçlendikçe ve samimi/gerçekçi olarak uyguladıkça küreselleşmesi gereken gerçek değerler de aşikâr olmaya başlar. Bilgemiz Aliya “Ne denli yoğun olursa olsun hiçbir akıl yürütme, düşünme ve basiret, adalet ve hakikat uğruna feda edilmiş bir hayata ilişkin tek bir örneği bile açıklamaya, meşrulaştırmaya yetmez (İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, s.33), derken bu meselenin önemi ötesinde konunun ne denli zor ve nadir bir durum olduğunu da ortaya koymuştu. Bu bakımdan insanlık bugün Doğu Türkistan, Gazze gibi yerlerde aradığı adaletin ve uluslararası sistem denilen şeyin bu insanlararasılık zemininde gerçekleşmesine çalışması gerektiğini, bu uğurda harcanan ömürlerin aziz olacağını ve kendimize ve geleceğe bırakacağımız en değerli mirasın da bu olacağını görecektir. Bugün artık ve sonunda soykırım olarak değerlendirilebilen Srebrenitza hadisesi yaşandığı dönemde kör ve sağır insanlık bugün Gazze’de de tepkisizlik içinde idi. Bu bakımdan küreselleşme imkânlarının insanlararasılaşma müştereklerine odaklanması ile insanlık kendi sahil-i selametine doğru yol alabilecektir. Peki, biz bu müşterekleri ve insanlararasılığı hangi zeminde düşünmeliyiz. Buna da bilgemiz Aliya cevap versinler: “İlk insanın yaratılışıyla ilgili Kur’an kıssasının (Bakara 2/30-4) anlamı nedir? Bu kıssa, son derece önemli olan en az iki hususu içermektedir: 1) Tüm insanlar kardeş olmasa bile uzak akrabadırlar ve dolayısıyla eşittirler; 2) Başlangıçta bir erkek ve bir kadın vardı, kişiler ve halk daha sonra geldi. Bundan çıkan netice, insan haklarının halklardan, kabilelerden, toplum ve devlet haklarından daha eski (ve daha önemli) olduğudur. İnsan hakları önceliklidir, diğerleri ondan istintaç (çıkarılmış) edilmiştir.” (İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar, s.161). Dinî ve millî tüm değer sistemlerini yadsımayı, batıl saymayı ve hümanizm denilen meçhul distopyadan ahkamlar kesmeyi adet edinenler nedense insanlararasılık kıyılarına hiç uğrayamadılar. Somut konuş denilirse dünya çapında farklı dillerde yazılan ve farklı kültürlere ait olan romanların çevirilerinin küre çapında müşterek bir akıl ve duygu ile okunabilmesi; o kitabın yazıldığı kültüre ait olmayan diyarlardaki insanların oralardaki kişiliklerle ve duygularla iletişim kurup kendini bulabilmesi insanlararasılık meselesinin küçük bir örneği olabilir. Bunun abidesi ise elbette insanın var olma meselesinin özündeki hedefi olan bilgelik ile sıfatlanan bilgelerde görülür. Bunlar bizi kendi dünyamız ve kültürümüz içerisinde yüksek bir düşünce, duygu ve hassasiyete götürerek iyi, doğru ve güzel yolunda bizleri müşterek kılmadılar mı? Kendi bil uyarısı ve kendini bilenin külli olanın bilgisiyle hemhal olacağının esasındaki ne ola? Yaratılanı yaratandan ötürü seven Yunus dili ve gönlü nerede?

Aliya, savaş yıllarında bilge bir lider olarak bunu hep bahsedilen düşünce dünyası üzerinden anlatmaya ve bu yolda eylemeye çalıştı: Hedefimiz özgür insanlardan oluşan bir Bosna'dır; insan ve onun hakkının saygı gördüğü bir Bosna'dır. Tek-uluslu, tek-dinli, tek-partili devlet içinde devletler çoğul kullanıyorum- görüşüne, nefrete, hoşgörüsüzlüğe özgür ve demokratik Bosna düşüncemizle karşı koyuyoruz. Bu ibareyi bütün bayraklarımızın üstüne yazdığımıza göre, hedeflerimize giden yolu daima düzelterek ve her önümüze çıkan adaletsizliği yorulmadan iyileştirerek, sürekli olarak bunun için gayret etmeliyiz. (İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, s.234), derken de kendözündeki o insanlarasılaşması gereken güzelliği ifade etmişti. Evrensel olarak söylenen şeylerin içeriği kime göre ve neye göredir bilinmez ama insanlararasılaşan her şey iyi, doğru ve güzel bağlamında toplum, şehir ve devlet düzleminde kendisini gösterdikçe dünyamız umulur ki daha nefes alınası bir yere dönüşür. Kültürümüzün bu yolda değer üreterek insanlararası bir zemine yürümesi ise medeniyetçi milliyetçiliğimizin asli konularından olarak değerlendirilebilir.

 

Hak İçin Olsun…

Vesselam