05 Temmuz 2018

İnsanlığın yıkılışı

Öylesine acı yüklü ki zaman, hüzün çepeçevre kuşatmış mavi gökyüzünün her zerresini. Yıkılır insanlığın en sağlam kaleleri bir bir, tecavüze uğrayan, kaçırılan ve öldürülen çocukların ardından.

İnsana müsemmadır, insanlık. Anadan doğan her kula verilen lakin bazılarının zamanla yitirdiği paha biçilemez bir hazinedir. Varlığı insanı en yüce makamlara çıkarırken yokluğu en dipsiz çukurlara düşürür insanı.

İşte yine zor zamanlardan geçiyoruz millet olarak. Yaşadığımız pek çok olay, insanlığın geldiği noktayı sorgulamamıza sebep oluyor. Adeta “insanlığın yıkılışına” şahitlik ediyoruz. Şehirler yükselirken tüm ihtişamıyla, insanlığın yıkılışını izliyoruz haber bültenlerinde, yıkılan insanlığın haberlerini okuyoruz gazete sayfalarında.

Bedeninin ve onun doyumsuz arzularının ardına takılan insan, herhangi bir kural, sınır veya mahcubiyet tanımadan musallat oluyor küçücük çocukların bedenlerine. Ağzı süt, teni cennet kokan, masum çocukların küçük bedenine. Ve küçük bir çocuğun bedeninin gölgesinde kalıyor insanlık.

Tüm kâinatı kendi hazları için kurulmuş bir nizam gibi gören insanoğlu, acımasızca zulmediyor canlılara, hayvanlara. Küçücük hayvanların bacaklarını kesecek, gözünü kör edecek hatta diri diri yakacak kadar aşağıların aşağısına düşürüyor kendisini. Ve herkesin kendine sorduğu o soru düşüyor aklımıza. Bunu yapan mı yoksa bu zulme uğrayan mı daha hayvan?

Suriye'de, Filistin'de, Myanmar'da, dünyanın pek çok yerinde, şehirler ve çocuklar bombalanırken ve dünyanın huzurlu ülkelerinde insanlar mutlu mesut yaşarken yıkılan binalar değil, aslında insanlıktı. Betonların altında kalan küçük çocukların bedenleri değil, dünyanın vicdanıydı.

İnsanlık çağı, kıskançlık yüzünden kardeşini öldüren Kabil ile başlayan bu hüzün sarmalında nice kardeşlerin, çocukların, anne babaların, kadınların katline duçar oldu. Kendi türüne insanoğlu kadar zulüm ve haksızlık yapan başka bir canlı türü maalesef yok.

İnsanlık tarihi, dini, dili, ırkı, etnik kökeni ve hatta taraftarı olduğu spor kulübü farklı olduğu için öldürülen insanların acı hikayeleriyle dolu. Evet Nietzsche'nin ifade ettiği gibi “İnsan en acımasız hayvandır". Tabi ki bu söz sadece muhataplarını, yani kendisine çizilmiş sınırları aşan ve insanlıktan uzaklaşanları bağlar. Çünkü tüm kötülere karşın sayısız iyi insanlarda var yer yüzünde ve iyi ki de varlar, hep var olsunlar.

Yaşadığımız tüm bu olumsuzluklarla başa çıkmak için, hukuk sistemlerini güçlendirmenin yanında asıl çözümün insanlığı yükseltmekte olduğunu düşünüyorum. Zira milyarlarca insanı sadece yasalarla ve kanunlarla denetleyebilecek bir hukuk sistemi pratikte pek mümkün görünmüyor. Herkesin kendi öz denetimini yaptığı ve adeta kendi polisi, kendi hâkimi olduğu bir toplumu hep birlikte ve yeniden inşa edebiliriz.

İnsanlığa dair, yüreğimizdeki hüzne ve zihnimizdeki sayısız hayal kırıklığına rağmen karamsarlığa düşmüş değiliz. Karamsar değiliz çünkü, kendisini taşlayan insanlara beddua dahi etmeyecek kadar merhametli bir Peygamberin, Hz. Muhammed'in ümmetiyiz. Karamsar değiliz zira, sevgisiyle ve hoşgörüsüyle çağları aşan Mevlâna, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi sayısız gönül eri bu topraklarda yaşamış, iz bırakmıştır tarihe. Hala canlı izleri, zihinlerde ve gönüllerde. Karamsar değiliz çünkü, leylekler için, kediler için hastaneler yapmış şanlı bir medeniyetin varisleriyiz.

İnsanlığın, bitkisiyle, suyuyla, havasıyla ve hayvanıyla tüm kâinatın kendisine kıymetli bir emanet olarak verildiğini yeniden hatırlamaya ihtiyacı var.

İnsanlığın, suçsuz bir insanı öldürmenin tüm insanları öldürmekle bir tutulduğu İslam dinini, samimi bir şekilde hayatına yansıtmaya yeniden ihtiyacı var.

İnsanlığın, sadece bedeni arzuları, hazları, akademik başarıyı ve kariyeri değil aynı zamanda manevi gereksinimleri ve insani değerleri de dikkate alan, kendi özdenetimini yapmayı öğreten yeni bir eğitim modeline ihtiyacı var.

 

Vesselam…