12 Ekim 2016

İran-Irak harbi esnasında kaçırılan fırsat

YEDİNCİ HATA

İran'da Humeynî rejimim iktidara getiren cihan Siyonizmi ve onun güdümündeki Amerika'dır. Bundan beklenilen âlem-i İslâmî çapında bir Sünnî-Şii çatışmasıydı. Lâkin evdeki hesap çarşıya uymamıştır.

İran'da petrole bağlı İngiliz emellerinin ortaya çıkardığı “Pehlevî İktidarı” tehlike arz ediyordu. Bu hanedanın ikinci hükümdarı olan Rıza Şah Pehlevî'nin kanser olduğu ve ancak iki sene yaşayabileceği gerçeği ortaya çıkınca, Şah sonrası İran için Amerikalılar bir takım planlar yapmaya başlamışlardı.

Riza Pehlevi

İran üzerindeki oyunlar

Alman harbi nihayetlerinde, Rus işgaline uğrayan İran'da ciddî bir komünist potansiyel vardı. Tudeh Partisi iktidara doğru giderken, İran'daki bu sol potansiyel, tıpkı Bülent Ecevit'in Türkiye'de 1977 seçimlerine giderken yaptığı gibi, Musaddık tarafından istismar edilmiş, İran'a başbakan olmuştu. Az sonra da petrolleri millileştirerek İngilizleri kovmuştu (1952). Fakat bu tavizlerle yetinmek istemeyen solcular, bir ihtilâl gerçekleştirmiş ve genç hükümdar Rıza Şah Pehlevî kendi kullandığı uçakla Roma'ya kaçmıştı.

Daha sonra Amerikan desteğiyle yeni bir (karşı) ihtilâl yapılmış ve Şah bu suretle tahtına kavuşabilmişti. Ancak İran petrollerinin patronluğu bu suretle İngilizlerden Amerikalıların eline geçmişti.

Şah'ın yakın bir gelecekte vefat etmesi halinde yine böyle bir iktidar boşluğu husule gelebilir ve bundan solcular istifade edebilirdi. Bunun için Amerikalılar orada yeni bir ihtilâlle iktidar değişikliği düşünmüşler,fakat bunun uzun ömürlü olamayacağı düşüncesiyle harekâttan az bir zaman önce bundan vaz geçmişler “dînî muhalefet”in lideri Şeriat Medârî ile anlaşma yoluna gitmişlerdi. Petroller üzerindeki haklarını muhafaza edebileceklerine dair aldıkları taahhüd üzerine onun tavsiyesiyle bir “halk kahramanı” haline getirmek üzere Humeyni'yi desteklemişler ve onun kısa bir zaman sonra iktidar olmasını sağlamışlardı.

Bu harekette dünyanın her yerinde Yahudi güdümlü olan sol güç de dindarlarla beraber harekete ikna edilmiş, fakat bunlar Humeynî iktidarından umduklarını elde edemeyince çeşitli huzursuzluklar çıkarmaya başlamışlardı.

Bilindiği üzere önce Tahran'daki Amerikan Büyükelçiliği işgal edilmiş, bununla Humeynî iktidarının arka planını ispata yarayacak ve ona karşı bir tehdid vasıtası olarak kullanılabilecek vesaik elde edebilecekleri ümidinde bulunmuşlardı. Bu olmayınca Şah'ın Amerika'daki paralarından bir miktar alarak on dört ay süren işgallerine nihayet vermişler ve bundan sonra suikast ve tedhiş hareketlerine başlamışlardı.humeyni

İhtilâlin ileri gelen pek çok adamının bu sol hareketlerde öldürülmesi üzerine Humeynî bir dış gailenin birleştirici olacağı düşüncesiyle, Irak'a karşı seferberlik ilan etmiştir. Bunun için öteden beri İran ve Irak arasında bir anlaşmazlık mevzuu olan “Bahreyn" ve Şia'nın Irak'taki mübarek makamlarının ele geçirilmesinin lüzumunu gerekçe olarak kullanmıştır.

Bu suretle başlayan İran-Irak Harbi, silah tüccarlarının işine yaramış ve onlar bu iki ülkenin petrol gelirlerinin Yahudi silah tacillerine intikalini sağlamışlardır.

Türkiye bu harp esnasında seyirci kalmış, durumdan istifade ederek Musul'u kurtarmayı veyahut da en azından Irak'taki muâhedeye dayanan petrol hissesini almaya teşebbüs etmeyi aklına bile getirmemiştir.

Kenan Evren'e Musul raporu

Bu sırada, bu satırların yazarı 12 Eylül 1980 darbesi dolayısıyla yurtdışına gitmek mecburiyetinde kalmıştı.

1981 yılında eski amiral Bülend Ulusu başkanlığında arabulucu bir heyetin İran ve Irak arasında harbi nihayete erdirmek üzere harekete geçtiği gazetelerde yer alınca, müşterek dostumuz Kemal Erhan vasıtasıyla, ihtilâlin lideri Kenan Evren'e bir rapor gönderildi. Kemal Erhan'ın yakın arkadaşlarından bir emekli generalin imzasıyla takdim edilen ve tarafımızdan kaleme alınmış olan bu raporda, İran-Irak arasındaki harbi nihayete erdirmenin yanlış olacağı, aksine bu durumdan istifade ederek Musul'u kurtarmanın mümkün olduğu, böyle bir harekât vukuunda başta Amerika ve Rusya olmak üzere alâkadar devletlerin nasıl bir tavır alacağı kısa, öz ve mantıkî bir sûrette izah edilmişti.

kenan evren

Bize intikal ettiğine göre, bu raporu okuyan Kenan Evren'in cevabı: Başımızda bir Kıbrıs meselesi var, bir de Musul meselesi mi çıkaracağız, diyerek onu fırlatıp atmak olmuştur.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Musul vilâyetimizi kurtarmak ve oradaki petrol gelirleriyle Türkiye'nin yüzünü güldürmek imkânı bir kere de bu İran-Irak Harbi esnasında heba edilmiştir.

Irak'ı parçalamak için Türkiye

SEKİZİNCİ HATA- 1983 Amerikan Planı.

1983 yılına gelindiğinde Amerika Irak petrollerinin İran'ın eline geçmesini önlemek maksadıyla bir plan yapmış ve bu plan gereğince Musul'u kurtarma imkânı bir kere daha zuhur etmiş ise de, 12 Eylül 1980 darbesini yapmış olan kadronun elinde bu imkân da heder olmuştur. Şöyle ki:

1983 Haziran ayı başında Londra'nın meşhur parkı Regens Park'ın içindeki Centre Mosque'a bir Cuma namazı için gitmiştim. Çıkarken cemaate el ilânı şeklinde Farsça ve İngilizce bir beyanname dağıtıldığını gördüm. Alıp okuyunca, bunun Irakla ilgili olarak Türkiye ve Amerika aleyhine ateş püsküren bir yazı olduğunu göldüm. Buna göre Amerika Irak'ı ikiye bölerek, yarısını Türkiye'ye, yarısını da Kuveyt'e vermek istiyordu. Protesto mahiyetindeki bu yazı İngiltere'de yayınlanan Newsta-tesman adındaki bir İngiliz gazetesinde yapılmış olan bir ifşaata dayanıyordu.

Muhammed Musaddik

Ertesi hafta aynı ifşaattan münfail olarak Iraklıların da mezkûr câmi-i şerifin kapısında bir protestonâme dağıttıklarına şahid oldum. Meselenin üzerine eğilince anladım ki, Amerikalılar, Irak'ı ikiye bölüp ortadan kaldırmak istemektedirler. Kuzey parçayı Türkiye'ye, güneyi ise Kuveyt'e ilhak ederek, Türkiye'yle Kuveyt'i hemhudut hale getirmek ve sonra da Türkiye-Kuveyt ve Suudi Arabistan arasında “Körfez Paktı” adında bir pakt kurmak istiyorlar.

Bunun gayesi aşikârdı. Musul petrollerini Türkiye ile birlikte ortakla işletmek, Suudi Arabistan'daki Amerikan menfaatlerinin tehlikeye düşmesi halinde burasını Türkiye ve dolayısıyla NATO'nun koruması altına almak... Bu suretle Türkiye, NATO ve Körfez Paktı arasında bir köprü vazifesi görecek, İran'ın Suud'a saldırması halinde Türkiye işe müdahale edecek ve Türkiye, dolayısıyla NATO da işin içine girmiş olacaktı. Böylece Amerika Suud'daki menfaatlerini dolaylı bir şekilde NATO'ya korutacaktı.

Bu hâdiseden az sonra Suudi Arabistan'a gitmiştim. O sırada Genelkurmay ikinci Başkanı Öztorun Paşa Suud'a gelmişti. Suud gazeteleri, Suud askerini eğitmek maksadıyla elli bin Türk askerinin oraya geleceğini yazıyorlardı. Mesele anlaşıldı. Lâkin bu planın başka cihetleri de vardı ki, onu da yukarıda adı geçen Newstatesman gazetesinden öğreniyorduk.

Buna göre Amerika, Millî Güvenlik Konseyi'ne böyle bir teklif yapmış. Bu teklifin müzakerelerinde en istekli tavır alan Haydar Saltık Paşa, bu sebeple Konsey genel sekreterliğinden, önce İstanbul'a sonra da Bern'e büyükelçi olarak postalanmıştı. Konsey üyelerinin teklife sıcak bakmadıkları, fakat Amerika'ya da resmen “hayır” diyemedikleri anlaşılıyordu.

Esrarengiz ABD heyeti

Aynı senenin Şubat ayında Türkiye'ye bir Amerikan heyeti gelmişti. Bu heyet Diyarbakır havaalanının AWACS (erken uyarı) uçaklarının inip kalkmasına müsait hale getirilmesi hususundaki inşaat çalışmalarını yerinde görüp incelemek bahanesiyle esas maksadı setretmiş bulunuyordu. Gariptir ki, heyeti taşıyan uçak Erzincan yakınlarında düşmüş ve heyetteki bütün insanlar kamilen öldükleri için program biraz bu, biraz da Konsey'in isteksizliği sebebiyle askıya alınmıştı.

Yukarıda zikrettiğimiz gibi İran-Irak harbinin silah ticaretini canlandırılması için uzaması matlub olduğundan bunlara silah satışının yenişemeyecekleri bir hadde ayarlanması icap ediyordu. Bu keyfiyet, nüfusu az olan Irak'a, İran'dan fazla silah satmayı icap ettiriyordu. Irak'ın petrol geliri ise bu fazlalığ karşılamaya yetmiyordu. Fırsattan istifade ederek silahı fahiş fiyatla satan Yahudiler, onu veresiye vermek istemiyordu.

Irak'a ‘dış düşman' aranıyor

Bu sebeple İran'dan vâkî tehlikeyi Irak kadar komşuları içinde vârid hale getirerek onların da petrol gelirleriyle Irak'ı desteklemelerini sağlamak icab ediyordu. Bu maksadla İran'a geçici bir destek verildi (İrangate). O bu suretle elde ettiği silahlara güvenerek, Kudüs'ü hedef gösteren “Şafak Harekâtı” denilen bir harekâtı başlattı. Kuveyt ve Suudi Arabistan rejimleri aleyhine öteden beri İran ihtilâlcilerince söylenen sözlere ilâveten, yeni harekât, bu iki ülkede endişe oluşturdu. Kuveyt, Irak'a on dört milyar dolarlık silah alımı için yardım etti. Suud'unki bundan da fazlaydı. Bugün Irak operasyonu dolayısıyla Amerika'nın bahane olarak kullandığı Saddam'ın silah stoklan işte bu suretle ortaya çıktı.

Sağladığı bu takviyelerle, İran'ı dize getiren ve Humeynî'yi ateşkesi kabule icbar eden Irak, sulhten sonra bir sıkıntıyla karşılaştı:

Saddam yönetimi, halkın moralini bozmamak için askerî kayıplarını gizliyor ve ölenleri buzhanelere yerleştiriyordu. Mütâreke akdedilince, iki tarafın elindeki esirler belli olmuş, kayıplar için gerçeğe avdet etme mecburiyeti hasıl olmuştu.

Her gün buzhaneden çıkarılan yüzlerce cesed, hükümet aleyhine galeyana sebep oluyordu. Bundan kurtulmak için -vaktiyle Humeynî'nin yaptığı gibi- bir dış gâile ihdasını düşünen Saddam, 1983'teki Amerikan planından hareketle Türkiye'ye haddini bildirmek (!) ve böylece husûle gelecek bir dış gâile ile içerideki muhalefeti bertaraf etmek istiyordu.

Bunun için elindeki silahların menzili müsait olmadığından, uzun menzilli silaha ihtiyacı vardı. İhtiyacını gidermek için çeşitli ülkelerden azar azar silah almak yoluna gitti. Son parti, İngiltere'den alınmıştı.

İngiliz istihbaratı, bu uzun menzilli silahların Türkiye'nin GAP bölgesine karşı kullanılacağını öğrenmekte gecikmedi ve bunu Türkiye'ye haber verdi. Bunlar Türkiye'den geçerken el konularak halka “cehennem topu” vesâire suretlerle izah edilerek, geçiştirilmek istendi. Bu hâdise sebebiyle günün başbakanı Yıldırım Akbulut, kalabalık bir heyetle Bağdat'ı ziyaret etti. Saddam'a hareketinin sebebini sorduğunda: GAP'taki faaliyetiniz sebebiyle suyumuzu kesiyorsunuz, cevabını aldı. Bu hilâf-ı hakikatti. Sırf bir bahaneydi.

Gerekli cevap verilince, Saddam küstahlaştı ve: Varşova Paktı dağıldı. Yakında NATO da dağılacak. Sizi artık Amerika müdafaa etmez. Bakalım, o zaman ne yapacaksınız, dedi.

Yıldırım Akbulut, kendisine şu tarihî cevabı verdi: Doğru söylüyorsun. Fakat Rusya'nın yıkılmasıyla orada serbest kalan yüz milyon Türk bize gelmek istiyor. Biz de şöyle güneye doğru biraz genişleriz.

Bu apolitik tavırla görüşme nihayete erdi ve Türk heyeti vatana avdet etti.  Saddam dış gaileyi Türkiye üzerinden çıkardığı takdirde NATO'nun işe dâhil olmak ihtimalini, İngilizlerin ihbarı sebebiyle anlayınca, bu defa zikri geçen Amerikan planının diğer tarafı olan Kuveyt'e başvurdu. Kuveyt'e on dört milyar dolarlık borcu ödemeyeceğini, zira bunu Kuveyt'i de korumaya müncer olan silaha sarf ettiğini söyledi.

Kuveyt, bütün kolaylıkları göstermesine rağmen Saddam inat etti. Çünkü onun niyeti borcu bağışlatmak değil, hır çıkartmaktı. Kuveyt bunu fark edince mevzubahis borcu silmeyi kabul etti. Fakat bu durum, Saddam'ın maksadına uygun düşmedi. Bu defa başka bir sebep aradı. O sebebi de bulmakta gecikmedi. Irak'ın Kuveyt'e yakın Rumeyle adında bir mıntıkası vardı. Onun hemen bitişiğinde kendi toprağından, Kuveyt, petrol çıkarmaktaydı. Saddam buradaki Kuveyt kuyularının alttan Rumeyle'nin petrolünü boşalttığını iddia ile bu kuyuların kapatılmasını istedi. Ve böylece yeni bir ihtilâf çıkardı. Bu ihtilâfta da anlaşmaya yanaşmayınca, Suudi Arabistan, Cidde'de tarafları bir konferansa çağırdı.

Saddam burada da aynı uzlaşmaz tutumu sergileyince Suudi Arabistan durumu Amerika'ya bildirdi. Amerika, bu işin Araplar arası bir mesele olduğunu ve bu durumun kendisini alâkadar etmediğini söyleyince, bundan cesaret alan Saddam, başka bir plan yaptı.

İran-Irak gizli anlaşması

İran'a yanaşarak, bîtaraf kalıp hareketsiz davranmaları halinde şu teklifi yaptı: Ben Kuveyt'i, Bahreyn'i, Suudi Arabistan'ı alacağım. Elimdeki silahlar buna müsaittir. Amerika'nın bu işe karışmayacağı anlaşıldı. Sadece Suud petrollerindeki hissesini arttırmak mukâbilinde, onu da bu işe taraftar hale getirebilirim.

Ürdün devletini ortadan kaldırarak onu Filistin devleti olarak ilân edeceğim ve İsrail'e rahatsız olduğu Filistinlileri oraya nakletme teklifinde bulunacağım. Bu suretle Yahudileri de tatmin edeceğim. Arkamdan emin olayım, yeter. Bu hareketsizliğin bedeli olarak Kuveyt'i ve Bahreyn 'i size vereceğim. Ben Irak, Suriye ve Suudi Arabistan'dan müteşekkil bir büyük devlet olacağım.

Özeti bu olan fikirler üzerine, Irak ve İran, İran'ın Esadabad şehrinde anlaştı. Saddam'ın Kuveyt'e saldırma sebebi, işte bu plan ve onun maskesi olan anlaşmadır. Yani, Irak-İran anlaşmasıdır.

Başlangıçta meseleyi Araplar arası bir mesele telakkî eden Amerika, kılıcın ucu Suud'a dayanınca, Kuveyt'i müdafaa etmek mecburiyetinde kalmış ve "Körfez Harbi” denilen harp bu suretle ortaya çıkmıştır.