29 Ocak 2016

İrancı abilerimiz

Affedersiniz, kimse “İrancıyım” diye ortaya çıkmıyordu değil mi? Bunun doğrudan ifade edilmemesi, birilerin sislerin içinden konuşmasına da zemin hazırlıyor zaten.

İran Şii İslam Devrimi'nin bilhassa 1980'lerde ve 1990'ların ortalarına doğru Türkiye'de bir kısım İslamcıları heyecanlandırdığı, bu şekilde düşünce ve söylemlerinde önemli bir model olarak yer aldığı bir sır değil. İslamcılığın son 35 yıllık serüveni içerisinde, İran ideali uzun bir süre varlığını ve ağırlığını korumuşsa da, AK Parti'nin siyasi ve ekonomik başarıları bu etkinin yoğunluğunu azalttı.

1980'lerden bu yana İran'ın “İslam Devrimi” modelini kalbinde taşıyan “İrancı abiler” dışında tabi. Suriye meselesinin ortaya çıkması Türkiye kamuoyundaki olumlu İran algısını yerle bir ederken, bu abiler kısık sesle konuşmayı ve yazmayı sürdürdüler. Ne de olsa ortada bir tarafta İsrail-Amerika gerçeği vardı, diğer tarafta bu gerçekle baş etmeyi devlet politikası haline getiren İran.

İşin aslı böyle midir, İran gerçekte İsrail için bir tehdit mi, yoksa iyi gürültü yapan bir meşruiyet kaynağı mı, bu yazının konusu değil elbette. Söylenmesi gereken, söz konusu “abiler”in dünyayı ABD çerçevesiyle okumasının, başka dinamiklere yer açmamasının onlara İran'dan başka imkân ve çare tanımıyor oluşudur.

Bugünün konjonktüründe İran, Türkiye'deki İslamcıların geneli içerisinde popülaritesini yitirmiş, buna mukabil birtakım sol Kemalist unsurların iltifatına mazhar olmuştur. Esed etrafında kenetlenen İran-Hizbullah bloğuna Acilciler gibi Türkiye kökenli örgütler sahada sıcak çatışmaya girerek destek veriyorlar. Dolayısıyla İran taraftarlığı için bir kaymadan söz edilebilir. Bu kayma, birbirine belki selam bile vermeyecek insanları söz konusu blokta birleştiriyor.

İslamcı kökenli “İrancı abiler” bu kaymalardan da çok rahatsıza benzemiyorlar. Halkını yüzbinlerce kez katleden Esed'le yan yana anılmaktan tabi ki korkuyorlar. Buna karşın, Suriye'de ilk hadiseler patlak verdiğinden beri, Suriye mukavemetinden bahsederken “Suud destekli”, “ABD destekli” gibi sıfatları bilinçli olarak, hatta yerli yersiz kullanıyorlar. Yani güya tarafsız görüntü verip, Suriye muhalefetinin meşruiyetini baltalıyorlar.

Nedense aynı tavrı, Esed'i veya İran'ı aynı dozda eleştirirken, en azından tavsif ederken göremiyoruz. Çünkü bu insanlar için, ABD ve İsrail'in maşası olan Suudi Arabistan “bölgede giderek güçlenmektedir” ve bir tehdit arz etmektedir.  Esed rejimi, İran, Rusya, Hizbullah askerlerinin, hatta Kuzey Korelilerin bile bölgede hesapsızca, ellerini kollarını sallayarak kan döktüğüne göre en büyük tehdit Suudi Arabistan'dır (!).

Bu tez, her şeyin ABD'nin kontrolü altında gerçekleştiği fikrinden doğuyor. Yerel dinamiklerin Suriye'de oynadığı rolü, muhalefetin direnişinin Esed, Hizbullah, IŞİD, PYD, Rusya ve bunların lehine seyirci kalan uluslararası topluma rağmen yıllarca sürdüğünü ise görmezden geliyor. Yoğun şekilde “yukarıdan okuma” içeren, “büyük resme” odaklanan bu bakış açısı sosyolojik gerçeklikleri, farklı öznelerin varlığını ve hadiselerin özel nedenlerini göz ardı ediyor.

Bu yukarıdan okumanın İran'ın konumuyla ilgili ise ciddi bir analiz ortaya koymaması “İrancı abiler”in duygusallığıyla alakalı herhalde. Bu çatışma ortamında, Suriye meselesinin bir mezhep çatışması değil, stratejik bir güç savaşı olduğunu söylüyorlar. Doğrudur, ancak stratejik mücadele jeopolitik kozların kullanımına bağlıdır. İran'ın en temel kozunun Şii/Nusayri hattı kurmak olduğu inkâr edilebilir mi?

Türkiye kamuoyunda bu “abilerin” mezhep çatışmasının önlenmesine, mezhep temelli yaklaşımın yanlışlığına sık sık vurgu yapmalarını bu sebeple tuhaf buluyorum. Bu uyarıların yapılması gereken yer İran değil mi? “İran'ın tarihi boyunca gayrimüslimlerle değil, Müslümanlarla savaştığı” gibi bir tarihsel tartışma konusunun telaffuzundan bile mezhep çatışması çıkmasından korkanların, mezhepçilik adına dökülen kanları, ölen yüzbinlerce insanı, Müslümanı yok sayması tuhaf olduğu kadar, hazindir de.

Ne mezhep çatışması çıkarmak, ne Suud-ABD ittifakını övmek, ne de bu abileri yaftalamak. Bu yazının amacı bunlardan hiç biri değil. Hırsızın da kabahatleri var, bilinsin istedim. Belki ideolojik körlükleri bir kenara bırakıp, kendini sorgulama ihtiyacı hisseden olur.