İstanbul Şehrengizi
Kitap içinde geçen bir hayatı var Mehmet Kamil Berse abinin. Sahafların arasında kitap kokularıyla büyümüştür. Muazzam bir kütüphane sahibi. Kitapları onun gözbebeğidir.
Kırım göçmeni bir ailenin evlâdıdır.
İstanbul‘un Fatih ilçesinde doğdu. İstanbul ve o, iki âşıktır aslında. Hâlâ
doğduğu evde ve sokakta yaşamını sürdürüyor. Yazılarının ve konuşmalarının
çoğunluğunu “İstanbul” teşkil eder.
Mehmet Kamil Berse, şimdilerde yeni bir
kitaba daha imza attı. “İstanbul Şehrengizi.”
Kendini İstanbullu olarak tanımlayan
herkesin evinde, kütüphanesinde bulunması gereken şahaser bir eser. Kitabın
tanıtım bölümünde de ifade edildiği gibi, kitabı okurken fondan İstanbul
şarkıları dinlemek isteyeceksiniz. O kadar tatlı bir anlatımı ve üslubu var ki
kitabın. Bestelenmiş bir güfte gibi...
Mehmet Kemal Berse, sunum yazısında
“Şehrengiz” kelimesinin ne anlama geldiğini de güzelce anlatmış okuyucusuna.
Burada sözü şimdi ona bırakalım:
“İnsanlar yaşadıkça kitaplar var
olacaklar ve hep yazılacaklar şüphesiz. Bu kitapta yazılan makalelerin ve bu
yazılara dayalı konuşmalarımızın genel adı: İstanbul Şehrengizi. Şehrengiz;
Farsça şehir karıştıran manasına gelir. Yani o şehirle ilgili efsaneleri,
hikâyeleri ve olayları anlatan mesnevi tarzı bir nazım şeklidir.
16’ncı yüzyılda çok kullanılmış ama daha
sonra nedense terk edilmiştir. Fakat isminden de anlaşılacağı üzere biz
şehrengizi farklı bir algıyla yorumlayabiliyoruz. Mesela şehrengiz, şehrin
asırlarca anlatılan hikâyeleri manasına da gelebilir. Bunun için şehrengizi
günümüze uyarladık, yalın bir dille samimi bir ifade ile bilgisayar çağında bir
şehrengiz yazalım dedik…
Dedemin dedesinin, onun dedesinin ve
dedemin hikâyelerini de dinledim, duydum, okudum birkaç yüzyıl öncesinden..
Babamı gördüm işittim yıllar öncesinden. Yaşanmış hayatların hatıralarını
dinledim; çeşme başında, cami avlusunda, binaların gölgesinde, kahvelerde,
kitabevinde, sahaflarda, yemek sofrasında, sarayın bahçesinde. Dünyayı tanımaya
başladığımdan, okuma yazmayı öğrendiğimden bu güne, uzunca bir süredir
belleğimde yer eden; edebî ve toplumsal birikimler, aradan bir veya birkaç asır
geçmiş olsa da bugünle yoğrularak yeni bir formda gelecek için yazıya
dökülmüştür bu sayfalarda.
Bugünün eserlerini yazmaya talip
olduysam, şehrengiz eserlerinin doğuşunu ve tarihini özetle anlatmalıyım;
Şehrengiz: Bir şehrin özelliğini ve güzelliklerini konu alan, genellikle
mesnevî nazım şekliyle yazılan manzumelere verilen isimdir. Bahsedilecek
şehirle ilgili bilgi verildikten sonra o şehrin güzelliklerinin tanıtımına
geçilir. Şehrengizlerin dili ve üslûbu, şairlerin çoğunlukla sanat endişesini
ön plâna (13 İSTANBUL ŞEHRENGİZİ / 1.CİLT) almadıkları ve duygularını olduğu
gibi aktarmaya çalıştıkları için yalın sayılır. Başka hiç bir milletin
edebiyatında bu tür eserlere rastlanmaz. Şairlerin sosyal ve kültürel olaylara
bakış açılarını sergiledikleri şehrengîzler, klâsik edebiyatımızın estetik,
fikir yapısı ve zevk anlayışı yönünden oldukça önemlidir. Sanat kaygısından çok
şairin duygularını olduğu gibi gösteren şehrengiz türü, çok zaman samimi
itiraflarla doludur. Nitekim onların en önemli yanı, toplumsal hayatın bir
aynası niteliğini taşımalarıdır. Küçük kitapçıklar halinde düzenlenen
şehrengizler, yalnızca Türk edebiyatında görülen millî bir nazım türüdür.
Türk edebiyatında ilk şehrengizi Mesihî
(öl. 1518) yazmıştır. Edirne şehrini konu alan 150 beyitlik bu küçük mesnevinin
beğenilmesinden sonra şehrengiz türünde bir gelişme görülür. II. Bayezid
dönemine ait oldukları bilinen bu eserlerden Mesîhî’ninki daha çok tanınmış ve
esere birçok nazire yazılmıştır. Türün adı da onun; “İlâhî buldurup sözüme
rağbet, Bu şehrengize ver şehr içre şöhret” beytiyle ortaya çıkmıştır. Zatî’nin
(öl. 1545) Edirne hakkında 3607 beyitlik bir şehrengiz kaleme alması ise bu
türün gelişmesinde itici kuvvet olmuştur. En meşhur şehrengizlere bir kaç örnek
: Hayretî’nin (öl. 1543) 358 beyitlik Belgrad Şehrengizi ve 96 beyitlik Yenince
Şehrengizi, Taşlıcalı Yahya’nın (öl. 1573), 215 beyitlik Edirne Şehrengizi.
Haklarında en fazla şehrengiz yazılan yerler İstanbul, Bursa ve Edirne’dir.
Birçoğu Osmanlı döneminde birer kültür merkezi olan Âmid (Diyarbekir), Antakya,
Belgrad, Gelibolu, Keşan, Manisa, Mostar, Rize, Sinop, Siroz (Serez), Taşköprü,
Vize, Yenice, Üsküp gibi şehirler için kaleme alınmış şehrengizler de vardır.
Günümüze metinleri ulaşanlarla sadece
adları bilinen toplam altmış sekiz şehrengiz tespit edilmiştir. Bu sayı
şehrengize yakın kabul edilen eserlerle birlikte yetmiş sekize ulaşmaktadır.
Şehrengiz türü XVIII. yüzyılın sonlarında iken (14 İSTANBUL ŞEHRENGİZİ /
1.CİLT) dine has özelliklerini kaybetmeye başlamış ve klâsik şekliyle ortadan
kalkmıştır. Yazıldıkları dönemin toplum hayatının birer tanığı olan
şehrengizler; tasvir edilen yerlerin doğal güzellikleri yanında mekânlar,
buralardaki yaşayış, gelenek, âdet ve inançlar bakımından Osmanlı kültür tarihi
için önem taşır. Günümüzde mevcut olmayan meslekler hakkında bilgi verilmesi,
bu mesleklerle ilgili geleneklerin aktarılması, tasvir edilen kişilerin
mesleklerine ve sosyal durumlarına göre giyeceklerinden eğlence anlayışlarına
kadar birçok mahallî renk ve motifin sunulması gibi özelliklerinden dolayı
şehrengizler ayrıca bir tür belge niteliğindedir.
Osmanlı toplumundaki bediî zevkin odak
noktalarından birini oluşturan bu tür eserlerin bazıları Türk mizah
edebiyatında da önemli bir yere sahiptir. XX. yüzyılın başlarına kadar ne
klâsik türü ne de benzeri yazılmayan şehrengizler, artık nesir olarak Yahya
Kemal’in “Aziz İstanbul”unda, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” adlı
eserlerinde başka bir formda karşımıza çıktı… Bu ve benzer yapıtlar, adına
şehrengiz yazılmasa da tarihte yazılan eserlerin tarzına uyan eserlerdi.
21’inci yüzyıla geldiğimizde, kitaplarının başına şehrengiz adını cesaretle
koyan Kâmil Uğurlu beyefendi çıktı ortaya ve eserlerini sıraladı: Karaman
Şehrengizi, Konya Şehrengizi, Eskişehir Şehrengizi, Kahramanmaraş Şehrengizi,
Sakarya-Oş Şehrengizi… 2008 yılından itibaren yazılarımda ve konferanslarımın
çoğunda “İstanbul Şehrengizi” başlığı altında yazmaya ve konuşmaya devam ediyorum.
Bu çerçevede İstanbul’la ilgili
hikâyeleri, menkıbeleri, tarihi olayları, kişileri, şiirleri, şarkıları her
yazımda farklı bir tadta, millî bir nesir türü olarak vermeye gayret ediyorum…
Bu eseri, serinin ilk cildi olarak sizlere takdim ediyorum.”
Kitaba takriz yazan Dr. Mimar Kamil
Uğurlu şöyle diyor:
“Şehir gerçekten canlıdır ve ruhu
vardır. Her dönemeçte, yanından geçen insanlarla konuşan, dertleşen, muhabbet
eden binalar, ağaçlar, çeşmeler, duraklar, kahvehaneler… vardır. Onların dilini
bilmeyenler anlayamazlar. Yolun üzerinde bazan şapkasını yana eğmiş, bir gözünü
hafifçe kısmış, tütününü tüttüren, iki katlı tevâzu içinde bir ev, bazan
haramilerin istilâsına uğramış ve yorulmuş eski bir kervansaray, Tahtakale’de
sultanî bir han hikâyesini aslında kendini seyreden herkese anlatmaktadır. Ama
anlattıklarının lezzetine varabilmek için onun lügâtini bilmek lâzımdır. Mehmet
Kâmil Berse, bu dili mükemmel bilmektedir ve bu imtiyâzla, bilinen şehrengiz
tanımına farklı bir renk, bir tad ve farklı bir boyut getirmektedir.”
Varlık ve yokluk mücadelesinde bir hayat
Sabri Ülker
Türk gıda sanayinin gelişmesinde, büyük
hizmetleri bulunan ve mücadeleci kişiliği ile tanınan, 'Ülker' adını ülke
dışına taşıyan Sabri Ülker’in hayatı (1920 - 2012) 'Sabri Ülker' adı ile
kitaplaştırıldı.
Her biri kendi alanında uzman değerli
isimlerin, gelecek nesiller tarafından tanınması ve ülkemize kazandırdıkları
değerlerin, daha fazla insan tarafından bilinmesi amacı ile Müstakil Sanayici
ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD’) tarafından hazırlanan 'Saygı Kitaplığı'
projesi kapsamında, yer alan Sabri Ülker kitabı, Araştırmacı Gazeteci Yazar
Şamil Kucur tarafından kaleme alındı.
Kadim Türk Yurdu Kırım'da, Aluşta -
Korbeg'de 1920'de başlayan, 'Devletler Ailesi'ne mensup, İstanbul'da Fatih Medresesi
ve Dar'ül Muallimin mezunu Hacı İslâm Efendi ile Hatice Gülsüm Hanım"ın
oğlu Sabri Beyin, 92 yıllık hayatının anlatıldığı bu kitapta, Dünya Savaşı,
Balkan Savaşları ve Bozgunu, devletlerin yıkılıp, devletlerin kurulmasına,
darbelerin, göçlerin, kıtlıkların yaşanmasına şahitlik eden, ailenin yaşadığı
acı hikâyeleri ömür boyu unutamayan, yokluğu da varlığı da yaşayan ancak, hiç
bir zaman yılmayan, azim, gayret ve tevekkül sahibi Sabri Ülker ve gıda
sanayinde bir marka olarak 'Ülker'in, kuruluş ve yükselişi ile yaşanan
zorluklar ve başarıları, aynı zamanda asırlık bir hikâyeyi, bu kitapta
okuyabileceksiniz.
Kitabın yazarı Şamil Kucur, 92 yıllık
ömrünün büyük bir bölümü, gıda sanayinin içinde ve en öndeki isimleri arasında
yer almasına rağmen, Sabri Ülker ve ailesinin medyada yer almayı tercih
etmediğini, bu nedenle Sabri Ülker’in hayatta iken, genellikle iş hayatı ve
Ülker markası ile anıldığını söyledi. Ancak vefatının ardından yayınlanan
haber, makale ve yayınlarda Sabri Ülker'in zorluklar, yokluklar içinde yaşama
mücadelesi veren, yılmayan, pes etmeyen, milli ve manevi değerlere bağlı bir iş
adamı, hayır sahibi bir insan portesi ile karşılaşıldığını ifade eden Kucur;
"Sabri Ülker'in Türk gıda sanayindeki başarıları ve Ülker'in
kuruluş-yükseliş hikâyesindeki rolü, ülke ekonomisine katkıları, kişiliği,
işletmeciliği, müteşebbisliği, prensipleri, yeniliklere açık olması ile ekip
çalışmasına verdiği önemin, sadece ticaret ve sanayi alanındaki insanlar için
değil, dünü ve bugünü anlayabilmek ve geleceğe sağlam adımlarla yürüyebilmenin
hikâyesidir, bir anlamda Sabri Ülker'in hayatı" dedi.
Kitapta, iş dünyamızda birçok yeniliklere imza atan, müteşebbis bir işadamı olmakla birlikte, ailesine sadık bir eş, müşfik bir baba, yaptığı hayır ve yardımlarını gizli tutan bir hayırsever, geçmişine bağlı, ancak yeniliklere de açık, milli ve manevi değerlere sahip, kültüre, sanata ve özellikle şiire ilgi duyan, bir iş insanı ve gerçek bir hayat hikâyesi okuyacaksınız.