28 Kasım 2016

İstanbul’u anlamak, yaşamak ve korumak

İstanbul, onlarca ismi olan bir şehir. Tüm bu isimleri de sonuna kadar hak eden ve yaşayan bir hâli var. Öyle ki aşağıdaki tanımlama İstanbul için eksik kalır, fazla kalmaz; 

Mezopotamya'nın kalbi, Avrasya'nın ortası, dünyanın merkezi Anadolu'nun; Malazgirt Savaşı'yla başlayan, Konstantiniyye'nin fethiyle taçlanan, Çanakkale Savaşı'yla perçinlenen İslamlaşma ve milletimize ait olma sürecinin Payitahtı.

Fatih, Eyüp ve Üsküdar adlı üç kardeşin anneleri Dersaadet.

Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Kahire, Saraybosna ve nice beldelerin kız kardeşi İslambol.

Roma, Paris, Londra, Berlin, Viyana ve benzerlerinin kurtuluş umudu Konstantinopol.

İçinde Çengelköy'ü, Kocamustafapaşa'yı, Mevlanakapı'yı,  Bağlarbaşı'nı Çiçekçi'yi, Salacak'ı ve benzerlerini barındıran Asitane.

Tüm dünyanın büyük bir kaosa sürüklendiği, insanlığın şeytani küreselci üst aklın zulmü altında inim inim inlediği şu günlerde kısa, orta ve uzun vadedeki tüm çözümlerin merkezi; şehirlerin Sultanı, Sultanların şehri İSTANBUL

Çocuk romanları yazarı ve gezgin Edmondo De Amicis, 1874 yılındaki İstanbul seyahatini anlattığı kitabında der ki: “Krallar, prensler, Krezüsler, dünyanın kuvvetli ve zengin insanları, o anda hepinize acıdım; gemide bulunduğum yer sizin bütün hazinelerinize bedeldi ve İstanbul'a bir bakışımı bile bir imparatorluğa değişmezdim.”

Aynı zamanda ünlü Fransız mimar Alain Derbesse der ki: “İstanbul halkı eline bir bez alsın ve her gün Sultanahmet ve Ayasofya'yı silsin. Bu onlara yeter.”

Peki biz tüm bu anlatılanlara karşı ne yapıyoruz?

Süleymaniye ya da Zeyrek semti sadece onarılmayı bekleyen ahşap evlerden oluşan bir çöküntü bölgesi midir?

Sultanahmet Camii, Kariye ya da Ayasofya sadece bir müze midir?

Artvin'den Saraybosna'ya kadar içinde Safranbolu, Beypazarı, Taraklı, Geyve, Prizren, Üsküp ve benzeri birçok Osmanlı şehri -ki başkentleri İstanbul'dur- sadece gezilip görülecek yerler midir?

Samatya'nın marulunu, Kanlıca'nın yoğurdunu, Bayrampaşa'nın enginarını hiç mi özlemediniz?

Tüm bu anlattıklarımız sadece bir hikaye midir? Geçmişte kalmış bir masal mıdır?

Bugüne, sorunlarımıza, geleceğimize hiç mi ışık tutmaz bu anlatılanlar?

Bunları konuşunca hayalperest mi oluyoruz?

İstanbul'u anlatmaya çalıştığımız bu çaba, sadece bir öykünme midir?

Hatta bu konulardan bahsedince “hep eleştiriyorsun, nerede çözüm önerin, hatta projen?” demek, gerçekleri söylediğimiz için bir suçlamadır aslında.

Çünkü gerçeklerden bahsedince, içimizdeki gösterişçi, eyyamcı, fırsatçı ve çıkarcı taraflara dokunuyor ve en basit tabirle bozuluyoruz.

İstanbul'u 25 milyon yapmak bir vizyon ve proje değildir. Marmara bölgesiyle birlikte toplam nüfusu 50 milyona çıkarma planlaması çılgınlıktır. İstanbul'a simge yapacağız diye Çamlıca Tepesine şeytani kuleyi dikmek yanlışların en büyüğüdür. 

Dolayısıyla her şeyden önce neyi isteyip neyi istemediğimize, neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermemiz gerekiyor.

Benden önce bu konuya değinen üstadlarımın tamamının bu konuya tekrar tekrar değinmesinin tek bir sebebi var. O da, gönlümüzü ve aklımızı aynı anda bilinçlendirmek ve ikna etmek.

Gönlümüze uyan cebimize uymuyor. Cebimize uyan gönlümüzü zorluyor. Cebimize uymayan aklımıza ve işimize gelmiyor.

Şimdi bir müteahhit gelse ve size “Çengelköy'deki bostanınıza yirmi daire dikeceğim yarısını da size vereceğim” dese ne yaparsınız Çengelköy hıyarını? Değil mi?

Nasıl olsa her türlü zerzevat süpermarketlerde var. Çocuklar oyun oynamasa da olur. Akşamları trafikte biraz fazla vakit geçirmişiz ne olacak? Boğaziçi'nin ve Tarihi yarımadanın silueti gökdelenlerle kapanmış ne fark eder ki? Süleymaniye Camii'nin safları vakit namazlarında bomboş kimin umurunda. İstanbul'un en mutena semtlerinden Sultanahmet'teki ahşap evlerde turistler kalıp ülkeye döviz kazandırıyorlar ya gerisi boş laf. Fatih'in tamamını konaklamaya çeviren plan notları ortalıkta dururken…

Ne zaman ki biz geçmişten gelen değerlerimizi, geleceğimizi inşa edeceğimiz örnekler olarak görmeye başladığımız gün çözüm önerilerini ortaya koymaya ve bu kapsamda konuşmaya başlayabiliriz.

Geleceğimizi kaybetmemek için geçmişi konuşmaya ve anlatmaya devam edeceğiz.

Bu arada İstanbul'u en gizli odalarda mı saklamalı, çelik bir kafeste mi korumalı, ipek şallara sarıp sandıkların en altına mı koymalı ki? Biz beceremezsek bizden sonrakiler bir gün anlayıp başarmak istediklerinde ellerinde sağlam ve doğru örnekler kalsın.