İstanbul'un tarihi semtleri (19)
Eski devir şairleri her duruma uygun birkaç beyiti illaki tarihe not düşmüşlerdir. İstanbul'un unutulup kendi kaderine terkedilmiş semtleri hallerini dünyaya ilan içinde sanırım Fuzûlî’nin şu beyitini bizlere haykırmaktalar:
“Vefâ her
kimseden kim istedim andan cefâ gördüm
Kimi kim
bî-vefâ dünyâda gördüm bî-vefâ gördüm.”
Aklımızda
bu dizeler olduğu halde Unkapanı'na şimdilik veda ediyor ve Kâtib Çelebi Caddesi’ndeki
yürüyüşümüze devam ediyoruz.
Vefa: Kâtib
Çelebi Caddesinde yürüyüş istikametimize göre sol tarafta kalan restorasyonu birkaç
sene önce yapılmış olan ve gayet bakımlı olup suyu akan bir çeşme görmek bizleri
mutlu ediyor fakat ayni cadde ya da yakın sokaklarda bulunan diğer çeşmelerin
durumu ise maalesef ki pek iyi değil. Onların da tez zamanda semtler ile
beraber ihya edilmelerini umuyoruz.
Kâtib
Çelebi Caddesi’nin Azap Askeri Sokak ve Darulhadis Sokak kavşağında bulunan bu
suyu akar çeşmenin yanındaki kısa yokuşu ağır adımlarla çıkmaya başlıyoruz. Tırmandığımız
bu yokuş bizi Vefa Caddesi’ne ulaştırıyor. Vefa Caddesi ve caddenin bulunduğu
Vefa semti adını Fatih devri mutasavvıflarından ve Zeyniyye tarikatının en
önemli şeyhlerinden olan, Ebü’l-Vefâ lakabı ile anılagelmiş olan Muslihuddin
Mustafa el-Konevî’den almaktadır. Şeyh Ebü’l-Vefâ aslen Konyalı olmakla
beraber, Konya’da başladığı medrese tedrisine Edirne’de devam etmiştir. Edirne
medreselerinde talebelik yaparken Zeyniyye tarikatının şeyhlerinden olan
Abdüllâtîf el-Kudsî’nin müridi oldu. Seyrüsülûkünü tamamlayıp Konya’ya döndü.
Burada Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından hürmetle karşılandı. Konya’da Meram
diye bilinen mıntıkada İbrahim Bey tarafından Şeyh Ebü’l-Vefâ adına bir camii
ve hankâh yaptırıldı. Konya’da ne kadar kaldığı binmeyen Şeyh Ebü’l-Vefâ’nın
muhtemelen İbrahim Bey’in vefatın tarihin olan 1464’ten sonra İstanbul'a geldiği
sanılmaktadır.
Istanbula
gelişiyle beraber Fatih Sultan Mehmed tarafından bugün adını verdiği semte
yerleştirilen Şeyh Ebü’l-Vefâ adına bir camii ve bir çifte hamam da bu semtte yaptırılmıştır.
Bu yapılan camii ve hamama ilerleyen zamanlarda medrese, hankâh, imaret,
tabhâne, kütüphane, çeşme ve türbe eklenerek bu yapilar bir kulliyeyi meydana
getirmiştir. Camiinin Vefa Caddesi üzerinde bulunan avlu kapısından içeri
giriyor ve merdivenlerden aşağı doğru inmeye başlıyoruz. Bizleri merdivenin sağlı
sollu iki tarafında dizilmiş olan asırlık kabirler karşılıyor. Merdivenin düzlüğe
inildiğinde ise sol tarafta ise 896 hicri (1491) tarihli Şeyh Muslihuddin
Mustafa Ebü’l-Vefâ’nin türbesi bulunmaktadır. Türbe kare planlı olarak inşa edilmiş
olup içinde beş kabir bulunmaktadır. Türbenin karşı çaprazında çilehane olduğu
iddia edilen bir yapi bulunmakla beraber yapıdaki hali hazırda bulunan ve daha önceden
kapatıldığı anlaşılan bazı pencerelerle birlikte bu kadar çok penceresi olan
bir yapının çilehane olması ihtimali düşündürücüdür.
Külliyenin
merkezi konumunda bulunan camii ise ilk kez 1476 tarihinde Fatih Sultan Mehmed tarafından
yaptırılmış ve daha sonra 1757 tarihinde tamirat geçirmiştir. Bu ilk yapılan
camii 1894 İstanbul Depreminde hasar görmüş ve depremden sonra tamir
edilemeyecek durumda olduğu icin yıktırılmış fakat mali yetersizlik ve Birinci
Cihan Harbi’nin başlaması dolayısı ile ihya edilmemiş ve 1990lara kadar eski
caminin temelleri toprak üzerinde bekler halde kalmıştır. Bu tarihte yıkılan
camiinin planına uygun olarak yeniden betonarme olarak inşa edilmiştir. Külliyenin
diğer parçalarından olan medrese ve imaretin yerinde ise maalesef yeller
esmekte. Bir zamanlar hazire dahilinde olup da günümüze ulaşamamış olan Lala
Mehmed Paşa ve Lala Ramazan Paşa'ya ait olan Lalalar Türbesi'dir. Şeyh Vefa
Külliyesi’ne gelirken indiğimiz merdivenlerden geri çıkarak hoşça kal derken,
bir sonraki durağımız olan Molla Gürani Camii’ne doğru yollanıyoruz.
Şeyh Vefa
Külliyesinin avlu kapısının çaprazında kalan Molla Şemseddin Camii Sokak bizi Molla
Gürani Camii’ne götürecek olan sokak. Sokak başında bulunan restorasyon geçirmiş
ve günümüzde bir vakıf olarak kullanılan tarihi konak keşke bütün konaklar bu şekilde
restore edilip bir an önce kurtarılsa temennisini aklımızdan geçirtiyor. Sokak
icin de sağ tarafta bulunan hazire ise bakımlı görünüyor. Sokağın sonunda ise
900 yıllık geçmişi ile Molla Gürani Camii ya da Kilise Camii tam karşımızda
durmakta. Uzun yıllar suren restorasyon çalışmalarının ardından yakın zamanda
kapılarını ziyaretçilerine yeniden açan bu eserin 11. yüzyıl sonu ya da 12. yüzyılın
başında yaptırıldığı sanılmaktadır. Yapıldığı zamanki ismi konusu tartışmalı
olmakla berber, İstanbul'un Latinler tarafımdan işgal edildiği yıllarda Katolik
Kilisesi olarak kullanılmıştır.
İstanbul'un
fethinden sonra ise Fatih Sultan Mehmed’in hocalarından olan ve daha sonraki
zamanlarda İstanbul müftülüğü de yapan Molla Gürani tarafından camie
çevrilmiştir. Tarih boyunca çeşitli yangınlar geçiren eser defalarca onarım geçirmiştir.
1930larda yapılan restorasyonlarda alçı sıvalar kaldırılarak kilise devrinden
kalan mozaikler yeniden açığa çıkartılmıştır. Etrafında sürekli ikamet edilen
bir mahallesi olmadığından cemaati azdır.
Molla Gürani
Camii’nden gezimizin bir sonraki durağı içinde ayrılıyor ve camii önünden gecen
Tirendaz Sokak üzerinde ilerliyoruz. Tirendaz Sokak da semtin kaderini yaşıyor.
Binalar kendi kaderlerine terkedilmiş bir haldeler. Gözbebeğimiz İstanbul'umuzda
harpten çıkmış semt manzaraları bizlere hiç yakışmıyor. Sokak sonundaki
kavşakta ise bizleri Atıf Efendi Kütüphanesi karşılıyor. Yakın bir zamanda restorasyondan geçtiği
belli olan eserin kapıları kapalı olduğundan ne amaçla kullanıldığı bilgisini alamadık.
Tam karsısında bulunan Rehabula Kadın Sebili ise etrafı sac paravanlarla kapatılmış
durumda. Atıf Efendi Kütüphanesi’ne 50 metre kadar uzakta ise Fatih devri
ulemasından Sarı Bayezid tarafından 1460 tarihinde yaptırılan Sarı Bayezid Cami
bulunmakta. Zaman içerisinde yapılan yanlış onarımlar ve çirkin badana-boya işleri
sebebi ile 2000li yılların başına kadar kotu bir halde olan eser 2015 yılında restorasyon
geçirmiş ve özgün yapısına döndürülmeye çalışılmıştır.
Sarı
Bayezid Camii’ne bize müsaade deyip, Vefa Caddesi’ni boydan boya yürümeye başlıyor
ve caddenin başlangıcına doğra yola koyuluyoruz. Yüzyıllar boyunca milyarlarca
kez adımlamış olan bu cadde ve çevresindeki sokaklar eski mahalle hüviyetini
kaybedeli yıllar olsa da tekrardan eski hüviyetlerine avdet edecekleri günleri
beklemektedir. Caddenin sağında ilginç hikayesi ile 1756 tarihli Mimar Mehmed Ağa
Camii yer almakta. Bu tek kubbeli alçak minareli camii 1930larin başında kadrodışı
bırakılmış daha sonra ise satılmıştır. Alan kişi ise bu camiiyi nalbant haline getirmiş,
cami duvarlarına nallanacak hayvanların bağlanması icin halkalar çakmış ve
nallama işlemini de camii içinde yapmıştır. 1960lara kadar nalbant olarak işletilen
bu mabed, daha sonra çevredeki halkın gayreti ile satın alınarak tamir edilmiş,
bu tamirat sırasında da halkalar olduğu gibi ibret olması icin birikilmiştir.
Günümüzde de bu halkalar hala görülmektedir.
Mimar
Mehmed Ağa Camii’nin yanında ise adını semtten alan tarihi Vefa Bozacısı
bulunmakta ve müdavimlerini beklemekte. Vefa aynı zamanda tedrisata 1872
tarihinde başlayan ve Türkiye'nin en eski liselerinden biri olan Vefa Lisesi’ne
ve 1908 senesinde Vefa Lisesi talebeleri tarafından tesis edilmiş olan ve
tarihi boyunca 14 yıl futbol birinci liginde de mücadele etmiş bulunan Vefa
Futbol Kulübü’ne, Fatih Sultan Mehmed’in hocalarından olan Molla Hüsrev tarafından
1460’ta yaptırılmış olan Molla Hüsrev Camii’ne ve Recai Mehmed Efendi Sibyan
Mektebi ve Sebiline de ev sahipliği yapmaktadır. Yolunuz Vefa’ya düşerse bu
zikrettiğimiz eserleri yerinde görebilir, gezinizi de bir bardak boza ile tamamlayabilirsiniz.