İstanbul'un tarihi semtleri (20)
Vefa
gezimizi Cemal Yener Tosyalı Caddesi’nden Atatürk Bulvarı'na doğru yürüyerek tamamlarken,
aklımıza Aziz Mahmud Hüdai'nin
“Kim umar
senden vefayı
Yalan dünya
değil misin?”
dizeleri
ile başlayan şiiri geliyor ve bir ah çekerek bu tarihi semtlerin acı kaderine
üzülüyoruz. Caddenin bulvar ile kesiştiği köşeye geldiğimizde ise Bozdoğan Kemeri
’ne 1596 tarihinden beri yoldaşlık eden Gazanfer Ağa Medresesi bizlere göz kırpıyor.
Durduğumuz konuma göre biraz sağımızda kalan trafik ışıklarından karşıya geçmek
için hızlanıyor, ışıklara varınca da seri adımlarla tarihi yarımadayı tam anlamıyla
ikiye bölen bu bulvarı arşınlıyoruz ve akabinde de Gazanfer Ağa Medresesine doğru
yaklaşmaya başlıyoruz. Banisi Sultan III. Mehmed’in hasodabaşısı Gazanfer Ağa
olan bu medrese, medrese dahilinde bulunan türbe ve sebilden meydana gelen bir
eserdir. 1940lardan sonra bir ara Belediye Müzesi ve akabinde de Karikatür Müzesi
olarak hizmet vermiş olmakla beraber, günümüzde yüksek lisans öğretimi yapan
talebelere destek sağlayan bir vakıf tarafından kullanılmakta. Medresenin az
ilerisinde ise Hüsam Bey Camii olarak da bilinen Tezgâhçılar Camii bulunmakta. İlk
kez 1600lu yıllarda yaptırıldığı sanılan camii zaman zaman tamirat görmüş ve yenilenmişse
de 1907 senesindeki büyük yangında tamamen yanmış ve 1911 senesinde yenilenerek
günümüze ulaşmıştır. 1999 depreminde hasar gören minaresinin şerefesi ve külahı
yeniden ihya edilmeyi beklemektedir. Camiinin yanında ise camiinin banisi Şeyhülislam
Sunullah Efendi’nin türbesi bulunmaktadır.
Bozdoğan
Kemeri altından geçerek Hüsam Bey Camii önünden devam eden İtfaiye Caddesi’ne doğru
kıvrılarak, bahar güneşinin ısıtması ile yeni bir uyanışa hazırlanan çınar ağaçları
altından yürüyerek caddeyi boydan boya katetiyoruz. İtfaiye Caddesi boyunca
uzanan lokantalar ve yöresel ürün satışı yapan dükkânlar başta Siirt olmak üzere
Güneydoğu mutfağının leziz örneklerini İstanbullularla buluşturma çabası içerisindeler.
Caddenin
ağaçlı kısmının sonuna doğru yaklaşırken kurşun kaplı kubbeleri ile Çinili
Hamam bizlere merhaba demekte. Kaptanıderya Barbaros Hayreddin Paşanın tarafından
1540-1546 tarihleri arasında Mimar Sinan’a yaptırılan bu eser, banisinden ötürü
Kaptanpaşa Hamamı olarak da anılmıştır. Uzun yıllar suren restorasyonun ardından
Zeyrek Çinili Hamam Müzesi olarak hizmet vermeye başlayan bu nadide eser, sergi
alanında bulunan ve 5. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar tarihlenen objeleriyle meraklısına
görsel bir şölen sunmakta. Adını aldığı meşhur çinilerinin çoğunu 1728 ve 1838 yangınlarında
kaybetse de bazı nadide örnekler erkekler kısmında hala görülebilmektedir.
Zembilli Medresesi’nin
tam yanından inen merdivenli yokuşta İstanbul'da kolay kolay bulunamayacak bir
detay hemen göze çarpar. Osmanlı dönemi İstanbul'unun sokaklarından yadigâr
kalmış 15-20 metrelik bir kısım bizlere o günlerden yadigâr. İndiğimiz yokusun devamı
ise yine bir yokuş, ama bu sefer yukarı doğru. Meşhur Zeyrek Yokuşu bizlere hosteldiniz
derken aklımıza eskilerin söylediği "Serçeden başka kuş, Zeyrek'ten
başka yokuş bilmez." sözü geliyor.
Yokuşun
tepe noktası sayılabilecek bir noktada bulunan bir bahçe içerisinde Piri Mehmed
Paşa Camii bizlere ben de buradayım demekte. 1940larda kadro dişinda bırakılıp
kendi haline terkedilen camii zamanla yerle bir olmuş ve 2013'te ihya edilene
kadar ayni şekilde kalmıştır. Zeyrek Sarnıcı’nın üzerinde konumlanması
sebebiyle Soğukkuyu Mescidi olarak da anılan bu eser, yolun karşısında bulunan
Zeyrek Medresesi’nin mescidi olarak yüzyıllarca hizmet vermiştir.
Taşı
toprağı tarih diyebileceğimiz Zeyrek semtini anlatmaya bir girizgâh yaparak başladık.
Hayırlısıyla haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Şimdilik esen kalın,
tarihle kalın...