31 Mart 2024

İstanbul'un tarihi semtleri (20)

Vefa gezimizi Cemal Yener Tosyalı Caddesi’nden Atatürk Bulvarı'na doğru yürüyerek tamamlarken, aklımıza Aziz Mahmud Hüdai'nin

“Kim umar senden vefayı

Yalan dünya değil misin?”

dizeleri ile başlayan şiiri geliyor ve bir ah çekerek bu tarihi semtlerin acı kaderine üzülüyoruz. Caddenin bulvar ile kesiştiği köşeye geldiğimizde ise Bozdoğan Kemeri ’ne 1596 tarihinden beri yoldaşlık eden Gazanfer Ağa Medresesi bizlere göz kırpıyor. Durduğumuz konuma göre biraz sağımızda kalan trafik ışıklarından karşıya geçmek için hızlanıyor, ışıklara varınca da seri adımlarla tarihi yarımadayı tam anlamıyla ikiye bölen bu bulvarı arşınlıyoruz ve akabinde de Gazanfer Ağa Medresesine doğru yaklaşmaya başlıyoruz. Banisi Sultan III. Mehmed’in hasodabaşısı Gazanfer Ağa olan bu medrese, medrese dahilinde bulunan türbe ve sebilden meydana gelen bir eserdir. 1940lardan sonra bir ara Belediye Müzesi ve akabinde de Karikatür Müzesi olarak hizmet vermiş olmakla beraber, günümüzde yüksek lisans öğretimi yapan talebelere destek sağlayan bir vakıf tarafından kullanılmakta. Medresenin az ilerisinde ise Hüsam Bey Camii olarak da bilinen Tezgâhçılar Camii bulunmakta. İlk kez 1600lu yıllarda yaptırıldığı sanılan camii zaman zaman tamirat görmüş ve yenilenmişse de 1907 senesindeki büyük yangında tamamen yanmış ve 1911 senesinde yenilenerek günümüze ulaşmıştır. 1999 depreminde hasar gören minaresinin şerefesi ve külahı yeniden ihya edilmeyi beklemektedir. Camiinin yanında ise camiinin banisi Şeyhülislam Sunullah Efendi’nin türbesi bulunmaktadır.

Bozdoğan Kemeri altından geçerek Hüsam Bey Camii önünden devam eden İtfaiye Caddesi’ne doğru kıvrılarak, bahar güneşinin ısıtması ile yeni bir uyanışa hazırlanan çınar ağaçları altından yürüyerek caddeyi boydan boya katetiyoruz. İtfaiye Caddesi boyunca uzanan lokantalar ve yöresel ürün satışı yapan dükkânlar başta Siirt olmak üzere Güneydoğu mutfağının leziz örneklerini İstanbullularla buluşturma çabası içerisindeler.

Caddenin ağaçlı kısmının sonuna doğru yaklaşırken kurşun kaplı kubbeleri ile Çinili Hamam bizlere merhaba demekte. Kaptanıderya Barbaros Hayreddin Paşanın tarafından 1540-1546 tarihleri arasında Mimar Sinan’a yaptırılan bu eser, banisinden ötürü Kaptanpaşa Hamamı olarak da anılmıştır. Uzun yıllar suren restorasyonun ardından Zeyrek Çinili Hamam Müzesi olarak hizmet vermeye başlayan bu nadide eser, sergi alanında bulunan ve 5. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar tarihlenen objeleriyle meraklısına görsel bir şölen sunmakta. Adını aldığı meşhur çinilerinin çoğunu 1728 ve 1838 yangınlarında kaybetse de bazı nadide örnekler erkekler kısmında hala görülebilmektedir.

Çinili Hamam’a komşu ve kapısındaki kitabeye göre 1610’da inşa edilen eser ise Ümmügülsüm Camii ya da  Çivizade Mescidi’dir. Bu camii Sultan III. Murad Han devri şeyhülislamı olan Çivizade Mehmed Efendi’nin kızı  Ümmügülsüm Hatun tarafından yaptırılmıştır. Zaman içerisinde geçirdiği onarımlar sonucunda maalesef ilk yapıldığı günkü orijinalliğini kaybetmiştir. Ümmügülsüm Camii’nin karşı çaprazında bulunan kubbeli yapıya doğru yavaştan yaklaşıyoruz. Bu tek kubbeli yapı Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde müftülük yapmış bulunan ve devrin en önemli alimlerinden biri olarak kabul edilen Zembilli Ali Cemali Efendi’nin 1523-1525 tarihleri arasında yaptırdığı ve bahçesinde kabrinin de bulunduğu mektebidir. Fahreddin er-Râzî’nin soyundan gelen Cemâleddin Aksarâyî’nin torunu Ahmed Çelebi’nin oğlu olan Zembilli Ali Cemali Efendi, dedesine nispetle Cemali diye anılmıştır. Sorulan sorulara cevap olarak verdiği fetvaları zaman kaybetmemek adına medresesinin yanında bulunan ve 1960lara kadar sağlam bir halde duran evinden bir zembil marifeti ile sarkıttığı için de Zembilli Müftü ya da Zembilli Ali Efendi olarak anılmıştır. Türkiye'de tarihi eser vasfı bulunan ve korunması gerekli konutlara konulan yıkım yasağı, yakım ile delindiği için gözümüz gibi korumamız gereken eserler teker teker yangınlara yenik düşmekte, yerlerini ise ucubelikler almaktadır. Maalesef Zembilli Ali Cemali Efendi gibi bir şahsiyetin hanesini de yangına kurban etmişiz. Evden geriye sadece alt kata ait iki duvar ve Zembilli Ali Efendi’nin zembilini sarkıttığı pencere gelebilmiş. Evin arsası ise maalesef otopark olarak kullanılmakta.

Zembilli Medresesi’nin tam yanından inen merdivenli yokuşta İstanbul'da kolay kolay bulunamayacak bir detay hemen göze çarpar. Osmanlı dönemi İstanbul'unun sokaklarından yadigâr kalmış 15-20 metrelik bir kısım bizlere o günlerden yadigâr. İndiğimiz yokusun devamı ise yine bir yokuş, ama bu sefer yukarı doğru. Meşhur Zeyrek Yokuşu bizlere hosteldiniz derken aklımıza eskilerin söylediği "Serçeden başka kuş, Zeyrek'ten başka yokuş bilmez." sözü geliyor.

Yokuşun tepe noktası sayılabilecek bir noktada bulunan bir bahçe içerisinde Piri Mehmed Paşa Camii bizlere ben de buradayım demekte. 1940larda kadro dişinda bırakılıp kendi haline terkedilen camii zamanla yerle bir olmuş ve 2013'te ihya edilene kadar ayni şekilde kalmıştır. Zeyrek Sarnıcı’nın üzerinde konumlanması sebebiyle Soğukkuyu Mescidi olarak da anılan bu eser, yolun karşısında bulunan Zeyrek Medresesi’nin mescidi olarak yüzyıllarca hizmet vermiştir.

Taşı toprağı tarih diyebileceğimiz Zeyrek semtini anlatmaya bir girizgâh yaparak başladık. Hayırlısıyla haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Şimdilik esen kalın, tarihle kalın...