11 Kasım 2015

İstihbaratsız Casusluk Soruşturması olmaz!

 Başta 17-25 Aralık olmak üzere birçok sivil darbe girişiminin Örgüt inlerinde planlandığı bir gerçekken, MİT'in bunlara dair istihbarat elde edemediğini düşünmek, ister istemez bu ülkede yaşanmış 4 fiili darbeye kör kalan İstihbarat yapısını hatırlatıyor.

İstanbul, Ankara, İzmir ve daha birçok ilde, Fetullahçı Terör Örgütü ile ilgili kimi iddianameye dökülmüş kimi de soruşturma aşamasında yürüyen çalışmalar biliniyor.

Bunların yanında Ankara ve İstanbul'da, ana soruşturma diye tanımlanan, örgütün, Siyasi, Askeri ve Ekonomik Casusluk faaliyetlerini içeren yargısal süreçten de söz ediliyor.

2009 sonundan bu yana örgütün ülke için taşıdığı tehdidi ve yürütülen kimi darbe soruşturmalarını HİZMET ettikleri küresel sistem menfaatlerine göre amacından saptırdığını ifade eden biri olarak, tabii ki bu soruşturmaların yargı ve emniyet ayaklarıyla mesleki çerçevede görüşmeler yapıyorum.

Normalde; Fetullahçı Terör Örgütü ile mücadele kapsamında yürütülen soruşturmaların en önemli ayağında istihbaratın olması gerektiğini inkâr edemeyiz.

Devletin kılcallarına sızmış örgütün, bilhassa emniyet ve yargıyı, devlete hükmedecek hegemonya alanına dönüştürdüğü bir yerde, yargısal bir süreçte akameti önleyecek tek şey istihbarat desteğidir.

Fetullahçı Terör Örgütü'nün 70'lere dayanan örgütlenmesi ve 80'lerde temelleri atılan devlete sızma operasyonu tartışılırken, üniversitedeki öğrenciyi bile ayakkabıcı, boyacısı ya da simitçi kılığında izlemeye alan istihbaratın, bu yönde yeterli veriye sahip olduğunu düşünmek hakkımız değil mi?

İstihbaratın görev tanımında yer alan izleme, takip ve “sızma” ile karşı istihbarat geliştirme faaliyetleriyle elde edilmiş bulguların, bu tür örgütlerin devlete yönelik tehdit oluşturduğu anlaşıldığında, yargı ile paylaşılması gerekmez mi?

Bizzat bu örgüt tarafından amacından saptırılarak, ülkedeki darbeci geleneği tasfiye yerine, küresel sitemin beklentilerine göre bir Türkiye dizaynına dönüşen soruşturmalara bile bilgi ve belge desteği veren İstihbaratın, örgütle ilgili yürütülen soruşturmalara da aynı desteği vermesini beklerdik.

Ama maalesef öyle değil… Soruşturmaların hem yargı hem emniyet ayakları, Askeri, Siyasi ve Ekonomik Casusluk faaliyetleri kapsamında soruşturulan örgütle ilgili Milli İstihbarat Teşkilatı'nın soruşturma ve yargılamaları güçlendirecek desteği vermediğinden şikâyetçi.

Hele soruşturma sürecinin ana aktörlerinden birinin, “Bu soruşturmalarda, örgütün network ağının ve hiyerarşik yapılanmasının çözümlenmesi noktasında yüzlerce gözaltına alınan isimden birkaçının birer cümlelik ‘itirafı' kadar bile destek alamıyoruz İstihbarattan” şeklindeki çığlığı hala kulaklarımda çınlıyor.

Milli Güvenliğe yönelik tehdit olarak kabul edilmiş ve “Kırmızı Kitap” diye anılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesine girmiş bir örgütle mücadelede, Milli Güvenliğin tesisi noktasında en önemli görevle yetkilendirilmiş Milli İstihbarat'ın beklentileri karşılamak bir yana nötr kalmasını anlamak mümkün değil.

Kastım, Firari Örgüt Elebaşı Fetullah Gülen'in arşiv raflarında çürümeye yüz tutmuş masonluk belgesi değil. Şahsın ahlaki çöküntü içerisinde olduğunu gösteren ve bugünlerde medya dünyasında elden ele dolaşan belgeler hiç değil.

Üstelik bu tür belgelerle örgütün Casusluk ve Vatana ihanet faaliyetlerinin perdelendiğini de düşünenlerdenim.

İstihbaratın, insanların uçkurları yerine ihanetlerini izlemeye aldığına inandığımız dönemlerde bile örgütün yürüttüğü casusluk faaliyetlerini izlememiş olması mümkün değil.

Mesela Ergenekon Balyoz gibi soruşturma süreçlerinde, asker kişilerin adresleri ile Askeri bölgelerdeki arama ve el koyma işlemlerinde, devletin hangi önemli bilgilerinin Fetullahçı Örgüt mensubu savcı ve polislerce ele geçirilip nerelere servis edildiğini tespit etmemesi imkânsız İstihbaratın.

En stratejik kurumların bilişim sistemlerinin alt yapısından işletimine kadar tüm aşamalarını kontrol altına alan örgütün, kurumlar arasındaki hangi bilgi akışını, kurdukları bilişim koridoruyla Kanada ve ABD gibi merkezlere kanalize ettiklerini MİT'in tesbit etmemiş olmasını düşünemiyorum bile.

Başta 17-25 Aralık olmak üzere birçok sivil darbe girişiminin Örgüt inlerinde planlandığı bir gerçekken, MİT'in bunlara dair istihbarat elde edemediğini düşünmek, ister istemez bu ülkede yaşanmış 4 fiili darbeye kör kalan İstihbarat yapısını hatırlatıyor.

MİT'in o darbelere kör kalma sebebini, darbelerin arkasındaki aklın kontrolünde olmasına bağlamamış mıydık?

Kabul ediyorum, Hakan Fidan ile birlikte istihbaratta bir Millileşme hamlesi yaşandı. Acaba diyorum; MOSSAD, CIA gibi örgütlerin cirit attığı MİT, bu unsurlardan temizlenirken, bunların yerel taşeronu FETÖ üyeleri “gözden mi kaçtı”?

FETÖ ile ilgili yargı ve emniyetin çığlığı kulaklarımda yankılandıkça, bu soruya hayır bile diyememek ne acı…

Kalın sağlıcakla…