09 Temmuz 2021

​İstikametimiz "muasır medeniyet" mi, İslâm medeniyeti mi?

İslâm medeniyetine kasdeden “muasır medeniyet” bu ülkeye bin yıllık medeniyet kimliğini yok sayan lâ-dinî Cumhuriyet döneminde girdi. Cumhuriyetin önderi, “Yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri (çağdaş), bütün mâna ve eşkâli ile uygar bir toplum hâline getirmektir. Memleketler çeşitlidir fakat uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu yegâne uygarlığa iştirak etmesi lâzımdır” (Prof. Âfet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 183) nutkuyla medeniyeti pozitivizm ve materyalizm üzerine yükselen Batı’da aramış ve millete müracaat etmeden ilân ettirdiği Cumhuriyet devletinin yönünü Kur’ânî mânada medeniyet vasfını haiz olmayan sömürgeci Batı medeniyetine çevirmiştir. “Yegâne uygarlık” tan kastının “muasır medeniyeti”, yâni pozitivist Batı’nın fen-bilim, hukuk ve sosyal değerlerini kastettiğini belirtelim.

 

“MUASIR MEDENİYET SEVİYESİYLE” ALDATMAK                                       

 

Cumhuriyetin önderi “Muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı” Batı medeniyeti ile çatışmada değil, uzlaşmada ve Batı’nın temsil ettiği çağdaş toplumlar ailesine katılmakta görür. “Çağdaşlaşma” için “İslâm kültürünü aşıp muasır Batı kültürü ailesine katılmak zorunda bulunduğumuzu” söyler:

 

“Cumhuriyetin ilke ve inkılâpları, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine bir an önce ulaştırabilmek için Batılı aklın ve mantığın çizdiği yolları gaye edinir. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan uygar ve çağdaş bir toplum hâline getirmektir. İnkılâplarımızın temeli budur. Çağdaş uygarlık tek bir milletin veya tek bir dinin ortaya çıkardığı bir değer değildir. Diğer uygarlıklar gibi o da insanoğlunun yüzyıllar boyu devam eden katkılarıyla oluşan, rasyonel düşünceye ve lâik bir dünya görüşüne dayalı ortak bir eserdir. Biz batı uygarlığını kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık seviyesi içinde benimsiyoruz.” (a.g.e., s.183)

 

Bu fikirlere âmâ üstad Cemil Meriç’in sözleriyle cevap verelim: “Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini inkâr etmek ve peşin peşin köleliğe razı olmak değil mi? Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin…” (Sosyoloji Notları ve Konferanslar, s.195)

 

CUMHURİYETİN YÖNÜ LÂ-DİNÎ BATI MEDENİYETİDİR

 

Medeniyetsiz Cumhuriyetin önderinin sık kullandığı “çağdaşlık” kavramı da İslâm medeniyet değerlerinin reddi ve Batı medeniyet değerlerini kabul, yâni “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” mânasına gelir. Düşünme, yeme-içme, giyinip kuşanma gibi sosyal hayatımız ve müesseselerimizle Avrupalılar gibi olmaktır. “Muasır medeniyet seviyesine” nasıl ulaşılacağının cevabını da “önder” kendisi verir: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’ye asrî, binaenaleyh Garbî hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmeyi arzu edip de Garba teveccüh etmemiş millet hangisidir?” ((Prof. Âfet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 297)

 

“HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİD İLİMDİR” ALDATMACASI

 

Cumhuriyetin ideolojisiyle idraki kirlenen zavallı aydınlar onun, “Medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir...” sözünü  “yerli bir medeniyet hamlesine işaret olduğunu zannettiler. Oysa “en hakiki mürşit ilimdir” sözü dînin, yâni İslâm’ın varlığını reddeden Batı’nın pozitivist “bilim ve aklından” oluşan medeniyetin işaret ediyordu. “Tanrı” ya ihtiyaç duymadan düşünen ve dînin müeyyidelerinden bağımsız, sözde hür olarak iradesini geliştirmek demektir ki, medeniyetsiz Cumhuriyetin temel gayesi de budur. 

 

CUMHURİYET, MÜRŞİDİNİ BATI MEDENİYETİNDE ARIYOR

 

Yeri gelmişken belirtelim ki Cumhuriyet “önderinin” 1924’de Samsun’da söylediği “…Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü pozitivist ve deist şair Tevfik Fikret’indir. Medeniyetsiz Cumhuriyetin resmî tarihi yazmasa da, “önder”, bu sözün sahibinin “ilham kaynağım büyük şair” dediği Tevfik Fikret olduğunu söylemiştir. “Mürşid” sıfatını da İslâmî mânada “irşad eden, doğru yolu gösteren rehber” karşılığında kullanmadığını, Batı medeniyetinin pozitivist bilimini kastettiğini hatırlatalım. Çünkü bu sözün devamında “İlim ve fen haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, delâlettir” diyerek, Osmanlı-İslâm medeniyetinin inşacılarını kastediyor. Ayrıca o devirde dilde uydurukça kelime inkılâpları henüz yapılmadığı için “mürşid” kelimesini mecburen kullanmıştır. 

 

Medeniyetsiz Cumhuriyetin önderi, Gökalp gibi birçok reformcudan farklı olarak Batı medeniyetinin bir bütün olarak alınmasından yanaydı. Onun için modernleşme, muasırlaşma, çağdaşlaşma kavramları İslâm medeniyetinin reddi ve Batı medeniyetine, yâni “ortak ve üstün medeniyete” dâhil olmak mânasına geliyordu. Dolayısıyla Osmanlı-İslâm asırları medenî sayılmadığı için “medenî ve asrî olmak” için Batılılaşmak yönünde inkılâplar yapılmalıydı.

 

AVRUPA MEDENİYETİ GANİMET, İSLÂM MEDENİYETİ KÖHNE İMİŞ

 

Ziya Gökalp’ın 1922’de söylediği “Kabul etmediğimiz takdirde Garp devletlerinin esiri olacağız. Garp Medeniyetine hâkim olmak yahut garp devletlerine mahkûm olmak, bu iki şıktan birini kabul mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu hakikat anlaşılmıştır: Avrupa’ya karşı hürriyetimizi ve istiklâlimizi müdafaa edebilmek için Avrupa medeniyetini iğtinam etmemiz lâzımdır” (Ziya Gökalp, Makaleler IX, s.39) sözlerinden destek alan fakat bu fikri daha da ileri götüren Cumhuriyetin önderi Tanzimat Batılılaşmasını eksik bulur. Ona göre Batı medeniyeti vasıta değil, gayedir. Batı medeniyetini Tanzimatçıların yaptığı gibi bâzı yönleri iyidir-bâzı yönleri kötüdür demeden bütünüyle alınmalıdır. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s.84)

 

“Avrupa medeniyetini iğtinam etmemiz lâzımdır” ifadesinin “ganimet alma”, “ganimet olarak bakma” mânasına geldiğini belirtelim. Kendi medeniyet kimliklerine güvensizliğin ve Batı medeniyetine itibar etmenin en trajik ifadesidir bu. Anlaşılıyor ki, Cumhuriyet önderi ve devrin aydınları Batı medeniyetini “ganimet” saymışlar. Cumhuriyetin önderinin ilham aldığı aydınlar, “Batı medeniyetinden kopuk kalmanın başlıca sebebi İslâm dinidir. Ya Garplılaşırız ya mahvoluruz” diyen (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s.235) İkinci Meşrutiyet’in pozitivist aydınlarından Ahmet Muhtar ve “Bir ikinci medeniyet yoktur, medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ile dikeni ile isticlâs etmek mecburidir” (a.g.e., s.235), yâni kabul etmek gerek diyen Abdullah Cevdet gibi Cumhuriyet önderinin şedit Batıcı aydınlardır.

 

Hülâsa-i kelâm; Cumhuriyetin önderine göre Batı sadece coğrafî bir kelime değil, aklın ve bilimin neticesinde ortaya çıkan muasır medeniyetin kendisidir. Bu sebeptendir ki vakit kaybetmeden Batı medeniyet ailesinin bir uzvu hâline gelmek lâzım. Çünkü Batı medeniyet ailesine dâhil olmak, her şeyiyle kötürüm olan köhne Şark’tan kurtulmaktır.(ilbeyali@hotmail.com)