İstikametimiz "muasır medeniyet" mi, İslâm medeniyeti mi?
İslâm medeniyetine kasdeden “muasır medeniyet” bu ülkeye bin yıllık medeniyet kimliğini yok sayan lâ-dinî Cumhuriyet döneminde girdi. Cumhuriyetin önderi, “Yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri (çağdaş), bütün mâna ve eşkâli ile uygar bir toplum hâline getirmektir. Memleketler çeşitlidir fakat uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu yegâne uygarlığa iştirak etmesi lâzımdır” (Prof. Âfet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 183) nutkuyla medeniyeti pozitivizm ve materyalizm üzerine yükselen Batı’da aramış ve millete müracaat etmeden ilân ettirdiği Cumhuriyet devletinin yönünü Kur’ânî mânada medeniyet vasfını haiz olmayan sömürgeci Batı medeniyetine çevirmiştir. “Yegâne uygarlık” tan kastının “muasır medeniyeti”, yâni pozitivist Batı’nın fen-bilim, hukuk ve sosyal değerlerini kastettiğini belirtelim.
“MUASIR MEDENİYET SEVİYESİYLE” ALDATMAK
Cumhuriyetin önderi “Muasır
medeniyet seviyesine ulaşmayı” Batı medeniyeti ile çatışmada değil, uzlaşmada
ve Batı’nın temsil ettiği çağdaş toplumlar ailesine katılmakta görür.
“Çağdaşlaşma” için “İslâm kültürünü aşıp muasır Batı kültürü ailesine katılmak
zorunda bulunduğumuzu” söyler:
“Cumhuriyetin ilke ve inkılâpları,
Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine bir an önce ulaştırabilmek için Batılı
aklın ve mantığın çizdiği yolları gaye edinir. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz
inkılâpların amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan uygar ve çağdaş bir
toplum hâline getirmektir. İnkılâplarımızın temeli budur. Çağdaş uygarlık tek
bir milletin veya tek bir dinin ortaya çıkardığı bir değer değildir. Diğer
uygarlıklar gibi o da insanoğlunun yüzyıllar boyu devam eden katkılarıyla
oluşan, rasyonel düşünceye ve lâik bir dünya görüşüne dayalı ortak bir eserdir.
Biz batı uygarlığını kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık
seviyesi içinde benimsiyoruz.” (a.g.e., s.183)
Bu fikirlere âmâ üstad Cemil
Meriç’in sözleriyle cevap verelim: “Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini
inkâr etmek ve peşin peşin köleliğe razı olmak değil mi? Biz apayrı bir
medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok
daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin…” (Sosyoloji Notları
ve Konferanslar, s.195)
CUMHURİYETİN YÖNÜ LÂ-DİNÎ BATI MEDENİYETİDİR
Medeniyetsiz Cumhuriyetin
önderinin sık kullandığı “çağdaşlık” kavramı da İslâm medeniyet değerlerinin
reddi ve Batı medeniyet değerlerini kabul, yâni “muasır medeniyet seviyesine
ulaşmak” mânasına gelir. Düşünme, yeme-içme, giyinip kuşanma gibi sosyal
hayatımız ve müesseselerimizle Avrupalılar gibi olmaktır. “Muasır medeniyet
seviyesine” nasıl ulaşılacağının cevabını da “önder” kendisi verir:
“Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’ye asrî,
binaenaleyh Garbî hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmeyi arzu edip de
Garba teveccüh etmemiş millet hangisidir?” ((Prof. Âfet İnan, Atatürk Hakkında
Hatıralar ve Belgeler, s. 297)
“HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİD İLİMDİR” ALDATMACASI
Cumhuriyetin ideolojisiyle idraki
kirlenen zavallı aydınlar onun, “Medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için
en hakiki mürşit ilimdir...” sözünü
“yerli bir medeniyet hamlesine işaret olduğunu zannettiler. Oysa “en
hakiki mürşit ilimdir” sözü dînin, yâni İslâm’ın varlığını reddeden Batı’nın
pozitivist “bilim ve aklından” oluşan medeniyetin işaret ediyordu. “Tanrı” ya
ihtiyaç duymadan düşünen ve dînin müeyyidelerinden bağımsız, sözde hür olarak
iradesini geliştirmek demektir ki, medeniyetsiz Cumhuriyetin temel gayesi de
budur.
CUMHURİYET, MÜRŞİDİNİ BATI MEDENİYETİNDE ARIYOR
Yeri gelmişken belirtelim ki
Cumhuriyet “önderinin” 1924’de Samsun’da söylediği “…Hayatta en hakiki mürşit
ilimdir” sözü pozitivist ve deist şair Tevfik Fikret’indir. Medeniyetsiz Cumhuriyetin
resmî tarihi yazmasa da, “önder”, bu sözün sahibinin “ilham kaynağım büyük
şair” dediği Tevfik Fikret olduğunu söylemiştir. “Mürşid” sıfatını da İslâmî mânada “irşad
eden, doğru yolu gösteren rehber” karşılığında kullanmadığını, Batı medeniyetinin
pozitivist bilimini kastettiğini hatırlatalım. Çünkü bu sözün devamında “İlim
ve fen haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, delâlettir” diyerek,
Osmanlı-İslâm medeniyetinin inşacılarını kastediyor. Ayrıca o devirde dilde
uydurukça kelime inkılâpları henüz yapılmadığı için “mürşid” kelimesini
mecburen kullanmıştır.
Medeniyetsiz Cumhuriyetin önderi, Gökalp gibi birçok reformcudan
farklı olarak Batı medeniyetinin bir bütün olarak alınmasından yanaydı. Onun
için modernleşme, muasırlaşma, çağdaşlaşma kavramları İslâm medeniyetinin reddi
ve Batı medeniyetine, yâni “ortak ve üstün medeniyete” dâhil olmak mânasına
geliyordu. Dolayısıyla Osmanlı-İslâm asırları medenî sayılmadığı için “medenî
ve asrî olmak” için Batılılaşmak yönünde inkılâplar yapılmalıydı.
AVRUPA
MEDENİYETİ GANİMET, İSLÂM MEDENİYETİ KÖHNE İMİŞ
Ziya Gökalp’ın 1922’de söylediği “Kabul etmediğimiz takdirde Garp
devletlerinin esiri olacağız. Garp Medeniyetine hâkim olmak yahut garp
devletlerine mahkûm olmak, bu iki şıktan birini kabul mecburiyetindeyiz. Bugün
artık şu hakikat anlaşılmıştır: Avrupa’ya karşı hürriyetimizi ve istiklâlimizi
müdafaa edebilmek için Avrupa medeniyetini iğtinam etmemiz lâzımdır” (Ziya
Gökalp, Makaleler IX, s.39) sözlerinden destek alan fakat bu fikri daha da
ileri götüren Cumhuriyetin önderi Tanzimat Batılılaşmasını eksik bulur. Ona
göre Batı medeniyeti vasıta değil, gayedir. Batı medeniyetini Tanzimatçıların
yaptığı gibi bâzı yönleri iyidir-bâzı yönleri kötüdür demeden bütünüyle
alınmalıdır. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s.84)
“Avrupa medeniyetini iğtinam
etmemiz lâzımdır” ifadesinin “ganimet alma”, “ganimet olarak bakma” mânasına
geldiğini belirtelim. Kendi medeniyet kimliklerine güvensizliğin ve Batı
medeniyetine itibar etmenin en trajik ifadesidir bu. Anlaşılıyor ki, Cumhuriyet
önderi ve devrin aydınları Batı medeniyetini “ganimet” saymışlar. Cumhuriyetin
önderinin ilham aldığı aydınlar, “Batı medeniyetinden kopuk kalmanın başlıca
sebebi İslâm dinidir. Ya Garplılaşırız ya mahvoluruz” diyen (Bernard Lewis,
Modern Türkiye’nin Doğuşu, s.235) İkinci Meşrutiyet’in pozitivist aydınlarından
Ahmet Muhtar ve “Bir ikinci medeniyet yoktur, medeniyet Avrupa medeniyetidir,
bunu gülü ile dikeni ile isticlâs etmek mecburidir” (a.g.e., s.235), yâni kabul
etmek gerek diyen Abdullah Cevdet gibi Cumhuriyet önderinin şedit Batıcı
aydınlardır.
Hülâsa-i kelâm; Cumhuriyetin önderine göre Batı sadece coğrafî bir kelime değil, aklın ve bilimin neticesinde ortaya çıkan muasır medeniyetin kendisidir. Bu sebeptendir ki vakit kaybetmeden Batı medeniyet ailesinin bir uzvu hâline gelmek lâzım. Çünkü Batı medeniyet ailesine dâhil olmak, her şeyiyle kötürüm olan köhne Şark’tan kurtulmaktır.(ilbeyali@hotmail.com)