19 Şubat 2018

Ivan Illich'in bisikleti -2

Marc Bloch'a göre “Klasik Akdeniz toplumlarının bilmedikleri üzengi ve nal, Batı bölgelerinde 9. yüzyıldan önce görülmedi (...) Özengi, Avrupa'ya Avrasya göçebelerinin bir armağanı olmuştur (...) At nalı da Doğu'dan gelmişe benzemektedir. At nalı hem atın koşmasını hem de yüklendiğinde, en kötü yollarda bile ilerlemesini kolaylaştırmaktadır. Özengi ise, süvarinin yalnızca yorulmamasını değil, aynı zamanda ona daha iyi bir oturma düzeni sağlayarak, hücum etkinliğini de artırmasına olanak veriyordu.” (Bloch, Feodal Toplum, Savaş Yayınları, 1983: 195).

Faruk Sümer de özengiyi Türklerin kullandığını ifade eder: “Müslüman Arablar özengiyi VIII. Yüzyılda Mâvera'ün-nehr'den, Türklerden öğrenmiş olabilirler. İranlıların komşuları Türkler yoluyla özengiyi tanıdıkları, fakat faydasına inanmadıkları için kullanmadıkları düşünülebilir (…) Fakat özengi Orta Asyalı biniciler için çok daha lüzumlu bir vasıta idi. Çünkü Orta Asyalı millî silahı olan yayını özengiye basarak daha kolay germek ve okunu daha hızlı ve daha isabetli bir şekilde atmak imkânına kavuşmuştu” (Sümer, Türklerde Atçılık ve Binicilik, 1983: 90).

Ivan Illıch, insanlığın herhangi bir aletten yardım görmeden verimli şekilde hareket edebileceğini ifade ederek Batı teknolojisinin girdiği hız girdabının eleştirisini yapmaktadır. Ancak onun bu ifadeleri hem kendisiyle çelişmesine neden olur hem de metinlerini Batı merkezciliğe yerleştirir. Aşağıda göreceğiz insanın aletsizliğini ilkellik sayacaktır.

Illich'e göre dört hadise uygarlığı ortaya çıkarmıştır: 1) Uygarlığın daha henüz şafağındayken tekerleğin icat edilmesi, yükün insanın sırtından el arabasına inmesini sağlamıştır; 2) Avrupa'da Orta Çağ'da özengi, koşum takımı ve nalın icad edilerek uygulamaya konulması, atın termodinamik verimliliğini beş kat artırmış ve Orta Avrupa'nın ekonomisini değiştirmiştir. Sık sık saban sürmek mümkün olabilmiş ve uzak tarlaları köylünün yakınına getirmiştir. Önceleri altı ailelik köylerde yaşayan toprak sahipleri artık yüz haneli yerleşimlerde yaşamaktadır. Böylece yerleşim yerlerinde köy meydanı, kilise, hapishane ve okul görülmüştür; 3) On beşinci yüzyılda Portekizlilerin okyanus aşan ilk gemiyi inşa etmeleri, bütün dünyaya yayılan kültür ve pazarın sağlam temellerini atmıştır; 4) Bilyenin icadı dördüncü bir devrimin sinyalini vermiştir. Onunla eşitlik içinde daha fazla özgürlük ile daha fazla hız arasında bir tercih imkânı ortaya çıkmıştır.

Bilye, sırasıyla bisiklet ve otomobil ile simgelenen iki yeni tip hareketlilik imkânının aynı oranda temel parçasıdır. Gittikçe hızlanan otomobil, toplumları felce uğratan bir hız âyinini dayatmaktadır. Meksika'da tekerlek çok iyi biliniyordu, fakat hiçbir zaman ulaşımda kullanılmadı (Illich, 1992: 61-62).

Aktardığım bu tarih yorumundan anlaşılacağı üzere Ivan Illich (1926-2002), uygarlığı Batı merkezli toplumsal kültürün yansıması olarak ele almaktadır. Örneğin okyanus aşan gemiye vurgusu, sömürgeciliğin başlangıç tarihi olan 1492'yi tartışmamaktadır. Teknik Batı'nın rasyonel müdahalesine uğradığında başkalaşmaktadır.

Oysa Joseph Needham, MÖ. 5000'lerde eski Çin'in yelken ve onun gelişmiş kullanımıyla hareket gücünü yakaladığını ifade etmekte ve bir tespit yapmaktadır: “Eski Mısır'ın inşaat yöntemlerinde olduğu gibi insan gücünün kitlesel kullanımına ise Çin'de hiç rastlanmıyor (…) Emek tasarrufu sağlayan çeşitli araçların Çin toplumunda erken çağlarda ve de Avrupa'dan çok daha önce kullanıma girdiğinin çeşitli örnekleri var (…) Örneğin tekerlekli arabayı gösterebiliriz. Kitlesel köleliğin bulunmayışı da erken dönem Çin kültürünün teorik ve uygulamalı bilimlerde gösterdiği başarıyı açıklamaktadır” (Needham, Doğu'nun Bilgisi Batı'nın Bilimi, Mab Yayını, 1983: 29).

Illich, modern teknolojinin kitlesel boyun eğdirme mekanizmalarını hız kavramına odaklanarak izah ederken uygarlığın kazanımlarını bir sapma olarak görmediğini de ifade etmektedir: “İnsanlığın doğal hareketliliğinin bisiklet öncesi devirlere mahkûm edilmesini istemek skandal olur” (Illich, 1992: 73). Illich'e göre “Aşırı kalabalık dünyada devedikeni yiyen eşekler ve develer dışındaki hayvanlar yiyecek için insanlarla vahşice yarışmak zorundadır” (Illich, 1992: 23). Oysa Türkler atlara insanların yiyemeyeceği otları yedirir ve takviye olarak az miktar arpa verirlerdi.

Illich, “Sınaî üretim biçiminin diğer özerk üretim biçimlerini tamamladığı sanayi sonrası etkinlik dünyasına yer vardır. Diğer değişle, teknolojik olgunluğa ulaşılan bir dünya için yer vardır” (Illich, 1992: 73) şeklinde görüşüyle modern teknolojiye değil modern teknolojinin “hız kapitalizmi”ne karşı çıkmaktadır.

Bu nedenle bütün insanlık için bir enerji eşiği öngörerek bisiklet hızını (saatte 15 mil) temel değer olarak önerir. Buna göre insanlık kendi metabolik gücüyle hareket etmekte eşitlenmelidir. Çünkü yürümek ve bisiklet, bütün insanlar için eşit bir hızla hareket etmeyi mümkün kılmaktadır. “Daha fazla ivmenin ne eşitliği ne de özgürlüğü sınırlandırmadığı bir dünya kurulmalıdır” (Illich, 1992: 74).

Bütün tefekkür zemini Batı merkezli olan Illich, “ekipman yetersizliği” kavramlaştırmasıyla Batı dışı ülkeleri atları hatırlayamayacakları bir “teknolojik olgunluk devleti” kurmaya çağırır: “Eğer bir ülke her vatandaşını bir bisikletle veya (…) herkesi beş vitesli bir nakliye aracıyla donatamıyorsa, o ülke ekipman bakımından yetersiz olarak sınıflandırılabilir. Bisiklet için güzel yollar yapamıyorsa veya yolculuk etmek isteyenleri kamuya ait motorlu taşıtlarla ücretsiz olarak taşıyamıyorsa, o ülke ekipman olarak yetersiz bir ülkedir (…) Ekipman yetersizliği, insanları ilkel tabiatlarına köle yapar ve özgürlüklerini sınırlar” (Illich, 1992: 73).

Türkler iyi yetiştirilmiş “kan terleyen atlar”la saatte 70 km. hıza ulaştılar, ekipman yetersizliğine kapılmadılar. Atın nal, özengi, gem gibi koşum takımlarının büyük bir endüstri olduğu unutulmaktadır. Bir milyon atın ayağındaki dört milyon nal, küresel teknoloji tasallutunu bozabilir. Bisiklet kapitalizmi yıkamaz. At, el-hayl, yani hayaldir:

“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı.”