26 May 2015

İZAHA MUHTAÇ İTTİFAKLARIN GENETİK KODLARI

2002'de başlayan AK Parti iktidarı, sıradan bir seçimin sonucu değildi. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı, dağdaki çobanla şehirdeki baronun bilgiye aynı anda ulaşabildiği bir sürecin de başladığı dönemdi.

AK Parti'yi iktidara taşıyan toplumsal desteğin arka planında ise, 2001 kriziyle alaşağı olan ekonomik düzen ve siyasal istikrarın tamirinden ziyade bu tür krizlere ve istikrarsızlıklara zemin oluşturan sistemin revize edilmesi yatıyordu.

AK Parti ve partinin Kurucu Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, sandıkta verilen bu mesajı doğru okudu.

Ulaştırma'da düne kadar hayal bile edilemeyecek yatırımları hayata geçirdi. En basidinden, hava yolculuğu ile ilgili özel şirketlerin hazırladığı reklamlarda bile kendini hissettiren "seçkincilik" anlayışını yıktı.

Her vatandaşın bu konforlu ulaşımı kullanabileceği bir ortam tesis etti.

Sağlıkta attığı adımlar, insane verilen önemi olmadığı kadar üst seviyelere taşıdı. Acil geldiği hastanede sedye üzerinde bankamatiğe götürülüp para çektirildikten sonra tedavi altına alınan vatandaştan, acil sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanan vatandaş konforunu teminat altına aldı.

Bireyi potansiyel suçlu gören hukuk normlarını yapısal yargı reformlarıyla ters yüz ederek, vatandaşın hak ve hukukunu devlete karşı koruyan bir yargı düzeni tesis etti.

Kalkınma ajansları eliyle yerelden genele bir kalkınma hamlesi başlatarak istihdam sorununda da önemli bir ivme kazandırdı.

Dünyayı ve Avrupa'yı kasıp kavuran ekonomik kriz dalgaları karşısında bunca yatırım ve hizmete karşın Türkiye ekonomi teğet geçecek kadar bile etkilenmedi.

AK Parti ve Erdoğan, bu icraatlarının karşılığı olarak da girdiği her seçimden oylarını arttırarak çıkan alternatifsiz bir adres haline geldi.

Her seçimde artan milli irade desteği, 93 yıllık sistemin de revizesinden öte değiştirilmesi gerektiği gibi bir baskıyı beraberinde getirdi.

Bu beklentiyi de doğru okuyan AK Parti ve Erdoğan, Başkanlık Sistemi teklifini attı ortaya. Bu söylemler eşliğinde girilen 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkın yüzde 52'si Erdoğan'dan yana tavır koyarak, Başkanlık Sisteminin teorik olarak olmasa da fiilen başlamasına evet dedi.

Ama buna rağmen 92 yıllık bir düzenin değişim süreci muhakkak sancılı olacaktı. Düzenin kuruluşu, dil, din, ırk ve kültürel farklılık gözetmeksizin omuz omuza verilen bir Kurtuluş mücadelesi sonrasında, bu mücadelenin kahramanlarından bazı kesimleri inancından ve etnik faklılığından dolayı dışlama ve ötekileştirme felsefesi üzerine oturtulmuşsa; bu sancının daha da şiddetli olması muhakkaktı.

AK Parti'nin 2002'de elde ettiği iktidarından bu yana karşılaştığı sıkıntılar ve bürokratik oligarşiden askeri vesayete -gücünü millten almayan- her oluşumun engellemeleri bu sancıyı tetikleyen unsurlardı.

AK Parti kendinden önceki hükümetlerle benzer bir çizgide kalmayı tercih edip, vesayetçi sistemin çizdiği sınırlar içerisinde hükümet etmeyi tercih etseydi, bu denli sancılı süreçlerle karşı karşıya kalmayacaktı.

Birey odaklı siyasetten sosyal politika argümanlarını ön plana çıkaran yürütme faaliyetlerine, birey hak ve özgürlüklerini genişletmeyi amaçlayan yasama çalışmalarından 'insanı yaşat ki devlet yaşasın' desturuna dayalı politik çizgiye hemen her alanda eski düzeni tasfiye eden bir anlayışın merkezi olan AK Parti, statüko ve koruyucuları için de her geçen gün tırmanan bir tehdit haline geldi.

Sadece iç politikada değil; dış politikada da itibar ve saygınlığı ön plana çıkaran zihniyet devrimini uluslararası ilişkilere de taşıyan AK Parti iktidarı, toplumun en fazla eziklik hissettiği bu alanda, muhattaplarının keyfini de fazlasıyla kaçırdı.

İşte keyfi kaçan o dış muhattaplarla sömürü düzeni al aşağı edilen iç mahfiller, 7 Haziran öncesinde mantık sınırlarını zorlayan ittifaktlar tesis etti. MHP ile HDP'yi bir araya getiren, CHP ile Fetullahçıları sarmaş dolaş eden, DHKP-C ile Fetullahçıları ortak eylem stratejisinde buluşturan temel felsefe, AK Parti ve Erdoğan'ın, keyiflerini fazlasıyla kaçıran hamlelerine dur demenin yansıması.

Milli irade elbette 93 yıllık sömürü düzeninin keyfini yerine getirecek bir irade ortaya koymayacaktır. Hele o keyfiyet milli iradeye yönelik zulümden besleniyorsa, o irade bu zulme sessiz kalmayacak tepkisiz durmayacaktır.