Kabil ile Habil

Ünlü filozof Emmanuel Levinas'a göre Kabil, kardeşi Habil'i yüzüne bakmadan öldürür. Çünkü yüz "sorumluluk" demektir. Yüzüne baksa onu öldüremeyecektir çünkü kardeşinin yüzü kardeşine karşı "sorumluluğunu" hatırlatacaktır ona.

Levinas der ki, "Allah Kabil'e kardeşinin nerede olduğunu sorar. Kabil Allah'a "ben kardeşimin bekçisi miyim?" diye cevap verir. Fakat Habil'in kanı yerden bağırır ve Allah bu sesi duyunca Kabil'i lanetler. Kabil'i yeryüzünü dolaşmaya mahkum eder. Kabil, Allah'a yalvarır ve diğer insanların kendisini öldüreceklerini söyler. Bunun üzerine Allah şöyle buyurur;

"Her kim Kabil'i öldürürse, intikam yedi kat fazlasıyla onun üzerine olsun.""

Ünlü filozof Emmanuel Levinas'ın bu mesele hakkındaki asıl yorumu şudur: "öfkeli Kabil'in kardeşini öldürdükten sonra Allah'a "ben kardeşimin bekçisi miyim?" diye sormasıyla her türlü ahlakdışılık başladı. Çünkü elbette ben kardeşimin bekçisiyim ve ahlaklı bir kişi olmak için özel bir sebep aramadığım sürece ahlaklı bir kişi olurum ve öyle kalırım çünkü kardeşimin iyiliği benim ne yaptığıma ve neyi yapmaktan geri durduğuma bağlıdır." Ben kardeşimden sorumluyum. Ben kardeşime yüz çeviremem.

Ahlak, siz isterseniz etik deyin, iktidarın panzehiridir. Antikler için politika ahlak da demekti ve ahlaktan bağımsız olamazdı. Machiavelli'den itibaren politika ahlakın değil, çıkarın yuvası olmuştur fakat bu ahlakın değerinin düştüğü anlamına gelmez, bilakis onu aranan, daha değerli kılan bir süreçtir bu yaşanan. Bugün gayri ahlaki politika, klasik anlamda politika değil, "ideoloji"dir.

Levinas haklıdır, kardeşimden sorumluyum! Modern dünya bin parçaya bölünmüş ideolojik angajmanların, gruplaşmaların, daha doğru bir deyişle de çıkar gruplarının dünyasıdır. "Allah'ın halkı" rafa kalkmış, "ideolojilerin halkları" onun yerini doldurmuştur. Kabil'ler Habil'leri parçalar, ezer geçer. Solun binbir parçaya bölünüşü, sağın parçalanışı, nihayetinde muhafazakarların, dindaşların birbirine düşmesi. Kardeşin kardeşe savaş açması, aynı Allah'a, aynı Peygamber'e, aynı dine ve aynı davaya inanırken fitnenin ateşiyle tutuşması, Kabil'in Allah'a fütursuz sorusunu ve Allah'ın ona cevabını hatırlatıyor. Kim galip gelirse Muzaffer mi olacak yoksa lanetlenecek mi?

Çok geçmedi, daha bir kaç gün önce Gerçek Hayat isimli dergide, resimleri de afişe edilerek, geçmişte söylediklleri şeyler gündeme getirilerek eleştirilen bir grup gazeteci gördük. Aynı cenahtan kardeşleri onları sayın Başbakan'ı korumak adına hedef alıyordu. İmzasız bir internet mektubunu yazmak, yayılmasını koordine etmekle suçlayarak üstelik. Kanıtları nedir bilmiyorum. Kanıt olsa ne yazar? Mesele mektubu kimin yazdığı değil, mektupta yazılanlardır. Hakiki tavır, kimin yazdığı konusunda spekülasyon yapmak ve yazarları varsayılan kişileri gecmişte söyledikleri şeylerle hedef almak değil, yazılan mektuptaki iddiaları tek tek "çürütmek" olurdu. Hakiki eleştiri budur. Bu linç kampanyasını düzenleyen arkadaşlara buradan sormak isterim: yarın başkanlık sistemine geçme meselesi önlerine geldiklerinde nasıl davranacaklar? Kardeşleriyle aynı safta mı onların karşısında mı olacaklar?

Mesele eleştiriyse diyeceğim yok. Eleştirmek eleştirilene yarar. Kendini geliştirmesini, kendini düzeltmesini sağlar. Ama eleştiri başka şey, eleştirilen kişinin muarızlarıyla kirli ittifaklara girip karşısında güç odağı oluşturmaya çalışmak, eleştiriyi müzakeresiz lince dönüştürmek başka şey. Sayın Erdoğan'ı eleştirmek adına kardeşlerini bırakıp fitnecilerle ittifaka girenler bilmelidirler ki, bu fitnenin ateşi gün gelir kendilerini de yakar. Üstelik sayın Davutoğlu açıklamalarında, "sayın Erdoğan'la aramıza kimse nifak sokamaz" derken aynı mahallede siz hala kavga çıkardığınızda, kardeşlerinizi lince kalkıştığınızda Kabil'in başına gelen muhtemelen sizin başınıza da gelecektir.