05 Mart 2024

Kadın cinayetleri yahut ontolojik ikiyüzlülük (2)

İnsanlık temelinde eşdeğer ya da eşit olan kadın-erkek ilişkilerindeki gerilimler ne yazık ki her zaman makuliyet ile sonuçlanmıyor. Güç unsuru kendisini ortaya çıkararak zihnini kendi meşru bahanelerine kaptıran taraf diğerini burada genelde kadınlar nesneleşiyor, susturmakla meseleyi maalesef cana kıyarak çözüyor. Ne yazık ki bu olaylarda ileri sürülen bahaneler toplum içinde medeni ve adil değer yargıları töresini yürütemediği için töre cinayeti diye adlandırılarak töreye/akla/insanlığa de gölge düşürülen facialar yaşanıyor.  Burada bir zihniyet problemi ve insanlık sorumluluğuna dair ontolojik bir boşluğun olduğu öncelikle görülmelidir. Bu facialar yaşandıktan sonra esasında çocuklar varsa bu çocukların geleceğinin de yok edildiği öncelikle göz önüne alınmalıdır. Baba katil anne ölü. Geride kalan akrabalar birbirine düşman olunca arkada eksik büyüyen ya da tamamen kaybedilen çocuklar bırakıldığının farkında mıyız? Senin anne şöyleymiş de ölmüş denilerek akran zorbalığına maruz kalan bir çocuğu hiç düşündük mü?

Bu cinayetler konusunda eğitimsizliği öne sürmek pek makul görünmüyor.  Daha önce temas ettiğimiz ontolojik iki yüzlülük ve bahaneler nedeniyle cinayetin işlenmesi noktasında eğitimsizlik pek öne çıkan bir sebep olmasa da cahillik yani konuya dair adil ve gerçekçi bir vicdan taşıma, sorumluluğun ortaklığı; yaratılışın kadın-erkek ayrımından önce insan olarak mesuliyet yüklediği farkındalığının birey ve toplumda yitirilmesi konuya daha derin bir vicdan, akıl ve bilgi alanından bakılması gerektiğini söz konusu kılıyor. Konu diploma değil hakikat bilgisinde ve farkındalığından mahrum olmak gibi görünüyor.

Bu cinayetlerde daha çok aldatma ve terk edilmeye dair bahaneler ve burada gücün baskın çıktığı tarafın dediğinin olması söz konusu oluyor. Toplum bu konuda erkeğe pozitif bir yanlış algı ile bakınca bu durum daha da karmaşık bir hal alıyor. Maddi zorluklar ve eziklik duygusunu tetikleyincede bu duygu ne yazık ki cinayet ile baskılanmaya çalışılıyor. Bunun kılıfı da aldatma, kıskançlık, çok seviyordumdu abi sendromu denen cinnet halleri oluyor. Toplumun yerleşik ve dekadans namus algısı taraflara cinsiyetçi bakınca ve erkeğin bu konuda üste alınması durumu namus gibi toplumun temeli bir değere dair bir istismar alanı açabiliyor. Erkeklik onuru bu durumlarda cinayeti gerektiriyor da tersi hallerde kadınlık onuru neyi emreder? Burada ontolojik öncelik insanı görmeyi gerektirirken taraflardan gücü yetenin diğerini perişan ettiği bir süreç ortaya çıkıyor. Yani zulüm söz konusudur. İkiyüzlülük burada bahaneler olarak ortaya çıkıyor ve ne yazık ki erkek tarafı için söz konusu olan hafifletici saikler kadın için söz konusu olmak bir yana tersine işleyebiliyor.

Burada sormamız gereken temel soru şudur; Namus cinayetine meşruluk? sağlayan namus konusunda ontolojik adalet mesela zinaya nasıl bakar? Toplumsal ve hukuki irade bu ölçüde hassas mıdır? Yahut toplum bu konuda adil ve vicdanlı olabilmekte midir? Evlilikteki namus anlayışı orantısızlığı taraflardan birine gelinlikle gidip kefenle çıkmayı söylerken diğer taraf bu konuda daha sorumsuz ve hoş görülür bir haldedir ve bu istismar edilerek namus maskesi altında ikiyüzlülüğe bahane üretilmekte midir? İşte burada kadın için dönülmez görülen yollar erkek için fazlasıyla sorunsuz olabiliyor. Nafaka meselesindeki tutarsız hal diğer yandan erkek için başka bir adil olmayan şartı doğurur gözükse de kadın cinayetlerine yol açan süreçte bu bakış açıları kanla namus temizlemeyi meşru kılıyor. Allah’ın bu konuda muradı nedir? Bir cana kıymak emri mi vardır. Yaşanan bir tasvip edilemez olayda kadın-erkek sorumluluğu aynı değil midir? Erkekler için zina şartları farklı mıdır? Burada kendimize toplum ve devlet olarak cinayet konusu olacak bir bahanenin neye kılıf olduğunu iyi anlamak ödevini yüklememiz gerekiyor. Burada evlenmiş ayrılmış erkek kavramı ile evlenmiş ayrılmış kadın konusunda Allah indinde bir fark var mıdır sorusuna toplum gerçeklerimiz hiç de öyle adil cevap veriyor gözükmüyor. Ayaklarının altına cennet serilmiş olan kadınlar orantısız bir ontolojik iki yüzlülüğün nesnesi haline gelmiş görünüyorlar. Kadın o bu şartlarda babasının evine döndüğünde ya da kendi hayatına çocukları olmadan ya da çok zor şartları kabullenerek dönmek durumunda kalıyor. Burada orantısız bir imge durumu söz konusudur. Aynı şartlardaki erkeğin namusu sonrasında kimseyi alakadar etmez iken kadınlar nedense özel bir baskı ve dayatma ve yaftalama ile kuşatılıyor. Çocuk doğuruyor olmak nimeti midir bu külfeti yükleten yoksa algılardaki kaygan zemin mi? Bu durumda hayat kadın için her türlü içinden çıkılmaz sıkıntıları maddi ve manevi olarak dayatmaya başlayabiliyor. Mevcut şartlarda genellikle kadına ya olumsuz vaziyetlere yol açan kocaya dayanmak ya başkasıyla malum ön yargıların gölgesinde ve mecburiyetinde olumsuz şartlar taşıyan başka bir evlilik ya da şartları olağan hayat rutinine uymayan işlere yönelmek gibi genellenemese de yaşanan durumlar söz konusu oluyor. Çocukları ile kalan kadınlar için asgari ücret şartlarında geçim, çocukların eğitimi ve sosyalleşerek sağlıklı bireyler olması konusunda da ciddi sıkıntılar oluşturabilmektedir. Burada maksat elbette ağlak bir kadıncılık yapmaktan ziyade insani ve çok boyutlu bir meselede olması muhtemeller üzerinden cinayet kavramının öncesindeki muhtemellere işaret etmek gayretidir. Feminist beklentilerin toplumdaki olumsuz algısı nedeniyle meselenin kadıncı bakış ile cinsiyetçi bir menfezden görülmesi ne yazık ki iki yüzlülüğün kendisini sakladığı en verimli mevzilerden birisi oluyor. Modernist ve yerleşik değer karşıtı söylemler samimi olsalar bile bu samimiyetsizliğin değirmenine su taşıdıklarının farkında mıdırlar?

            Hülasa bu meselede Tanrı’nın kendimizleştirilip keyfimize maske edilmesi ve bunun gelenek ve töre gibi sunulması ontolojik iki yüzlülük dediğimiz meselenin merkezinde yer alıyor. Kendimize samimi olabiliyor muyuz? Bir olay her zaman çok katmanlıdır ve kimi zaman kurban görünen aslında karşısındakini kurbanlaştırmış olan gerçek fail olabilir. Meseleye cinsiyetçi kafayla, ideolojik eski-yeni savrulamaları içerisinden, biz böyle gördük atamızdancılıklardan sıyrılarak bakmak gerekiyor. Kanunlar bu konuda ideal ve olması gerektiği şekilde hazırlandığı halde bile uygulayıcıların toplumdan gelen alt yapıları yahut baskılar süreci zehirleyerek olması gerekeni önleyebiliyor. Burada meseleye insan olmanın ortak birliği ve Allah’ın sorumluluğu kadın-erkek gözetmeden insanlar/inanlar çerçevesinde söz konusu kıldığı unutulmamalıdır. Namaz emri insanlaradır. Namusun korunması söz konusu ise burada tam bir eşitlik vardır. İnsanlık haklarını bu manada gözetmek ve ontolojik ikiyüzlülükten vazgeçmek kadın cinayetleri konusunda öncelikli dikkatimiz olmalıdır diye düşünüyoruz. Kimse sınanmadığı şartların masumu değildir. Kimsenin imtihanına ham gözlerle hüküm biçmemek gereklidir. Medeni bir toplum sorunları halının altına iterek değil hak ve adalet çerçevesinde çözebilen toplumdur. Bu bakımdan haklara cinsiyetçi yaklaşmak yerine ontolojik hikmet ve insan olmanın onuru çerçevesinden bakma alışkanlığını kazanarak meselelere baktığımızda bir cinayeti nasılsa öyle değerlendirmeye başlamamız mümkün olabilecektir. Konuyu modernist kalıplara dayayıp gelenekçi olduğu düşünülen dünya ve değerlere bağlayarak çözmeye çalışmak ne yazık ki sadece gerilimi arttırmakta cinayetler zihniyet dünyası dönüşmediği için devam etmekte ve bir sürü çocuk sorumlu olmadıkları bir durumun kurbanı olmaya devam etmedirler. Değilse dünyanın en ideal kanun, yönetmelik, bürokrasi ve bakanlıklarını kursanız insan unsuru arızalı ise bir şeyleri olması gerektiğinde yani hikmetle düşünmek ve çözmek son derece zor olacaktır. İnancımız, töremiz, modernlik anlayışımız, cinsiyet kavrayışımız her nerede olana mesafelenmiş, iki yüzlü ve keyfimize göre bakıyorsak oraları düzeltmeye samimiyetle çalışmak çözüme giden doğru olda olduğumuzu gösterecektir.

Not: Bu konudaki iki yazının oluşmasında fikirdaşlık eden Arzu Buse Eraslan hanımefendiye müteşekkirim.

Vesselam