Kadın cinayetleri yahut ontolojik Kendöz ikiyüzlülüğü (1)
Kadın ve erkeği eşleyen şey
onların kendi yapılarına dair özelliklerinin yarışmasından değil insan olmak
üst kimliğinden kaynaklıdır.
Toplum şüphesiz ontolojik
varoluşun kaynağı Tanrı’nın bildirdiği üzere insan olmak müşterekinde kadın ve
erkek birliğinden oluşur. Burada mahiyet olarak insan olmak birliği söz
konusudur. İşte bu birlik bize varlıkta toplumun iç ahenk gibi sağlayan
unsurlar üzerinden ortak bir sorumluluk alanını da oluşturur. Bu bakımdan
toplumun değer dünyasında etkili kavram çatısını doğru-iyi-güzel üzerinden
oluştuğunu düşünecek olursak meseleye buradan bakmak doğru olur. Bu değerler
açısından kadın-erkek müsavidir ve mesuliyet de eşittirler. Bu eşitlik konusu
nedense pazu gücüne bakarak konuşuluyor da kendiliğin ontolojik dünyasında
bakmak kimsenin aklına gelmiyor.
Ontolojik/varlık
zemin doğru-iyi-güzel açısından insan olmak bakımından herkes için genel geçer
değerler kurar. Bunlar insanlık müştereği olabileceği gibi bir kültürün kendi
çatısı içerisinde de oluşabilir. Bu bakımdan kadın-erkek ayrımı öncesi insan
olmak hakikati noktasında burada kimsenin kimseden farkı yoktur. Toplumların
köklere ya da ontolojik zemine yabancılaşmaları ontolojik iki yüzlülük
diyebileceğimiz bir duruma yol açabilmektedir. Burada hak kavramı kendi otantik
içeriğini kaybederek mefhumlar da iki yüzlü bir okumaya tabi tutulurlar. Devreye
en basit ve yozlaşmış tabirle güç girer. Yani denge bozulur ve işin içine amalı gerekçelerle
toplumun değerleri görüntüsü altında yozlaşmış bir takım bahaneler sokulur. Bu
durumda artık adalet ilkesi ihlal edilir ve üstün olan kendini dayatır. Bu
dayatma toplum normu ve kanun hükmü gibi hallerde de kendisine yer ve meşru
zemin bulunca medeniyetçi bir toplumun bütün iç yapısı bozulur. Ataların dini
ve kültürü burada evreye girerek hakikati örtebilir.
Bu
süreçte akl-ı selimin kavramı olan doğru artık mefhum iki yüzlülüğü
sebebiyle kendinde beklenen medeni işlevi göremez hale gelir. Toplumu yani
medeniyeti oluşturan unsurlardan birisi kendi kök ya da ontolojik zemininden
uzaklaşmış ve kendince doğruları gerçeğin yerine ikame etmiştir. Burada
kadın-erkek ilişkilerinden denge artık adalet ve muhabbet ilkesi yerine güç ve
keyif ilkesine bırakır. Allah’ın insanlar için dilediği düşünülen eşdeğerlilik,
hak ve sorumluluklarda cinsiyetsiz eşitlik ve mesuliyet meselesi ortadan
kalkar. Mevcut durumda hangi taraf için ağır basan bir güç skalası varsa orada
bir afazi yaşanarak hakikatin izleri silikleşir. Toplum kültürü Farabî’nin
bahsettiği cahil şehirler hükmünce işlerken, insan olma sorumluluğu Kutadgu
Bilig’de geçen insanlık değerleri yıpratılır. Ahlaki değerlerde de bu manada
müşterek sorumluluk ikircikli ve ikiyüzlü bir takım yaklaşımlarla kendisini
göstermeye çalışır. Ahlak insan içindir. Akl-ı selim bu manada bir cinsiyet
için işlemez. Toplum kendi bütünlüğü içerisinde doğrularını çalıştırır. Adalet
temel olarak ayırt etmeden işler. Yani bir eylemi erkek işleyince başka kadın
işleyince başka mesuliyet doğmaz, doğmamalıdır. Lakin medeniyet değerleri zedelenmiş
yapılarda doğruların işlemesinde yanlış karşısında erkeğe özellikle mahremiyet
alanında daha üstten ve anlayışlı bir bakış ile değerlendirme var iken kadınlar
söz konusu olduğunda Allah’ın aynı mesuliyeti yüklediği bir işte iki yüzlülük
yapılarak konu safsataya sürüklenir. Burada hakikatin örtülüp cahil şehrin
kurallarının işlemeye başladığı görülür. Burada namus kavramı gibi temel
konularda da ikircikli tarifler ortaya çıkar. Müşterek sorumluluk, insan
olmaktan kaynaklanan birlik ve Allah’ın bu konudaki muradı asla öne çıkamaz.
Kalb-i
selimi anlatan iyi için de aynı şey söz konusudur. Yaratılış iyi
konusunda insan olarak kimseye üstünlük tanımamıştır. İnanç esasen üstünlük
kavramını Tanrı’ya olan nispetlenme ve bu konudaki dikkate işaret eder. Takva
bu manadaki ölçüdür. Bunun toplum içinde müşterek bir zemini vardır. Esasen
bahsettiğimiz bu üç kavramdaki değerler ne kadar toplum genelinde müşterek ise
o kadar ahenkli bir düzlem oluşur. Burada tek tipleştirilmekten bahsetmiyoruz.
Hayatın akışı içinde kendi değer dünyasında bütünleşmiş bir yapıya dikkat
çekmek istiyoruz. Cahil şehirler bu manada kutuplaşmalar üzerinden kendi
gettolarını kurarak oluşan varoşlaşmanın ve güç dengesizliğinin istismarı
üzerinden bir yapı oluştururken, medeni bir yapıda çelişkiler olabildiğince
azalır. Bu bakımdan insanların kalb-i selimi de ikiyüzlü çalışmaz ve kendi
içinde bir uyum, tutarlılık, insaf ve gerçekçilik taşır. Kadını meta haline
getiren bir kültürde iyi kavramı da yozlaşmaya başlar. Bu yozlaşma modernist
tavır ve gelenekçi tavırda farklı seyirler içinde gelişse de sonuçta insanlık
haysiyeti ber-heva olur. Benzer çelişki
ve samimiyetsizlikler burada da kendisini göstermeye başlar. Burada kadın kavramı metalaşarak herkes kendi
mefhumunca tarif ve de tahrif etmeye başlar. Namus kavramına dair mesuliyetler
de bu çerçevede istismara ve çarpıklığa uğramaya başlar.
Güzel
konusunda da yani zevk- selim için de benzer şeyler caridir. İnsanlar toplum
düzeni içinde kavramlarını ve mefhumlarını güç, sınıf vs üzerinden
kurduklarından değerler kullanılan birer malzemeye dönüşüyor. İnsanlar için
güzel alınır satılır bir şeye dönüşür. Bu manada istismar edilen en önemli şey
kadın bedeni olmaktadır. Güzel kavramı böylece yorumlanınca namus kavramı gibi
konularda erkek-kadının mesuliyet dengesi bozularak kadın bu manada erkekten
farklı bir alanda nesneleştirilir. Bunlar toplumun medeniyet ahenginin
sarsıldığını gösteren emarelerdir. Namus konusunda da aynı şeyler olacak ve
güzellik kavramı cahil bir içerikle kendisini gösterecektir. Cahilden kasıt
hakikatten bilgisiz, kaba, bencil ve kendine göre yontan manasında
anlaşılabilir.
Ülkemizde
kadın cinayetleri olarak başlıklandırılan ve burada bahsettiğimiz zeminde
oluştuğunu düşündüğümüz bir sorun söz konusudur. Burada esas meselenin insani
mesuliyet dengesinin bozulması olduğunu düşünüyoruz. Çalab’ın eş ve eş değer
gördüğü haklar ve sorumluluklar ne yazık ki zaman ve şartlar ile dengesini
yitirmiş görünüyor. Aynı çirkin eylemi yapan erkek taltif görürken! kadın
yanlış/çirkin yaftalanarak toplumun nezdinde masumiyet lekelenmektedir. Namus
cinayetleri denilen olayda da daha sonraki bir yazıda işaret edeceğimiz üzere
bu ontolojik iki yüzlülük kendisini bir gerekçe olarak göstermektedir. Hakikate
ikiyüzlü olduğumuz her yerde kendimize yabancılaşıyoruz. Hayatını kaybeden onca
kadın, arkada kalan çocuklar ve yıkılan hayatlar hep bu düzlemde bir sürecin
kurbanları oluyorlar. İnsan olmanın mesuliyet yüklediği bir konuda Allah
sorumluya kadın-erkek diye değil insan olarak bakıyor; eylemlerin sorumluluk ve
yaftalarının da aynı düzlem de olması gerekmez mi? Toplum bu konuda magazin
zeka düzeyinden çıkıp; popülerleştirerek kendisine yabancılaştığı bu konuya bir
bakmalı değil midir? Yitirilen canların 3. Sayfa ötesinde bir değeri olmalıdır.
Mesele ideolojik kavgaların ötesinde bir insan ve insanlık meseledir. Daha
önemlisi ontolojik benimize sadakat işidir. Psikoloji, sosyoloji, Bakanlık,
adliye vs hep sonuçlarla uğraşıyor sanki meseleyi kuran düşünce ve
alışkanlıklar zemini, normali tarif ediş mefhumlarımız değişmedikçe palyatif ve
geçici ah vahlar ne yazık ki hayatımıza bir katkı sunamayacak ve ideolojikleşen
sorun kutuplaşma malzemesi olarak hiç edilmeye devam edecektir. Birileri bazı
değerlere, yapılara vs saldıracak diğerleri onlara karşılık verecek her taraf
kendince kazanırken arada canlar yitmeye devam edecek…
Şimdi şapkamızı önümüze koyup
başımızı ellerimizin arasına alarak düşünelim. Namus cinayeti denen olgu
ile alakalı bunu gerçekleştiren bir erkek ile farzı muhal bir kadına bakışımız
aynı mı olur? Öldürülen kadın velev ki yanlış yapmış da olsa ona takılan yafta
ile diyelim ki bir kadın kendine bir şekilde yanlış yapan kocasını öldürse ona
takacağımız yafta aynı olur mu? Bu konuda samimi ve adil miyiz? Erkek öldürünce
namus temizlenir de kadın öldürse ki kimse kimseyi öldürmesin, kanla neyi
kirletir acaba? Ya bunun için adam mı öldürülür denmez mi? Tanrı erkek bedenine
bir ayrıcalık mı tanımıştır? Konunun içine ensest tabanlı, düşünmek bile
istemediğimiz, saiklerin örtülmesi uğruna namusun maske edilmesi girerse konu
daha da kahırlı bir almaz mı? Bu yazının amacı ne modernist ideolojik saplantı
ile insansız kadın savunusu ne de muhafazakâr çerçeveden basitçe konuyu izah
değildir. Ne de bir erkeğin sağduyulu görünerek alkış alma çabası. Taraflardan
birine arka çıkmak hiç değil; bu kördüğüm insanlık meselemize sağ duyu ile ve
öz çerçevesinden bakmak yazının gayesidir. Esasen mesele bir insanlık ve
medeniyet sorunudur. Bunu göremedikçe herkes kendi değirmenine su taşımaya
kadınlar(insan) da namus cinayeti bahanesiyle öldürülmeye devam edecektir. Meseleyi
müteakip yazılarda düşünmeye devam edeceğiz. Son olarak, Allah namus konusunda,
malum kerih eylem noktasında, kadın ve erkek diye sorumluluk da bir ayrım mı
yapmıştır; erkeğin elinin kiri diğerinin yani kadının elinin nesidir? Yahut bu
konuda cinayete dair ontolojik bir dayanağımız mı vardır? Hafıza her zaman
unutarak doğru-iyi ve güzele sırt dönüşümüzü telafi eder; Nietzsche’nin dediği gibi
kötü belleğin iyi tarafı, aynı şeylerden bir çok kez, ilk kez
gibi yararlanmaktır. Kendi
değerlerimizden hayatımıza ve insanlığa hediyeler üretmek gibi bir ülkümüz
varsa insan konusunda başlamak medeniyetçi milliyetçilik zaviyesinden önemlidir
diye düşünüyoruz. Akıbet
hayrolsun.
Vesselam