Kalp
Presleyip havasını boşalttıklarını, üst üste istifleyip muhafaza eder kalp.
Aklın avarelik ettiği zamanlarda dört bir yana savurduğu tecrübeleri toplayıp
her birine ayrı hücre seçer ve unutmaz.
Hatta aç bırakmaz onları; besler, havalandırır, izler, ders alır, anlamaya
çalışır.
Aklın seçtiklerini, analiz eder, uygular, atıklarını toplar, sonuçlarına
katlanır ve unutmaz.
Darbeleri de unutmaz kalp.
Köstekleri, ayrımcılığı, nefreti, savrulmuşluğu, bu savrulmuşlukla ödediği
bedelleri de ve bedellerin devamı sürgünleri de...
Sanılır ki akıl boykot ediyordur “ziyankârları”.
Tam aksidir aslında. Kalp vurur onları zincire; katlanamadıklarını ifşa,
yitirdiklerini dert eder.
Uzunca bir listeyi iyi ve kötü meziyetlerine göre sınıflandırarak üzerinde
taşımak ne zincirlenmiş dimağa iyi gelir ne de kalbe. Hıncın ve öfkenin giydirdiği
kostüm, üzerinde eğreti durur. Hatta taşıyamayacağı kadar ağırdır bazen. Düşer
o zaman.
Tek incinenlerin, incindiklerini anlatanlar olduklarını sanırız.
Susarsa yorgunluktan ve müdanasızlıktan susar kalp. Hep kendine bir yol
arar, bazen kendi yolunu bulmak için bile başka bir yola ihtiyaç duyar. Hep bir
gitme hâlindedir, gitmelerle meşguldür. Bu yüzden gitmek değildir sürgünü, kalmaktır,
kalmaya mecbur olmaktır.
Yakın tarih yazıcıları, sürgünzedelerin yaşam öykülerini efsaneleştiriyor.
Düzen karşıtı, devrim taraftarı, inancı uğruna adanmışlığı ile bilinen ve artık
yaşamayan kim varsa hepsi birer ulaşılmaz efsaneye dönüşüyor. Özeniliyor her
birinin dimdik duruşuna, adanmışlığına.
İnanç uğruna gerçekleşen her sürgün bugünün azalan gayelerinin yerine yeni
bir hedef olarak sunuluyor. Katlanılmaz
olan her şeyi katlanılır yapanın hediyesi.
Ama kalbin derdi bu mudur aslında? İçten olmasaydı sürgün neydi onun için?
Bir hiçti. Kimin umurundaydı efsane olmak, ne kadar cesur olduğunu anlatmak?
Haddini aşıyor tartışmalar. Bilincine erişmeden efsaneleri kurcalayanlar,
kalpleri kırıyorlar böylelikle.
Kendi haline tutumların ortasına kötü tohumlar bırakıyorlar. Zıvanadan
çıkarttıklarının kontrolsüzlüğüne bakıp eğleniyorlar. Konuşturabildiklerini
malzeme ediyorlar ele güne. Sürgün ettiklerinden nefret ediyorlar, hak edilmiş
bir başarıyı hazmedemiyorlar.
Kalp ise inanmışlığına hizmetinden kör kurşuna kurban gidiyor.
Öldürüyorlar kalpleri konuştukça.
En sonlarda derme çatma olanlarını bıraktıkları köprülerin iplerini
kesiyorlar böylelikle.
Kalpleri işe yaramadığından akıllarının açtığı savaşla kırdırıyorlar her
birini.
İnanç gereklidir. İnanmayan da inanmadığına inanıyordur.
İnanç mecburidir; her neye inanıyorsanız inanın. Kendine ve dünyaya
saygının ve bir duruşun ifadesidir inanç.
İnancını yaşayanlar ve emirlerine itaat edenlere saygısızlıktır, her türlü
yergi ve dışlama. Ne olduğu konusunda fikir sahibi olmayan her ağız ezberini
söylüyor ve yazıyor. Birkaç kişiye teslim edilemeyecek bir millet hakkında
infazları gerçekleştiriyorlar. Olmayanı oldu, yıkmayana yıktı, yapmayana yaptı
diyorlar.
Artık bu saatten sonra alacakları her tepkinin kastı, inancını çekip
kopartmaya uğraşanlaradır. Çirkinleşebilirliği, duyarsızlığı, acımasızlığı
ondan sonra başlayacaktır. Oysaki hiç kimsenin kimseyi çirkinleştirmeye,
duyarsızlaştırmaya, acımasız olmak için zorlamaya hakkı yoktur.
Kimsenin kalbi boş değil.
Onun içinde her ne varsa, aşka, adanmışlığa dair, herkesin kendisine ait
öyküsü olacaktır.
Kimselerin ulaşamayacağı, bulamayacağı, değmesini istemeyeceği tek yerdir
orası.
Meydana gelen herhangi bir saldırıya karşı koyma güdüsü geliştirir ve akıl
buna izin verir.
Kimse kimsenin kalbine hüküm veremez. Veremeyeceği, bir zamanlar yok ettiklerini
bugün hasretle ananların ikiyüzlülüğünden anlaşılıyor.
Dünya artık şekli umursama lüksü olmayacağı bir yöne doğru sürüklenirken,
kendine bunu dert etmiş büyük adamları ve yaranmak için taraf değiştiren küçük
adamları geçen yüzyıldan selamlarım.
Bu yüzyılda herkese yer var. Kalpler genişledikçe daha da çok yer olacak. İsterim ki küstürdükleri kalplerden yer istesinler.