05 Şubat 2016

Kanlı yöntemler soylu sonuçlarla telafi edilemez!

Ünlü Alman filozof G. W. F. Hegel, Fransız'ların Alman'ları bozguna uğrattığı Jena Savaşı'ndan bir gün önce, 13 Ekim 1806'da Fransız imparator Napolyon hakkında şöyle yazıyordu: "imparatoru gördüm - bu dünyanın ruhu (Weltgeist) keşif için at sırtında şehir dışına doğru gidiyordu. Burada, tek bir noktada yoğunlaşmış, at sırtındaki bir bireyin, dünyaya uzanıp ona egemen olmasını görmek gerçekten de harika bir duygu."

Hegel'den yaklaşık otuz ay önce aynı Napolyon'la bir tiyatroda karşılaşan ve onu izleyen bir başka filozof Schopenhauer da Napolyon'u sıra dışı kabul ederek dünyanın nihai amacı ile ilişkilendirir fakat bir farkla. Hegel, tarihi amacına ilerleten ata binmiş ruh olarak gördüğü Napolyon'un tarihte aynı zamanda bir katliam tezgâhından da geçtiğinin farkındaydı ancak nihai amaç bu katliamlardan daha önemli ve mutlaktı. Bu yüzden Hegel, Napolyon gibilerinin, "diğer büyük, hatta kutsal çıkarlara duyarsız kalabileceğini ve sonuçta bu onları ahlaki kınamaya mahkûm eden bir davranıştır diye düşünür. Hegel'e göre "böylesine büyük bir kişilik pek çok masum çiçeği ezmek, yoluna çıkan pek çok şeyi parçalarına ayırmak zorundadır."

Schopenhauer ise Napolyon'a Hegel gibi hayranlık duysa dahi Hegel gibi düşünmez ve Napolyon'u tarihin Büyük İskender,Sezar gibi kişilikleriyle karşılaştırarak onlar gibi olduğunu, yani kutsallığı olan değil, tarihsel bir kişilik olduğunu, aslında onların yazdığı destanı başka kelimelerle o gün için yazdığını düşünür. Schopenhauer, dünya böyle büyük tarihsel şahsiyetler tarafından düzeltilse bile, olup bitenlerin geri alınamayacağını, ezilmiş çiçeklerin yarattığı iç karartıcı duyguları ve üzüntüyü sonuna kadar hissedeceğimizi söyler. Schopenhauer'in vardığı netice şudur: "Kanlı yöntemler, soylu sonuçlarla telafi edilemez."

Schopenhauer, filozof kimliğiyle, amaca giden yolda katliam ve cinayet dahil her tür aracı meşrulaştıran siyasete karşı çıkarken aslında yalnızca Napolyon gibi tarihe iz bırakmış liderler için değil, bugün kitlesinin sözde kurtuluşuna kendisini adamış ve bunun için her tür cinayeti gözünü kırpmadan işleyen bütün liderler için konuştuğunu varsayabiliriz.

Bugün Cizre, Sur, Silopi gibi bölgelerde müstakbel Kürt devletini tarihlerinin en büyük gayesi haline getirdikleri için hendekler kazanlar ve onların destekçisi siyasi uzantıları, bu nihai hedeflerine ulaşsalar bile barikatlarda can veren Kürt gençlerinin hesabını veremeyecekler. Sonuçta çiçekler ezilmiştir. Kürt anne ve babaların acısını hiçbir şekilde gideremeyecekler ve gün gelecek burda ya da ötede bu canların hesabı sorulacaktır. Kurulan o soylu öz yönetim kanın üstüne kurulmuş olacak ve o kanlı geçmiş hiçbir şekilde peşlerini bırakmayacaktır. Çünkü Schopenhauer'in derin içgörüsüyle söylediği gibi "kanlı yöntemler soylu sonuçlarla telafi edilemez."

Amaçlarımız meşru ve ahlaki olabilir ancak amacınıza ulaşmak için kullandığınız yol ve yöntemler meşru ve ahlaki değilse amacınızı hiçbir şekilde haklı çıkartamazsınız. Meşru ve ahlaki olan yöntem bir amaç için cinayet işlemek değil, hukuki sınırlar içerisinde siyaset yapmaktır. Bununla birlikte insan Kürt liderleri meşruiyetlerinin kendi halkları nezdinde ne kadar zayıf olduğunun farkında ve kullandıkları bu tek şiddet yöntemini nihai amaç haline getirdiler diye -olayların bu son geldiği noktada - düşünmeden yapamıyor. Ve ısrarla sürdürdükleri Hendek siyasetlerinde üstlendikleri tek bir etik sorumluluk yok.

Politik alanı etik alandan, moraliteden ayırmak politik bir davanın sorumluluğunu üzerine almamak demektir. Etiksiz politika, politika değil, ideolojidir. Hendeklerde ölenlerin sorumluluğunu almayan bir siyasi parti politik değil, ideolojik davranmaktadır. Klasik politikanın sonunu ilan eden ve modern politikanın kurucusu olan Machiavelli dahi amaca giden her yolu meşru görmez. Prensin tebâsının çıkarlarını korumak için attığı yasaya aykırı kimi adımların "ahlaki" olduğunu asla iddia etmez. Halbuki bugün Kürt davasında amaca giden her yol meşru sayılıyor, hatta bağımsızlık, özyönetim ya da özerklik için ölmek ve öldürmek kutsal, ahlaki, yüce bir davranış şekli olarak kabul ediliyor. Kürt siyasetçileri taleplerini meşru politika çerçevesinde dile getirmediği ve hukuki sınırlar içinde kalmadığı sürece ölümler bitmeyecek, Schopenhauer'in söylediği gibi çiçekler ezilmeye devam edecek ve kimse huzur bulamayacaktır.