Kapatma Davasının 13. Yılı Münasebetiyle
AK PARTİ’YE BÜYÜK YARGI KUŞATMASI ve KAPATMA TEZGAHI (1)
22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri
Anayasa
Mahkemesi’nin ‘CHP’nin 367 oy çoğunluğu gerçekleşmedi’ şeklindeki başvurusunu
kabul etmesi üzerine AK Parti Hükümeti 22 Temmuz tarihinde erken genel
seçimlere gideceğini açıklamıştı.
İşte
bu atmosferde gerçekleşen 22 Temmuz seçimlerinde AK Parti yapılan baskılar
üzerinden söylem geliştiren bir seçim çalışması yaptı. Halk, yapılan baskılara
büyük tepkisini seçim sandığında göstermişti. AK Parti’nin yüzde 47 ile
birinci, CHP’nin yüzde 20 ile ikinci, MHP’nin yüzde 14 ile üçüncü parti olduğu
seçimlerde çok iddialı olan SP sadece yüzde 2 oy alabilmişti.
AK
Parti, seçime katılan diğer bütün partilerin oyu kadar tek başına oy almıştı. Prof.
Dr. Nilüfer Göle’ye göre halk otoriterleşmeyi değil, demokratikleşmeyi tercih
etmişti. Bir kısım aydın bu yüzden 22 Temmuz seçimlerini ‘Halkın muhtırası’
olarak nitelemişti
Dayatılan 367 formülünün işlemesi için Meclis’e
girmeyen DYP ve Anavatan, 22 Temmuz 2007 seçimleriyle sandığa ve tarihe
gömüldü. Bu seçimlerde ittifaklar da dikkat çekmiş gazeteci Tuncay Özkan’ın
kanalı Kanal Türk, Saadet Partisi’nin bütün mitinglerini canlı olarak verirken,
Özkan, Erbakan’ı kendi programına konuk olarak almıştı.
28 Ağustos 2007 günü Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi. Abdullah Gül’ün TBMM’deki yemin
törenine CHP, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları katılmadı, yani boykot
etti. Gül yemin ettikten sonra Çankaya’ya doğru yola çıktı. YÖK Başkam Erdoğan Teziç
daha sonra ortaya çıkan ses kayıtlarında “Hadi bakalım, sıkıysa birini
Meclis’te yemin ettirip arabaya bindirin ve Çankaya’ya doğru yola çıkarın.
Yolda kaza olur, elektrikler kesilir. Neler olur neler.” Demişti.
Oysa Sezer, o makamda tam üç ay 12 gün fazladan oturmuştu. 16 Mayıs’ta
süresi dolduğu için çekilip, görevi vekâleten TBMM Başkanı’na devretmesi
gerekirken bunu yapmamıştı. Halbuki daha önce benzer durumlarda anayasa gereği
hep Meclis başkanları vekâlet etmişti.
O günlerde bazı generaller için
başörtüsü takıntısı, ülkenin tüm sorunlarının üstünde görünüyordu. Nitekim,
dönemin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç,
ilk görüşmesinde, Abdullah Gül’den akıl almaz bir talepte bulunuyordu: “Eşiniz
başını açsa ne iyi olur. Öyle bir şey yapsa sizin heykelinizi dikeriz.” Bir
Orgeneral, bir ülkenin başbakanına eşinin nasıl giyinmesi gerektiğini
söyleyebiliyordu (Sever,2015:37).
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da bir başka skandala
imza atmıştı. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Prof. Dr. Erman
Tuncer bu manidar olayı şöyle anlatır: Maslak'taki TİM açılışına İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı adına eşimle birlikte katılmıştım. Protokol gereği
Sayın Başbuğ ve eşi ile yan yana oturmamız gerekiyordu. Sezen Aksu sahne
almadan az önce İlker Paşa ve eşi salona teşrif ettiler. Ancak kendileri eşimin
başörtüsünden dolayı bizimle birlikte oturmak istemediklerini bildirdiler.
Bunun üzerine salondan kovulduk. Paşanın eşinin söylenmesini hayatım boyunca
unutamayacağım(Tuncer,2010).
İki gün süren Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında
Başbakan Erdoğan generallere özetle şöyle demişti: “Vergilerle kurulmuş ve
sağlık hizmeti veren bir müessesede hasta ziyaretinin başörtüsü gerekçesiyle
engellenmesini bir Başbakan olarak kabul edemem.” Yaşar Büyükanıt “Askeri
hastanelerde kural böyle, görevliler kuralı uygulamışlardır.” şeklinde cevap
verince Başbakan, “Kaldırın o zaman o kuralı” diye başlayıp “okkalı” bir
konuşma yapmıştı"(Star,2010).
Yargının Nöbeti Generallerden Devralması
2008 yılı Türkiye için hızlı başlamış
generallerden sonra bu kez darbe
nöbetini sivil darbe odakları devralmıştı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan,
5 Şubat 2008 günü Darbeciler tarafından iktidardan devrilerek idam edilen
Menderes’ten bahsederek siyasi iktidarı şu sözlerle tehdit etmişti o günlerde:
Çoğunluğu aldılar. Ancak bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün
değil (Saylan,2008).
İstanbul Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesi, Başbakan
Erdoğan’ı ‘3 kuruş’ tazminata mahkûm etmişti. Maddi değeri olmayan bu sembolik
davanın manevi anlamı büyüktü. Ardından Danıştay, hükümetin doğuda doktor
açığını kapatmak için çıkardığı zorunlu görevlendirmeye ilişkin genelgenin
yürütmesini durdurmuştu.
11 Mart 2008 tarihinde Danıştay bu kez başörtüsüne
özgürlük yasasına müdahil oldu. Danıştay 8. Dairesi, meslek lisesinde okuyan ve
mezun olanların açık öğretim liselerine geçmesine imkân sağlayan Millî Eğitim
Bakanlığı Yönetmeliği’nin yürütmesini durdurdu. Danıştay, üniversitelerde
eğitim özgürlüğü getiren Anayasanın 10 ve 42. maddelerinde yapılan anayasa
değişikliği sonrası verdiği kararla tartışmaların odağına yeniden yerleşti.
Danıştay Başkanlar Kurulu’nun, üniversitelerde kıyafet yasağının
kaldırılmasının cumhuriyetin kazanımlarına aykırı olacağını savunmasından kısa
süre sonra bu kararı almıştı
Prof. Dr.
Türkan Saylan’ın açıklamasının ardından beklenen gelişme de olmuş, derin devlet
odakları Ak Parti’yi ortadan kaldırmak üzere harekete geçmişlerdi. Saylan’ın
‘komşuda pişirilen aştan’ haberdar olduğu da böylece anlaşılmış oluyordu.
Ak Partiye
Kapatma Davası (14 Mart
2008)
2008’in
14 Mart günü ise Türkiye bu kez bir başka bomba haber ile sarsıldı. Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, iktidarda bulunan AK Parti’nin
kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Seçimlerden yine AK Parti zaferle çıkınca da bu kez
geriye son çare kalmıştı: Parti kapatmak.
Böyle bir kara senaryonun mevcudiyetini Vatan
gazetesinde Okay Gönensin deşifre etmişti. Plan şuydu: Önce Anayasa Mahkemesi,
hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu için, anayasa değişikliğini durduracak, ardından
Yargıtay Başsavcısı, AK Parti'nin anayasayı ihlâl ettiği iddiasıyla dava
açacaktı. Derin tezgahın bir başka
parçası Anayasa Mahkemesi idi: Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı AK Parti’ye
açılan kapatma davasından 10 gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmüştü.
Bu gizli görüşme basına sızdığında önce inkâr edilir,
sonra da Kuzey Irak operasyonuyla ilgili bir tebrik ziyareti olduğu açıklanarak
geçiştirilir.
Wikileaks raporlarında Amerikalı diplomatlar tuhaf
buldukları bu buluşmayı “Türkiye’nin popüler tartışma konusu ‘derin devlet’in istisnai göstergelerinden
biri” diye not alırlar. “Askeriye, yargı ve bürokrasinin unsurları dâhil
Türkiye’nin seçilmemiş elitleri arasındaki gizli ittifakların delili ortaya
çıktı. Şimdi ise bir Anayasa Mahkemesi Hâkimi ile yakında Genelkurmay Başkanı
olacak kişi arasındaki görüşme, derin devletin sadece bir efsane olmadığının
işaretiydi.
(Devam edecek)