17 Mart 2021

​Kapatma Davasının 13. Yılı Münasebetiyle

AK PARTİ’YE BÜYÜK YARGI KUŞATMASI ve KAPATMA TEZGAHI (1)

 

22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri

Anayasa Mahkemesi’nin ‘CHP’nin 367 oy çoğunluğu gerçekleşmedi’ şeklindeki başvurusunu kabul etmesi üzerine AK Parti Hükümeti 22 Temmuz tarihinde erken genel seçimlere gideceğini açıklamıştı.

İşte bu atmosferde gerçekleşen 22 Temmuz seçimlerinde AK Parti yapılan baskılar üzerinden söylem geliştiren bir seçim çalışması yaptı. Halk, yapılan baskılara büyük tepkisini seçim sandığında göstermişti. AK Parti’nin yüzde 47 ile birinci, CHP’nin yüzde 20 ile ikinci, MHP’nin yüzde 14 ile üçüncü parti olduğu seçimlerde çok iddialı olan SP sadece yüzde 2 oy alabilmişti.

AK Parti, seçime katılan diğer bütün partilerin oyu kadar tek başına oy almıştı. Prof. Dr. Nilüfer Göle’ye göre halk otoriterleşmeyi değil, demokratikleşmeyi tercih etmişti. Bir kısım aydın bu yüzden 22 Temmuz seçimlerini ‘Halkın muhtırası’ olarak nitelemişti

Dayatılan 367 formülünün işlemesi için Meclis’e girmeyen DYP ve Anavatan, 22 Temmuz 2007 seçimleriyle sandığa ve tarihe gömüldü. Bu seçimlerde ittifaklar da dikkat çekmiş gazeteci Tuncay Özkan’ın kanalı Kanal Türk, Saadet Partisi’nin bütün mitinglerini canlı olarak verirken, Özkan, Erbakan’ı kendi programına konuk olarak almıştı.

28 Ağustos 2007 günü Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi. Abdullah Gül’ün TBMM’deki yemin törenine CHP, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları katılmadı, yani boykot etti. Gül yemin ettikten sonra Çankaya’ya doğru yola çıktı. YÖK Başkam Erdoğan Teziç daha sonra ortaya çıkan ses kayıtlarında “Hadi bakalım, sıkıysa birini Meclis’te yemin ettirip arabaya bindirin ve Çankaya’ya doğru yola çıkarın. Yolda kaza olur, elektrikler kesilir. Neler olur neler.” Demişti.

Oysa Sezer, o makamda tam üç ay 12 gün fazladan oturmuştu. 16 Mayıs’ta süresi dolduğu için çekilip, görevi vekâleten TBMM Başkanı’na devretmesi gerekirken bunu yapmamıştı. Halbuki daha önce benzer durumlarda anayasa gereği hep Meclis başkanları vekâlet etmişti.

O günlerde bazı generaller için başörtüsü takıntısı, ülkenin tüm sorunlarının üstünde görünüyordu. Nitekim, dönemin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, ilk görüşmesinde, Abdullah Gül’den akıl almaz bir talepte bulunuyordu: “Eşiniz başını açsa ne iyi olur. Öyle bir şey yapsa sizin heykelinizi dikeriz.” Bir Orgeneral, bir ülkenin başbakanına eşinin nasıl giyinmesi gerektiğini söyleyebiliyordu (Sever,2015:37). 

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da bir başka skandala imza atmıştı. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Prof. Dr. Erman Tuncer bu manidar olayı şöyle anlatır: Maslak'taki TİM açılışına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adına eşimle birlikte katılmıştım. Protokol gereği Sayın Başbuğ ve eşi ile yan yana oturmamız gerekiyordu. Sezen Aksu sahne almadan az önce İlker Paşa ve eşi salona teşrif ettiler. Ancak kendileri eşimin başörtüsünden dolayı bizimle birlikte oturmak istemediklerini bildirdiler. Bunun üzerine salondan kovulduk. Paşanın eşinin söylenmesini hayatım boyunca unutamayacağım(Tuncer,2010).

İki gün süren Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında Başbakan Erdoğan generallere özetle şöyle demişti: “Vergilerle kurulmuş ve sağlık hizmeti veren bir müessesede hasta ziyaretinin başörtüsü gerekçesiyle engellenmesini bir Başbakan olarak kabul edemem.” Yaşar Büyükanıt “Askeri hastanelerde kural böyle, görevliler kuralı uygulamışlardır.” şeklinde cevap verince Başbakan, “Kaldırın o zaman o kuralı” diye başlayıp “okkalı” bir konuşma yapmıştı"(Star,2010).

 

Yargının Nöbeti Generallerden Devralması

2008 yılı Türkiye için hızlı başlamış generallerden sonra bu kez  darbe nöbetini sivil darbe odakları devralmıştı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, 5 Şubat 2008 günü Darbeciler tarafından iktidardan devrilerek idam edilen Menderes’ten bahsederek siyasi iktidarı şu sözlerle tehdit etmişti o günlerde: Çoğunluğu aldılar. Ancak bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil (Saylan,2008).

İstanbul Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesi, Başbakan Erdoğan’ı ‘3 kuruş’ tazminata mahkûm etmişti. Maddi değeri olmayan bu sembolik davanın manevi anlamı büyüktü. Ardından Danıştay, hükümetin doğuda doktor açığını kapatmak için çıkardığı zorunlu görevlendirmeye ilişkin genelgenin yürütmesini durdurmuştu.

11 Mart 2008 tarihinde Danıştay bu kez başörtüsüne özgürlük yasasına müdahil oldu. Danıştay 8. Dairesi, meslek lisesinde okuyan ve mezun olanların açık öğretim liselerine geçmesine imkân sağlayan Millî Eğitim Bakanlığı Yönetmeliği’nin yürütmesini durdurdu. Danıştay, üniversitelerde eğitim özgürlüğü getiren Anayasanın 10 ve 42. maddelerinde yapılan anayasa değişikliği sonrası verdiği kararla tartışmaların odağına yeniden yerleşti. Danıştay Başkanlar Kurulu’nun, üniversitelerde kıyafet yasağının kaldırılmasının cumhuriyetin kazanımlarına aykırı olacağını savunmasından kısa süre sonra  bu kararı almıştı

Prof. Dr. Türkan Saylan’ın açıklamasının ardından beklenen gelişme de olmuş, derin devlet odakları Ak Parti’yi ortadan kaldırmak üzere harekete geçmişlerdi. Saylan’ın ‘komşuda pişirilen aştan’ haberdar olduğu da böylece anlaşılmış oluyordu.

Ak Partiye Kapatma Davası (14 Mart 2008)

2008’in 14 Mart günü ise Türkiye bu kez bir başka bomba haber ile sarsıldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, iktidarda bulunan AK Parti’nin kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Seçimlerden yine AK Parti zaferle çıkınca da bu kez geriye son çare kalmıştı: Parti kapatmak.

Böyle bir kara senaryonun mevcudiyetini Vatan gazetesinde Okay Gönensin deşifre etmişti. Plan şuydu: Önce Anayasa Mahkemesi, hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu için, anayasa değişikliğini durduracak, ardından Yargıtay Başsavcısı, AK Parti'nin anayasayı ihlâl ettiği iddiasıyla dava açacaktı. Derin tezgahın bir  başka parçası Anayasa Mahkemesi idi: Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı AK Parti’ye açılan kapatma davasından 10 gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmüştü.

Bu gizli görüşme basına sızdığında önce inkâr edilir, sonra da Kuzey Irak operasyonuyla ilgili bir tebrik ziyareti olduğu açıklanarak geçiştirilir.

Wikileaks raporlarında Amerikalı diplomatlar tuhaf buldukları bu buluşmayı “Türkiye’nin popüler tartışma konusu  ‘derin devlet’in istisnai göstergelerinden biri” diye not alırlar. “Askeriye, yargı ve bürokrasinin unsurları dâhil Türkiye’nin seçilmemiş elitleri arasındaki gizli ittifakların delili ortaya çıktı. Şimdi ise bir Anayasa Mahkemesi Hâkimi ile yakında Genelkurmay Başkanı olacak kişi arasındaki görüşme, derin devletin sadece bir efsane olmadığının işaretiydi.

(Devam edecek)