11 Şubat 2022

​KAR DÜŞÜNCELERİ

Kardır yağan üstümüze geceden,

Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,

Ormanın uğultusuyla birlikte

Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte

Kar yağıyor üstümüze inceden

A.Muhip Dranas

 

Ocak ayının sonuna doğru, İstanbul başta olmak üzere, bazı Büyükşehirlere kar yağdı. Bütün medya mecralarından, her kar yağışında boca edilmesine alıştığımız manşetler bir daha üzerimize boca edildi. Boca edilen manşetleri şu şekilde özetleyebiliriz: Kar esareti!           

Sahi ne oldu da mevsimlerin kendi devir daimlerinin gereği olarak yağan yağmur ve kar; esen rüzgâr ve güneş bizlerin sebebi felaketi oluyor? Diyebiliriz ki “Yaşlı dünyamız bize artık eskisi gibi müşfik davranmıyor, eski muvazenesinden eser yok, bizi ne vakit hangi felaketle yüz yüze bırakacağı kestirilemiyor.”  Böyle dersek eğer, yaşanan sorunların mesuliyetini en baştan ihtiyar dünyamıza ve dolayısıyla onu sevk ve idare eden Yüce Kudret’e atmış olursunuz ki böylece haddimizi de aşmış oluruz.

Kış mevsimi her geldiğinde, hele de ülkenin belli başlı Büyükşehirlerine kar yağdığında, ekranları felaket tellallığı kıvamında haberler kaplar, şehirlerin muhtelif yerlerine dağıtılmış muhabirler vasıtasıyla, istilasına maruz kaldığımız düşmanın ne yaman olduğuna dair cümleler kurulur ve esaretin boyutuna dair bilgiler verilir. Yağan karın önemli bir kısmı,  zaten şehrin beton asfalt, metal ve camla kaplı sathına tutunamadan erir. Toprak yoktur ki kar tutunabilsin. Şehrin sathında tutunabilenler de yollara, kaldırımlara boca edilmiş tuzla, solüsyonlarla ve bir türlü akışına ara vermeyen trafik marifetiyle eritilir.

Eskiden bir yerde durup oturmayan yaramaz çocuklara ebeveynler “Allah sana hiç otur demedi mi?” diye çıkışırlardı. Otomobillerle mobilize edilmiş modern toplum da o haşarı çocuklardan farksızdır. Bir türlü dur durak bilmezler. Zannedersiniz ki “Otomobil uçar gider” şarkısının büyüsünden bir türlü kurtulamamış kadın ve erkek şoförlerimiz, iki günlük karlı havada bile sabredemeyip yola revan olurlar. Ancak otomobilde ihtiyarı kar ve buzun ele almasıyla sekiz on arabayı biçmeden eve dönmeye razı olmazlar.

Kar yağışını muntazıran şehirde teyakkuza geçirilmiş hazır kıtalar, şehrin fiziki kimliği ve dur durak bilmeyen motorlu vasıtalarca eritilmeyen kar için ise ahali derhal harekete geçer. Şehrin içinde ve civarında gökten yağıp da üzerine basılmamış bir kar tanesi bırakılmaz. Herkes, cep telefonu kamerasıyla kar üzerinde kaydını tamamlayıp “story”sini attıktan sonra karın yakası bırakılır. Bir de sucuk ızgaracılar var tabii… Onların işi biraz daha vakit alır. Onlar da hevesini alıp çekildikten sonra, şehirde ve ulaşılabilen civarındaki kar manzarası işgalcilerin yağmasına uğramış çarşılardan farksızdır.

Bâkî merhum yağan kar için “Zemîne bâd-ı hevâdan çok akçe düşdi yine/
Pür itdi dâmen-i sahrâyı toldı ceyb-i cibâl”
diyordu.  Ona göre, yeryüzüne bedavadan pek çok akçe düşmüş ve ovaların etekleri ile dağların ceplerini doldurmuştu. Bâkî yağanın bereket olduğunu biliyordu. Çünkü o “inovasyon” çağının değil “bereket” çağının çocuğuydu. Bereket ise tabiatla doğrudan ilgiliydi. Toprağın olduğu yerde yağmur bereket, kar bereket, güneş ve rüzgâr bereketti.

“Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş; / Eşini gaib eyleyen bir kuş / Gibi kar / Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar...” diyen Cenap Şahabettin, nasıl bir İstanbul kışını şair muhayyilesinin imbiğinden süzerek, emsalsiz bir manzara olarak, kelimelerle gözlerimizin önünden geçiriyor ve nihayet ruhumuzu uçuşan kar tanelerine çeviriyordu? Cenap Şahabettin’in İstanbul’u da henüz karın nasıl bir esaret olduğunu idrak edecek hassalarını edinememişti(!) O yüzden Cenap Şahabettin karın yağışında “Elhan-ı Şita”yı yani kış nağmelerini duyuyordu.

 “Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu / Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu” diyen Yahya Kemal’in İstanbul’u da yağanın felaket olduğunu düşündürtmekten hayli uzaktı demek ki. Kar yağışı ona eşsiz bir şehrâyin gibi gözüküyor, o da karın eşsiz nağmelerini derinden duyumsuyor ve karlı bir gecenin esrikliğini şiire dönüştürüyordu. Gurbette bir İstanbul kışı yâdıydı bu.

İsmet Özel’in “Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı /Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak” dediği zamanlarda, ihtimal ki cümle kapıların içinde  “taşlık” bulunan evler henüz İstanbul’u büsbütün terk etmemişti. O yüzden şiirinde “evlerin yeni yakanmış serin taşlıklarında”n söz ediyordu.

 “Karın yağdığını görünce / Kar tutan toprağı anlayacaksın / Toprakta bir karış karı görünce / Kar içinde yanan karı anlayacaksın” diyen merhum Sezai Karakoç, bizi kar tutan toprağı anlamaya ve zıtların birliğini görmeye çağırıyordu.  O “Allah kar gibi gökten yağınca” derken, bize kar suretinde yağanın Allah’ın rahmetinin tecellisi olduğunu hatırlatıyordu.

Günümüzde bir kar şiiri yazılsa, emin olunuz ki onun, metastaz yapmış habis bir ur gibi toprağın sırtında yük olan şehirlere yağan karla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. O ancak şair muhayyilesinin başka âlemlerden derlemesidir.

Sözün başına dönecek olursak, felaket olan ne kar, ne yağmur, ne rüzgâr ne de güneştir. Felaket olan insanoğlunun doymak bilmeyen iştihası, kitleleri topraktan koparıp şehir rantının yakıtı haline getiren zihin yapısıdır. Dolayısıyla meselenin kaynağını başka yerde aramak yerine, şehirleri tabiat ile çatışan, toprağı dışlayan ve insanı zavallı bir nesneye dönüştüren zihniyette aramamız gerekiyor.

Birkaç gün evvel ülkemizin nüfus istatistikleri yayımlandı. Buna göre İstanbul’un Esenyurt ilçesi, nüfus olarak elli yedi vilayetimizden daha büyükmüş. Yayımlanan nüfus verilerine göre ülkemiz nüfusunun %35’i dört Büyükşehirde yaşıyormuş. Yine ülkemiz nüfusunun %1/3’ü Marmara bölgesinde yaşamaktaymış. Köylerde yaşayan nüfus ise, son istatistiğe göre, ülkemiz nüfusunun sadece %5,41’ini teşkil etmekteymiş.

Bu istatistiki bilgileri ne için buraya dercettim? Bu rakamlar ölçü ve mizanın ne denli bozulduğunun göstergesidir. İşte yağan kar için  “esaret” çığırtkanlığı yapanlar bu gerçek üzerine düşünecek derinlikten yoksundurlar.

Kar yağışı üzerinden, siyasi bağlamda,  bir sürü tartışma saman alevi gibi alevlendi ve sönüp gitti. Ama ne yazık ki asıl meseleyi konuşmak kimsenin aklına gelmedi, gelecek gibi de gözükmüyor.

Kar üstüne düşüncelerin hitamında son sözü Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizelerine verelim:

Bir rüya görür gibi gözümde sevinçler var.
Beyaz bir sükût işte: kar yağıyor, kar, kar, kar;
Sanırım ki uçuyor gözümde hatıralar.
Beyaz bir sükût işte: kar yağıyor, kar, kar, kar…