KAR DÜŞÜNCELERİ
Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze inceden
A.Muhip Dranas
Ocak
ayının sonuna doğru, İstanbul başta olmak üzere, bazı Büyükşehirlere kar yağdı.
Bütün medya mecralarından, her kar yağışında boca edilmesine alıştığımız
manşetler bir daha üzerimize boca edildi. Boca edilen manşetleri şu şekilde
özetleyebiliriz: Kar esareti!
Sahi
ne oldu da mevsimlerin kendi devir daimlerinin gereği olarak yağan yağmur ve
kar; esen rüzgâr ve güneş bizlerin sebebi felaketi oluyor? Diyebiliriz ki “Yaşlı dünyamız bize artık eskisi gibi müşfik
davranmıyor, eski muvazenesinden eser yok, bizi ne vakit hangi felaketle yüz
yüze bırakacağı kestirilemiyor.”
Böyle dersek eğer, yaşanan sorunların mesuliyetini en baştan ihtiyar
dünyamıza ve dolayısıyla onu sevk ve idare eden Yüce Kudret’e atmış olursunuz
ki böylece haddimizi de aşmış oluruz.
Kış
mevsimi her geldiğinde, hele de ülkenin belli başlı Büyükşehirlerine kar
yağdığında, ekranları felaket tellallığı kıvamında haberler kaplar, şehirlerin
muhtelif yerlerine dağıtılmış muhabirler vasıtasıyla, istilasına maruz
kaldığımız düşmanın ne yaman olduğuna dair cümleler kurulur ve esaretin
boyutuna dair bilgiler verilir. Yağan karın önemli bir kısmı, zaten şehrin beton asfalt, metal ve camla
kaplı sathına tutunamadan erir. Toprak yoktur ki kar tutunabilsin. Şehrin sathında
tutunabilenler de yollara, kaldırımlara boca edilmiş tuzla, solüsyonlarla ve
bir türlü akışına ara vermeyen trafik marifetiyle eritilir.
Eskiden
bir yerde durup oturmayan yaramaz çocuklara ebeveynler “Allah sana hiç otur demedi mi?” diye çıkışırlardı. Otomobillerle
mobilize edilmiş modern toplum da o haşarı çocuklardan farksızdır. Bir türlü
dur durak bilmezler. Zannedersiniz ki “Otomobil
uçar gider” şarkısının büyüsünden bir türlü kurtulamamış kadın ve erkek
şoförlerimiz, iki günlük karlı havada bile sabredemeyip yola revan olurlar. Ancak
otomobilde ihtiyarı kar ve buzun ele almasıyla sekiz on arabayı biçmeden eve
dönmeye razı olmazlar.
Kar
yağışını muntazıran şehirde teyakkuza geçirilmiş hazır kıtalar, şehrin fiziki kimliği
ve dur durak bilmeyen motorlu vasıtalarca eritilmeyen kar için ise ahali derhal
harekete geçer. Şehrin içinde ve civarında gökten yağıp da üzerine basılmamış
bir kar tanesi bırakılmaz. Herkes, cep telefonu kamerasıyla kar üzerinde
kaydını tamamlayıp “story”sini attıktan sonra karın yakası bırakılır. Bir de
sucuk ızgaracılar var tabii… Onların işi biraz daha vakit alır. Onlar da
hevesini alıp çekildikten sonra, şehirde ve ulaşılabilen civarındaki kar
manzarası işgalcilerin yağmasına uğramış çarşılardan farksızdır.
Bâkî
merhum yağan kar için “Zemîne bâd-ı hevâdan çok akçe düşdi yine/
Pür itdi dâmen-i sahrâyı toldı ceyb-i
cibâl” diyordu. Ona göre, yeryüzüne
bedavadan pek çok akçe düşmüş ve ovaların etekleri ile dağların ceplerini
doldurmuştu. Bâkî yağanın bereket olduğunu biliyordu. Çünkü o “inovasyon” çağının değil “bereket” çağının çocuğuydu. Bereket ise
tabiatla doğrudan ilgiliydi. Toprağın olduğu yerde yağmur bereket, kar bereket,
güneş ve rüzgâr bereketti.
“Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş; /
Eşini gaib eyleyen bir kuş / Gibi kar / Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar...” diyen
Cenap Şahabettin, nasıl bir İstanbul kışını şair muhayyilesinin imbiğinden
süzerek, emsalsiz bir manzara olarak, kelimelerle gözlerimizin önünden
geçiriyor ve nihayet ruhumuzu uçuşan kar tanelerine çeviriyordu? Cenap
Şahabettin’in İstanbul’u da henüz karın nasıl bir esaret olduğunu idrak edecek
hassalarını edinememişti(!) O yüzden Cenap Şahabettin karın yağışında “Elhan-ı Şita”yı yani kış nağmelerini
duyuyordu.
“Bin
yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu / Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir
bu” diyen Yahya Kemal’in İstanbul’u da yağanın felaket olduğunu düşündürtmekten
hayli uzaktı demek ki. Kar yağışı ona eşsiz bir şehrâyin gibi gözüküyor, o da
karın eşsiz nağmelerini derinden duyumsuyor ve karlı bir gecenin esrikliğini
şiire dönüştürüyordu. Gurbette bir İstanbul kışı yâdıydı bu.
İsmet Özel’in “Neden büyük ırmaklardan bile
heyecanlıydı /Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak” dediği zamanlarda,
ihtimal ki cümle kapıların içinde “taşlık”
bulunan evler henüz İstanbul’u büsbütün terk etmemişti. O yüzden şiirinde “evlerin
yeni yakanmış serin taşlıklarında”n söz ediyordu.
“Karın
yağdığını görünce / Kar tutan toprağı anlayacaksın / Toprakta bir karış karı
görünce / Kar içinde yanan karı anlayacaksın” diyen
merhum Sezai Karakoç, bizi kar tutan toprağı anlamaya ve zıtların birliğini
görmeye çağırıyordu. O “Allah kar gibi gökten yağınca” derken,
bize kar suretinde yağanın Allah’ın rahmetinin tecellisi olduğunu hatırlatıyordu.
Günümüzde
bir kar şiiri yazılsa, emin olunuz ki onun, metastaz yapmış habis bir ur gibi
toprağın sırtında yük olan şehirlere yağan karla uzaktan yakından bir ilgisi
yoktur. O ancak şair muhayyilesinin başka âlemlerden derlemesidir.
Sözün
başına dönecek olursak, felaket olan ne kar, ne yağmur, ne rüzgâr ne de
güneştir. Felaket olan insanoğlunun doymak bilmeyen iştihası, kitleleri
topraktan koparıp şehir rantının yakıtı haline getiren zihin yapısıdır. Dolayısıyla
meselenin kaynağını başka yerde aramak yerine, şehirleri tabiat ile çatışan,
toprağı dışlayan ve insanı zavallı bir nesneye dönüştüren zihniyette aramamız
gerekiyor.
Birkaç
gün evvel ülkemizin nüfus istatistikleri yayımlandı. Buna göre İstanbul’un
Esenyurt ilçesi, nüfus olarak elli yedi vilayetimizden daha büyükmüş.
Yayımlanan nüfus verilerine göre ülkemiz nüfusunun %35’i dört Büyükşehirde
yaşıyormuş. Yine ülkemiz nüfusunun %1/3’ü Marmara bölgesinde yaşamaktaymış. Köylerde
yaşayan nüfus ise, son istatistiğe göre, ülkemiz nüfusunun sadece %5,41’ini
teşkil etmekteymiş.
Bu
istatistiki bilgileri ne için buraya dercettim? Bu rakamlar ölçü ve mizanın ne
denli bozulduğunun göstergesidir. İşte yağan kar için “esaret”
çığırtkanlığı yapanlar bu gerçek üzerine düşünecek derinlikten yoksundurlar.
Kar
yağışı üzerinden, siyasi bağlamda, bir
sürü tartışma saman alevi gibi alevlendi ve sönüp gitti. Ama ne yazık ki asıl
meseleyi konuşmak kimsenin aklına gelmedi, gelecek gibi de gözükmüyor.
Kar
üstüne düşüncelerin hitamında son sözü Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizelerine
verelim:
Bir rüya görür gibi gözümde sevinçler var.
Beyaz bir sükût
işte: kar yağıyor, kar, kar, kar;
Sanırım ki
uçuyor gözümde hatıralar.
Beyaz bir sükût
işte: kar yağıyor, kar, kar, kar…