Kardeşlik
“İnananlar kardeştir.” Allah’ın sözünün yanına Elçisi’nin sözü açıklayıcı ve pratikte uygulama yöntemini/yolunu da yazalım: “Müslümanlar bir vücudun organları gibidirler. Bu vücudun herhangi bir organı sıkıntı yaşadığında ya da yaşama koşullarına yönelik bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığında, vücudun diğer organları da etkilenir ve bütün vücut rahatsızlık duyar.”
İlk paragrafta yazdığım Allah sözü ve bu sözün uygulama yöntemini
anlatan Elçisi’nin metodunun kapsamına girenler olsaydık; bugün başta Filistin’deki
kardeşlerimiz olmak üzere dünyanın diğer yerlerindeki Müslümanlar olarak acınacak
durumda olmazdık! Durumumuz o denli perişan ki Tv. ekranına bakamıyor ve sesini
açamıyoruz. Hatta Tv. leri bile açamıyoruz. Çünkü hangi yürek dayanacak! Bazılarımızın
yüreği o kadar taşlaşmış ki “Taş yürekli insanlar!” olmuşuz... Dünya ve
içindekiler o kadar bizi kendine esir etmiş ki gözümüzü kör etmiş... Çıkardan
başka bir şey görmüyoruz.
Elbette ki bireylere düşen görevler var. Geçen yazımda bu görevleri “Neler
Yapabiliriz?” başlığı altında gazetemizde yazmıştım. Ancak büyük görev
devletlere düşmektedir. Halkı Müslüman olan devletlerin yöneticileri bir araya
gelip güç birliği yapsalar zalim bu kadar bize üstten bakamaz. Birlikte sopanın
ucunu gösterseler zalimler bu kadar horozlanmaz...
İslam İşbirliği Teşkilatı Toplantısı’nda İsrail terörünün sona
erdirilmesi için ambargo uygulanmasıyla ilgili alınan kararı; halkı Müslüman
olan devletlerden Suudi Arabistan, Fas, BAE, Bahreyn veto ettiler. Bu
kralların, şeyhlerin (!) çıkarları için bu kadar acımasız olup zalimlerle aynı çanağa
tükürmeleri kabul edilir bir durum değildir. Acımayıp acımasızlara susarak arka
çıkanlar veya açıktan destekleyenler; acımasız zalimlerin uşakları olmasaydı bu
kadar sessiz kalmazlar veya açıktan destek çıkmazlardı. Bu yöneticiler, maddi açıdan
(ekonomik) güçlü oldukları halde manevi (cesaret, zenginliklerin elden gitmesi,
saldırıya uğrama korkusu) açıdan güçsüzdürler. Ya da zalimlerin piyonları
olduklarından acı duymuyorlar... Demek ki kardeşlerinin acısını duymayacak
kadar aynı vücudun organı olma özelliklerini kaybetmişler; vücutla bağlantıları
kesilmiş ve cansız olarak vücuda bitişiktirler; ancak işlevlerini kaybetmiş
organlar durumundadırlar. Duygusuz organlar... Var ama yok organlar... Yaşamak,
sadece yiyip içmekten, hayvansal arzularını gidermekten ve tuvalete gitmekten
ibaret değildir. Yaşamak; insanlığa yardımcı olmak; hele Müslümansak kardeşimizin
yardımına koşmak, kardeşimizin elinden tutmaktan mutluluk duymaktır. İnsanlara
yardımcı olmak en güzel mutluluk kaynağıdır. Kardeşimize yardımcı olmak ise
boynumuzun borcudur. Allah ve Elçisi’ne göre halkı Müslüman olan devletlerin yöneticilerinin
aynı inançta olan kardeşlerinin elinden tutup yardım etmemesi; en azından
diliyle de olsa desteklememesi kardeşliğinde bir problemin olduğunu gösterir.
Allah Elçisi’nin “Bu imanın en zayıf derecesidir.” dediği; “buğz etmek” yani içinden
sevmemek bile bu duygusuz mankafalara nasip olmamış...
Halkı Müslüman olan devletlerden İran da bu konuda sınıfta kalmıştır.
Katil Esat’ı destekleyip zavallı kimsesiz, yoksul, evsiz, barksız Suriyeli Müslümanların
açlık ve sefalete uğramalarına destek
verdiği, bıyık altından kıs kıs güldüğü yetmezmiş gibi şimdi de Filistin Müslümanlarını
hayal kırıklığına uğratıp “yapacağım, edeceğim” deyip somut bir adım atmıyor.
Bu dünya hayatı, bu çıkar Selahaddin döneminde de tatlıydı.
Bu can Selahaddin’e de tatlıydı.
Saraylarda oturup zevk içerisinde yaşamak Selahaddin’e de hoştu.
O, tatlı uykularına kıydı ve canını tehlikeye attı; kardeşlerinin yardımına
koştu. Çünkü aynı vücudun organları olma özelliği devam ediyordu. Kardeşleri sıkıntıya
düşünce o da rahatsız oldu ve canı pahasına yardıma koştu. Candan daha tatlı
bir şey var mı?
Kalın sağlıcakla!