05 Aralık 2016

Kaybedilen büyük hazine: medreseler

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Mescid-i Nebevi'nin tamamlanmasından kısa bir süre sonra, mescidin yanında suffa denilen eğitim yapıları kurmuştur. Buradaki eğitimlerinden başka hiçbir meşguliyete vakit harcamayan kimseler, O'nun (S.A.V.) dizinin dibinde, Kuran ve Sünnet ışığında, İslamiyet'i öğreniyor ve yaşıyorlardı. Bu kimselere ashab-ı suffa deniyordu ve sayıları 400-500 civarında değişiyordu.

Kuran-ı Kerim'de Allah, bu kişileri “…Bilmeyen kimseler, (ihtiyaç sahibi olsalar bile, insanlardan) istemedikleri için, (vakarlı duruşlarından dolayı) onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler...” (Bakara 273)

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu kaliteli Müslümanları, tebliğ çalışmaları için, Arap Yarımadasındaki bölgelere ve diğer bazı topluluklara gönderiyordu.

Öve öve bitirilemeyen Çağrı filmi de dahil, İslamiyet'in yayılması hep savaşlar ekseninde anlatılmaktadır. Okullardaki kitaplarda aynı şekilde savaşları ve anlaşmaları öne çıkararak, fikir ve tebliğ mücahitlerini ve İslamiyet'teki yüksek eğitim sistemi olan medreselerin fonksiyonlarını perdelemişlerdir.

Bedir, Uhud ve Hendek savaşları sadece Mekkelilerle yapılmış, Mekke'nin fethinden sonrada Mekke'ye yakın olan Huneyn vadisinde, tebliğ çalışmalarına inatla olumsuz tavır takınan putperest kavimlerle bir savaş daha yapılmıştır.   Yani, İslamiyet'in yarımadada kabul edilmesi ve hızla yayılması, savaşlarla değil, suffalarda yetişen tebliğci ashabın, fikir ve gönül çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir.

İslamiyet'in daha sonraki yıllarına baktığımızda da, İslam önderlerinin medrese ve tebliğ çalışmalarına büyük önem verdiğini görüyoruz. Emevi ve Abbasi devletlerinin yanı sıra, Karahanlılar ve Gazneliler medreselere büyük önem veren İslam Türk devletleri olmuştur.

 Selçuklular döneminde ise özellikle Anadolu medreselerle donatılmıştır. Sadece Kayseri'de 30 kadar medrese kurulmuştur. İlçelerinde dahi medreseler vardır.

 Selçuklu sultanlarından üçüne vezirlik yapmış, İslam büyüğü Nizamilmük'ün kurucusu olduğu ve İmam Gazali Hz.inin eğitim metodu ve manevi gelişmesinde büyük rol üstlendiği Nizamiye Medreseleri, buralarda yetişen ilim ve fikir adamları sayesinde Şiilik ve Batınilik gibi bölücü, yıkıcı yapılaşmaların önü kesilmiş, Anadolu da Kuran ve Sünnet ışığında İslam yayılmış; bu kıymetli topraklar, yapılan tebliğ çalışmaları ile sulanmışlardır.

Tebliğ çalışmaları derken, evvela sözlü ve yazılı anlatımlar şeklinde yapılan çalışmalar akla gelir. Ancak mimari, şehirlerin planlanması, sosyal hayatın, kültür ve geleneği zenginleştirilmesi; bunlarla birlikte hayata dair her alanın İslamileştirilmesi birer tebliğdir. İşte medreseler,  tıp, matematik, astronomi gibi ilimleri de seküler olandan koruyarak, olduğu/olması gerektiği şekilde yaratılışsal-ilahi halleriyle geliştirmiş ve böylece İslam toplumları inşa etmişlerdir.

Osmanlıya geldiğimizde, ilk medreseyi İznik'i alan Orhan Gazi Han, burada kurmuştur. Bursa'nın alınması ve başkent olmasıyla, bu şehre hemen 70 kadar medrese kurulmuştur.

Devlet büyüklerinden, ticaret ehline ve mücahitlere kadar herkes medreselerin gelişimi için çaba harcamışlardır.

İstanbul'un fethinin gerçekleşmesinde ve kapılarının İslamiyet'e açılmasında bu medreselerde yetişen kıymetli âlimlerin, önemli katkıları olmuştur.

Fetihten sonrada İstanbul'un gelişiminde, yeni medreselerin kurulmasında, mimaride, ilmi hayatta Bursa medreselerinin önemi çok büyük olmuştur.

Mesela Çelebi Mehmet'in Sultaniye Medresesi, İstanbul'da ki medreseleri önemli ölçüde beslemiştir.

Muradiye Medresesinde yetişen Mehmet Zeyrek, müderris olarak gittiği İstanbul'un büyük âlimlerinden olmuştur.

Kanuni Sultan Süleyman Han'ın efsane Şeyhülislam'ı Ebussuud Efendi gibi, Aziz Mahmut Hüdayi Hz. gibi büyük zatlar, Bursa'da yetişen önemli şahsiyetlerdendir.

İstanbul'un fethiyle, Fatih Sultan Han Hz. leri, Fatih Medreselerini kurarak, Peygamber Efendimiz 'in (s.a.v.) bu çok kıymetli sünnetini sürdürmüştür. Kanuni Sultan Süleyman Han'da aynı şekilde medreselere büyük kıymet vermiş, Kanuni Medreseleri ile kaliteyi daha da yükseltmiştir.

İmparatorluğun son dönemlerine doğru, medreselere verilen önemin azalması ve batı tarzı okulların yaygınlaşması ile gücünü yitiren Osmanlı, dağılmış ve yıkılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, daha ilk yıllarında Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) çerçevesinde bir genelge ile ülkede sayıları 479 olan medreseleri kapatmıştır.

Medreseler ve Kuran ilimleri uzun bir zaman sahipsiz kalmış, hatta birçok medreseye kilit vurulup yıkılmaya terk edilmiştir. Hatta içkili restoran gibi işletmelere kiralananlar bile olmuştur.

Günümüzde ayakta kalabilen medreseler hâlâ, hak ettikleri asli vazifelerine kavuşabilmiş değillerdir. Yabancı ve yerli turistlerin, bilinçsiz bakışlarla hüzünlü duvarlarını seyrettiği, kuru fasulye yenilen, çay kahve içilen, ucuz alışverişin yapıldığı, kıymetinden çok uzak yapılar olarak kullanılmaktadırlar.

Peygamber Efendimizin (S.A.V.) ve dedelerimizin kutsal emanetleri olan medreselerin olması gerektiği haliyle tekrar açılması,  İslam medeniyetinin heybetli günlerini yeniden görebilmemiz için zarurettir.